Ortadoğu'da ve Batılı başkentlerde yaptığı iki turdan sonra Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı David Cameron, Filistin devletini tanıma konusunun 'düşünüldüğünü', bu konuyu müttefiklerle istişare ettiğini ve talebi Birleşmiş Milletler'e (BM) ulaştırmayı çok uzak görmediğini duyurdu.
Ancak bunu duyururken, Birleşik Krallık'ın (BK), bazı çalışanlarının 7 Ekim 2023 saldırılarına katkılarının kanıtlanması sebebiyle UNRWA'ya olan desteğini durdurduğunu da unutmadı!
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu mültecilere yardım kuruluşu, bölgenin çeşitli ülkelerindeki mülteci kamplarında yaşayan milyonlarca Filistinliye yardım ediyor.
UNRWA'nın 1949 yılından beri idare edip harcadığı kaynakların üçte birinden fazlasını sağlayan ABD başta olmak üzere, 10 büyük ve orta ölçekli Batı ülkesi de BK'nın yolunu izledi.
İddianın ne kadar doğru olduğu bir yana, gözlemcilerin çoğu meseleyi, etrafındaki halk dayanışmasını dağıtmak üzere Hamas'a yönelik baskının artırılması olarak gördü.
Hem de öyle bir zamandaki İsrail, Gazze'ye karşı insani ve kentsel açıdan acımasız savaşı sürdürüyor ve Gazze Şeridi sakinlerinin çoğu UNRWA tesislerine ve okullarına sığınıyor!
Araplar ve Müslümanlar, Riyad'daki konferanslarında iki devletli çözüme dönüş çağrısı yapan ilk taraflardı.
Sonra Amerikalılar, ABD Başkanı ile Dışişleri Bakanı'nın çeşitli açıklamalarıyla onları takip etti.
Avrupalılar arasından İspanyalılar konuştu ve dünyaya, Oslo çözümünü netleştirmek ve birçoğu topraklarının bir kısmının işgal edilmesinden ötürü Siyonist varlıkla sorun yaşamaya başlayan Arap ülkelerini bir araya getirmek için 1993'te Madrid'de bir konferansa ev sahipliği yapanın kendileri olduğunu hatırlattılar.
İspanya ve Belçika'dan sonra Avrupa Birliği Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in sesi yükseldi.
Gazze'de yaşananlar nedeniyle Borrell'in açıklamalarına ahlaki ve insani eğilim hâkimdi.
Ta ki BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, gür sesiyle herkese baskın geldi, gelmeye de devam ediyor.
BK, böyle bir "girişimi" ancak ABD ve Arap ülkeleri ile istişarede bulunarak ortaya koyabilirdi.
Birleşik Krallık'ı ve ABD'yi özel olarak şu iki mesele harekete geçirdi:
Gazze'deki savaşın ertesi günü ne olacak?
Ve İsrail ordusunun saldırıları, yerleşimcilerin saldırganlığı ve İsrail hükümetinin Filistin Yönetimi'nin vergi fonlarına el koymasından kaynaklanan iflas yükü altında Batı Şeria'daki Filistin Yönetimi'nin çökmesinden duyulan korku.
Yetkili olan ve olmayan İsraillilerin açıklamaları, iki devletli çözüm önerisine nadiren yer veriyor.
Onların anlaşmazlıkları, Gazze Şeridi'nin akıbetine odaklanıyor: Hamas'ı "ortadan kaldırırken" halkı da tehcir edecekler mi?
Peki nereye?
Yoksa "başkaları", Gazze Şeridi'nin imarını ve yönetimini devralırken ve Gazze Şeridi'nin işini, onlardan önceki "güvenlikten" sorumlu olan ve Gazze'nin diğer sivil işlerine yönelik harcamaları idare eden bir Arap ve uluslararası yönetim üstlenirken, bu esnada ordu da Hamas'ın dönüşünü önlemek için Gazze Şeridi'nin güvenliğini kontrol etmeye devam mı edecek?
Gazze Şeridi'nin ortak yönetimine ilişkin çözüm, hiçbir taraf bunu açıkça benimsemese de kabul edilebilir görünüyor.
Ama bu durum, geçici olur.
Peki nihayetinde kime bağlı olunacak?
O halde Batı Şeria'yı, Kudüs'ü ve Gazze Şeridi'ni kapsayacak bir çözüm lazım. Ramallah'taki Filistin Yönetimi dışında bu çözümü aydınlatacak bir pencere yok.
Ama Filistin Yönetimi de İsrail tarafından yıllarca yıpratılmanın ve Netanyahu liderliğinde aşırı sağ hükümeti oluştuktan sonra 2023 yılı boyunca ordunun ve yerleşimcilerin baskılarının ardından harap olmuş görünüyor.
O halde bir değil, dört sorun mevcut:
Birinci sorun, tüm Batı dünyasının gözünde terörist olan Hamas ve diğer örgütler.
İkinci sorun, İsrail'in aşırılığı. Bu tutum, Oslo'yu ve Filistin devletini istemiyor.
