Emmanuel Macron, Fransa'yı Beşinci Cumhuriyet'in kuruluşundan (1958) bu yana benimsediği tarihsel bağlamdan koparıp ulusal kurtuluş hareketlerine, özellikle de Filistin-İsrail çatışmasına yaklaşımından uzaklaştırdı.
Macron, Tel Aviv'de tarihi Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle'nin mirasından ve bu çatışmaya ilişkin objektif bakış açısından vazgeçti.
Uluslararası çatışmalarda Fransa'nın aktif rolünü empoze eden ve Filistin meselesine karşı dengeli pozisyonlar benimseyen iki Fransız cumhurbaşkanının (Mitterrand ve Chirac) mirasını da göz ardı etti.
Ancak Fransa'nın Beşinci Cumhuriyet'in geri kalan değerlerini bu şekilde terk etmesi ve İsrail anlatısını tamamen benimsemesi 7 Ekim'den sonra olan bir şey değil.
Daha çok bu, Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Hollande ile başlayıp Macron ile belirginleşen iç yapısal krizin ve çelişkili dış yaklaşımların bir ürünüdür.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Macron, Tel Aviv, Ramallah, Amman ve Kahire'de Charles de Gaulle, Mitterrand ve Chirac'ın Arapların zihninde çizdiği Fransa imajını bozarak buna tam bir inkarla yaklaştı.
Üç büyük selefinin bu çatışma hakkında söylediklerine minimum düzeyde bile riayet etmedi.
Ne De Gaulle'nin 1967 savaşına ilişkin tutumunu ne de İsrail devletinin 1956 savaşından sonra yalnızca genişleme politikasına dayalı bir militarizme dönüştüğünü açık açık söylemesini umursadı.
Muhtemelen Macron François Mitterrand'ın 1982'de İsrail Knesset'inde yaptığı konuşmayı da tekrar okumadı.
Mitterrand o zamanlar İsrail sağının kurucu liderlerine hitaben "Sizinle olan dostluğum, uluslararası kararların uygulanması yönündeki talebimi ortadan kaldırmaz" demişti.
Jacques Chirac'ın Ramallah'ta Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat'ı ziyaret etmesi de Macron'un pek ilgisini çekmemiş gibi gözüküyor.
O dönemde Chirac iki devletli çözüm seçeneğine ve Kudüs'ün ortak başkent olmasına bağlılığını vurgulamış ve bu tutumu Netanyahu'yu kızdırmıştı.
Bu krizde Washington'un yanında kendisine bir koltuk ayırma telaşı içinde olan Macron, Fransa'daki çelişkileri, yapısal krizleri ve radikal sağ eğilimleri ortaya koyan popülist tutumlar sergiledi.
Kendi hesapları ve hassasiyetleri olan bir Avrupa imparatorluğu olarak Birleşmiş Milletler'in (BM) 1947'de İsrail devletinin kurulmasına ilişkin kararını onaylamayı 7 ay erteleyen Paris'in şu anki cumhurbaşkanı ülkesinin bileşenlerine ve çoğulculuğa en ufak bir önem vermiyor.
Silahlı bir siyasal İslam örgütü olarak Hamas'ın radikalizmini IŞİD'in fikirsel ve cihatçı radikal yaklaşımıyla ilişkilendirmeye çalışarak, bölgesel ortaklık kapsamında yapılan IŞİD ile Mücadele Uluslararası Koalisyonu'nu Hamas'ı kapsayacak şekilde genişletme teklifinde bulundu.
Bu teklifle birlikte, İsrail'in kendisini savunma hakkı olduğu bahanesi altında Gazze halkına karşı işlenen toplu soykırım suçlarına göz yumdu.
Bu hareketler sadece halk arasında ve Arap ve Müslüman seçkin kesimlerde, hatta Hamas ve siyasal İslam'a karşı olumsuz tutuma sahip olanlarda öfke uyandırmakla kalmayıp 10 milyon Fransız Müslüman ile devletleri arasında neredeyse kaçınılmaz hale gelen çatışmanın fitilini ateşleyecek bir sebep olabilir.
Yani Macron'un alelacele hareketleri, Fransa'yı kendisine ve çıkarlarına düşman bir konuma iten iç sosyal, kültürel ve politik değişimler sonucunda dış çatışmanın yansımalarının Fransa'nın içine düşmesine yol açabilir.
Macron'un gösterdiği ve Fransa'nın iç krizi ve sömürge döneminin sona ermesinin ardından mirasıyla ilişkisi hakkında haklı soruları gündeme getiren bu değişimler, Cumhurbaşkanı Chirac döneminden sonra başladı ve üç düzeyde belirginleşti.
Önce aşırı sağ, Yahudilere düşman olmaktan Afrikalılara, Araplara ve İslam'a (İslamofobi) düşman olmaya doğru yöneldi.
Yahudi karşıtı radikal bir lider olan babasının mirasından kopan ve onun yerine Müslümanlara yönelik düşmanlığı getiren Marine Le Pen bunun bir örneğiydi.
Sonra Chirac'ın ardından geleneksel sağ, Sarkozy döneminde göçmenler, Müslümanlar ve Arap meselelerine yönelik dengeli yaklaşımlardan uzaklaştı.
Solda ise Cumhurbaşkanı Mitterrand'dan sonra François Hollande döneminde Sosyalist Parti Mitterand'ın mirasından koptu. Bu iç, sosyal ve dış politika yaklaşımını etkiledi.
Yani Macron, Fransız toplumunun yapısındaki bu değişimlerin, radikal söylemin yükselişinin ve bunun siyasi seçkinler, onların seçimleri ve İslamofobi ile bunun Fransa'nın küresel kalkınma trenini yakalamasına oluşturduğu tehlikeye odaklanan Bernard-Henri, Gilles Kepel, Daniel Cohn-Bendit ve benzerlerinin fikirlerinin benimsenmesini etkilemesinin bir özeti olarak karşımıza çıkıyor.
Siyasi elit kesimin tavırları Sartre, Foucault, Jean Genet, Deleuze, Katari, Vidal-Naquet, Castoriadis, Bourdieu, Jacques Derrida vb. gibi Beşinci Cumhuriyet'in yükselişine eşlik eden aydın kuşağı ve bu kişilerin Holokost'u kınama ve halkların kendi kaderini tayin etme hakkını destekleme konusunda gösterdikleri net tutumları inkar etmeye kadar vardı.
Bu nedenle, Macron'un pozisyonlarının sonucunun, Paris'in elitleri arasındaki iletişim olanağının kaybedilmesine sebep olduğu söylenebilir.
Zira İsrail destekçileri ile Filistin davası destekçileri arasında işler kopma noktasına geldi. Birinci taraf suçun kınanmasını talep ederken, ikinci taraf suçun öncesindeki bağlama bakılmasını talep ediyor.
Bu sırada bu kopukluğun Fransız meclisi içinde genişleyeceği ve bunun Beşinci Cumhuriyet'in sona ermesine yol açabileceği yönündeki endişeler devam ediyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil