Dünyanın en güçlü ülkesinin dış politikası çalışanlar tarafından üretilirse ne olur?
Bölgemizdeki pek çok kişi, Başkan Joe Biden yönetiminde ABD’nin Ortadoğu'daki dış politikasını, Amerikan gücünün unsurlarını ve bölgeye müdahale etme veya oradan çekilme kapasitesini temel alan farklı perspektiflerden anlamaya çalışıyor.
Ama Biden yönetimi açısından mesele bundan çok daha basit ve bölgemizdeki karar vericilerin dikkat etmesi gereken husus, bir grup çalışanın yönettiği ve ürettiği bir dış politikayla karşı karşıya olduğumuzdur.
Demek istediğimi baştan netleştirmek için Beyaz Saray'da Ortadoğu hakkında bir toplantı yapıldığını ve toplantıya Başkan Biden, Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Savunma Bakanı Lloyd Austin ve ardından CIA Direktörü William Burns’ın katıldığını hayal edin (ki öyle olduğuna hiç şüphem yok).
Bu insanlar arasında nasıl bir diyalog ve tartışma olabilir?
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle bu kapalı toplantıdaki oyuncuları tanımamız, profesyonel geçmişlerini anlamamız gerekiyor.
Bu oyuncuların, kişiliklerine dair anlayışımıza dayanarak, İsrail'in Gazze'de uyguladığı soykırım gibi, tüm Ortadoğu'nun istikrarı açısından vahim ve son derece tehlikeli bir konu hakkında yaratıcı veya farklı fikirler sunma becerisine sahip olup olmadıklarını bilmemiz gerekiyor.
Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile başlayalım. Kendisi Joe Biden'ın bir çalışanı ve eski Başkan Barack Obama'nın yönetiminde ulusal güvenlik danışmanı yardımcısı olarak görev yaptı.
Bu pozisyon, başkan yardımcılığı pozisyonu gibi, yani yardımcının sadece patronunun sözünü dinleyen ve itaat eden bir çalışan olduğu anlamına geliyor.
Ulusal güvenlik danışmanı rütbesi taşıyan bir sekreter pozisyonuna benziyor.
Örneğin, bugün dünyada kaç kişi şu anki ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in ulusal güvenlik danışmanı Philip Gordon'u tanıyor?
Savunma Bakanı Lloyd Austin kendisini uygulayıcı bir adam olarak görüyor ve toplantıda kuvvetlerin kendilerine verilen görevleri yerine getirmeye hazır ve kudretli olduğundan başka bir şey söylemeyecek.
Anthony Blinken ise Biden Senato’da Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olduğu zamanlardan beri uzun süredir onun kadrosunda yer alıyor.
Blinken'in geçmişinin ayrıntılarına girip, Washington'daki Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde (CSIS) araştırmacı olduğu günlere kadar gitmeyeceğim.
Ancak mesele şu ki, Dışişleri Bakanlığı'nda Hillary Clinton'ın yardımcısıyken bile Biden'ın kendisi için istediği alanlarda çalışıyordu.
Dışişleri departmanın Hillary yönetiminde farklı bir rota izlememesi için Biden'ın sadık adamı olarak oradaydı ve departmanı patronunun yöntemiyle yönetiyordu.
Bilhassa patronunun (Biden) aklına bir fikir geldiğinde inatçı bir adam olduğunu biliyorsak, Blinken’ın da kendisine dikte edileni yerine getirdiğini ve bu konuda hiçbir yaratıcılığı olmadığını biliriz.
Biden’ın bölgemize karşı ırkçı olduğunu söylemeyeceğim ama kendi görüşüne göre alt ırklardan ve alt medeniyetlerden gelenlerden daha iyi bildiğine inanan bir adam.
Bu, 2000 yılında Washington D.C.'deki Georgetown Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olarak çalışırken onunla tanıştığımda hakkında edindiğim kişisel izlenimim.
Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı iken benden kendisine bölgemizdeki toplumların doğasını ve politikalarını açıklamamı istemişti.