Hatta Netanyahu, Ebu Mazin'le (Mahmud Abbas) çalışmak yerine Hamas'la pragmatik bir mücadeleyi tercih ediyordu.
Üçüncü sorun, alternatifin yeniden inşa edilmesi veya otoritenin onarılması ve Siyonist varlıkla süreci kimin yöneteceğidir.
Araplar, ortak olmaya ve çaba harcamaya razı olursa, o zaman esneklik sahibi Amerikalılar dışında hiç kimse geleneksel olarak ehil değil.
Gerçi Siyonist varlığın siyasi ve askerî liderlerine rağmen Amerikalıların esneklikleri de artık şüpheli.
Ayrıca başkanlık seçimi yılında olmalarından ötürü ne zamanları ne de imkânları var.
Dördüncü sorun, ABD'yi ve İsrail'i taciz eden dört beş silahlı örgütü kontrol eden İran'ın varlığı.
Bunun için farklı bir müzakereye ihtiyaç var, çünkü (Netanyahu hükümeti gibi) o da iki devletli çözümü kabul etmiyor!
Önünde sonunda: Zili kim çalacak veya inisiyatifi kim alacak?
Herkes AB'nin, ABD'yle istişarede bulunarak iki devletli çözüm için bir toplantıya veya konferansa ev sahipliği yapacağını düşündü.
Avrupalılar son toplantılarında bu konuyu istişare ettiler.
Peki Birleşik Krallık, dışarıda mı kalacak?
Görünüşe bakılırsa mesele, bir istişareden sonra konuşuldu, çünkü BK Dışişleri Bakanı, bu meseleyi müttefiklerle ve dostlarla istişare ettiğini söylüyor.
Hem Cameron hem de Blinken, Ebu Mazin'le görüştüler ve onu, oldukça kararsız buldular. Çünkü ondan yönetimde büyük değişiklikler talep ediyorlar.
O da Gazze'de ve diğer yerlerde büyük sorumluluklar karşısında yalnız bırakılmaktan korkuyor.
Ayrıca Filistin'in şu anki isyankâr ve incinmiş ruh halinin yanı sıra, Ebu Mazin veya başkası tarafından atılacak her adımın kötü yorumlanması gibi bir durum da söz konusu.
En büyük sorun halen İsrail'in ya da İsrail hükümetinin ve ordusunun tutumu.
Onlar, Gazze'yle işlerinin ancak aylar sonra biteceğini düşünüyorlar.
Üzerinde anlaşmaya varılırsa bir ateşkes için müzakereler, bir buçuk ay sürecek.
Ateşkesten daha önemli olan şey şu:
Oslo'nun korkunç çöküşünden sonra İsrailliler arasında kim iki devletli çözümü onaylıyor?
Blinken önümüzdeki günlerde Netanyahu'dan en azından hazırlık müzakereleri için onay almaya çalışacak.
Netanyahu ona şöyle diyecek: Gazze savaşı bitmeden hiçbir şey yok!
Amerikalı ve Avrupalı gözlemciler, Gazze'nin kaderiyle ilişkili konularda bile olsa Siyonist varlığın, her düzeyde aldığı büyük hasarlardan sonra seçimlere ve yeni bir hükümete ihtiyacı olduğu konusunda hemfikir.
Cameron, Avrupalılar ve diğer küresel güçler, savaşın bitmesini ve devam eden katliamlardan sonra Filistin halkına geleceği üzerinde biraz olsun özgürce düşünme fırsatı verilmesini istiyorlar. Bu fırsat ancak Gazze ve Batı Şeria savaşlarının durmasıyla ve Filistin bölünmesinin sona ermesiyle sağlanabilir.
Kıdemli Amerikan gazeteciler, 1993 ile 2024 yıları arasındaki farklara dikkat çekiyorlar.
Oslo arifesinde tek bir Filistinli lider olarak Yaser Arafat vardı.
Ayrıca İsrail Başbakanı İzak Rabin, barış istiyordu.
Soğuk Savaş'tan ve Kuveyt'i kurtarma savaşından zaferle çıkmış ABD yönetimi de güçlüydü.
Bugün ise Filistinliler zayıf ve bölünmüş vaziyette. İsrail'de aşırı radikaller hüküm sürüyor.
Amerikalılar ise pek çok cephede savaşmak zorundalar ve 1990'larda sahip oldukları "yumuşak gücün" büyük bir kısmını kaybettiler.
Bir arkadaşım bana, eski bir Arap yetkilinin, girişimleri başarılı olsa da olmasa da İngilizlerin büyük bir sorumluluk üstlendiklerini söylediğinden bahsetti.
Onlar, arkalarında bölünmüş bir Hindistan bırakan, Filistin'i şeytanın eline terk eden sömürgecilerdir.
Onları tarihî bir sorumluluk mu harekete geçirdi yoksa fırsatı mı değerlendirdiler?
Her halükârda dünya onları değil, Amerikalıları ve Arapları bekliyor!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.