O zamanlar Vermont Üniversitesi'nden meslektaşım Dr. Gregory Gause ile birlikte yanına gitmiş ve onunla bir saatten fazla vakit geçirmiştik.
Kendisi ile görüşmemizin amacı bölgenin uzmanları olarak bizi dinlemek olmasına rağmen, dinlemekten çok konuşan birisiydi.
İnatçı olduğu ve geri adım atmadığı pozisyonları vardı, bu yüzden onun büyük bir devletin başkanı olarak Siyonist olduğunu ve çocukluğundan beri öyle olduğunu tekrarlaması beni endişelendiriyor.
Jake Sullivan ve Tony Blinken gibi iki çalışanın Biden'ı yeni bir fikre ikna etme cesaretine veya yeteneğine sahip olduğunu düşünmüyorum.
Onlar onun istediğini uyguluyor, o da Netanyahu'nun Ortadoğu konusunda söylediklerini (bir dereceye kadar) uyguluyor.
Bahsettiğim gibi bir toplantıda diyalogu frenleyebilecek veya treni durdurabilecek tek kişi, Mısır dahil çeşitli ülkelerde ABD büyükelçisi olarak görev yaptığı Ortadoğu hakkında uzun ve derin deneyime sahip olan CIA direktörü William Burns'tür.
Kendisi ayrıca akıcı bir şekilde Arapça konuşuyor ve açıklamadan imaları anlıyor.
Sakin ama katı bir adam ve kaçınılmaz olarak kötü fikirler hakkında tartışacaktır, ancak son söz yine de dış politika konusunda kendisini çevresindeki herkesten daha bilgili gören başkanın olacak.
Dolayısıyla Burns'ün toplantıdaki itirazları, yalnızca Biden'ın Netanyahu'nun ajandasına göre hızla ilerleyen trenini frenleme girişiminden ibaret kalacak.
Oysa Netanyahu şu anda muhtemelen Biden yönetimini pek önemsemiyor, zira o Donald Trump'ı bekliyor ve onun için bir kurtarıcı gibi olan Trump tahmin ettiği gibi gelinceye kadar savaşı uzatacak.
Bu, açıklamaya ve detaylandırmaya ihtiyaç duyan bir nokta ancak bu makalenin odaklandığı konunun dışında.
Trump yönetimi için “tek adam gösterisi” ya da karar almada diktatör bir yönetim olduğunu söylerdik ama Biden yönetimi daha diktatör.
Bunun nedeni de başkanın karar alırken diktatör olması değil, etrafındakilerin “evet efendim”den fazlasını bilmeyen bir grup çalışandan oluşması ve kendilerinden istenileni yerine getirmeleridir.
Bizi endişelendirmesi gereken gerçek şu; Biden'ın söylediklerini yerine getiren bir grup çalışanın ürettikleri bir dış politikayla karşı karşıyayız ve Biden’ın kendisi de Netanyahu'nun söylediklerini dinliyor.
Netanyahu'nun (etkilerine rağmen) savaşı uzatacağını, Trump'ı bekleyeceğini, Blinken ve Jake Sullivan tipi çalışanlarla çalıştığının farkında olduğunu, kan kokusu aldığını ve onu yalnızca Trump’ın kurtarabileceğini düşündüğünü idrak etmemiz önemli.
Çalışanlar ve ileri yaşta bir adam tarafından yönetilen bir idareye, biraz rasyonellik katmak veya uçuruma doğru giden bu treni frenlemek için yalnızca CIA Başkanı Bill Burns'e güvenebiliriz.
En büyük felaket Amerikalıların genel olarak iyi sömürgeciler olmamalarıdır. Afganistan ve Vietnam'a bakmak bunu görmek için yeterli.
Dolayısıyla önerilen iki devletli çözüm veya savaşın bitimine dair bir ufuk göremiyorum. Sadece Trump'ın beklendiği bir ufuk görüyorum.
Bu nedenle, çalışanlar yönetiminin gölgesindeki Amerikan davranışının şekillenmesinde yerel güçlerin, devletlerin ve hareketlerin rolü çok önemli.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.