Futbolun tek bir doğrusu yok. Ama tek bir hedefi var: kazanmak. Bu hedef, her takıma imkanları dahilinde farklı oyun oynama özgürlüğü sunuyor. Kimi teknik direktörler hemen herkesin diline yapışmış olan “göze hoş gelen” bir oyun oynatarak bunu yapıyor, kimileri de “amaca giden her yol mubahtır” mantığıyla iyi oynamayı tamamen göz ardı ederek, sadece “kazanmak” için oynuyor.
İşin ‘göze hoş gelen kısmı’, oyunun elitleri diyebileceğimiz üst düzey takımların teknik kapasitesi iyi oyuncularla yaptıkları gelişmiş bir pratik... Pragmatizm onlar için sıkıştıklarında kullandıkları bir yöntem gibi gözükse de, soğuk savaş döneminin bitişiyle birlikte büyüyen pastadan büyük pay alma fikri ‘nasıl olursa olsun tepede kalmayı’ yüceltti. Maç analizi ve istatistik de bu yüceltmenin zorunlu sonucu olarak bugün futbolun içindeki en popüler iş alanlarından biri oldu.
Maç analizi ve istatistik minimum çabayla maksimum verim fikrinden yola çıksa da, futbol bugün sahada “en az rakip kadar koşmadan kazanılmaz” fikriyle büyük bir çelişkinin göbeğinde oynanıyor. Bir muhasebeci olan İngiliz Charles Reep’in 1950’lerin ilk yarısında tamamen şahsi ilgisiyle ilk uygulamalarına rastlanan maç analizi, zaman içinde İngilizlerin kıta Avrupası futbolunun önüne geçmek ve de özellikle de üst liglere çıkmak hedefindeki alt seviyedeki takımların uzun toplar, rakibi oynatmamak gibi futbolun estetik halinden uzak, basit ve pragmatist çözümler için başvurduğu bir iş koluydu.
Charles Reep golle sonuçlanan atakların büyük çoğunluğunda üç ya da üçten az pas yapıldığını tespit etmişti. Kendisinden en çok faydalanan teknik direktörlerden biri olan Graham Taylor’un 1980’lerin başındaki Watford’u pres ve uzun topu harmanladığı bir oyun tarzıyla gollerini genellikle maksimum üç pasta atıyordu.
Bambaşka bir oyun tarzını benimseyen ve analizi bir bilim olarak kıtada kullanan Valeri Lobanovski, Dinamo Kiev’de oyuncularının maç başına aksiyonlarını içeren istatistikleri maçlardan sonra tesislere asıyor ve Jonathan Wilson’un Futbol Taktikleri Tarihi’nde belirttiği üzere örneğin bir orta saha oyuncusunun maç boyu en az yüz aksiyon içinde olması gerektiğini söylüyordu.
Her maç için farklı şartlara uygun farklı senaryolar üreten ve çok sayıda hücum tercihiyle rakibi çözümsüzlüğe iten Lobanovski, tüm katılığına rağmen, istatistiği nitelikli veriyi çekip çıkarmak için kullanan bir futbol dehasıydı.
Lobanovski futboldaki bilimsel gelişmelerin ivme kazanacağı 2000’lerin ortalarını görmeden öldüğünde geriden bıraktığı son iki eser 1998’de Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Bayern Münih’e kıl payı elenen Dinamo Kiev ve futbol dünyasına gelmiş geçmiş en teknik sistem hücumcularından biri olan Andriy Schevchenko’ydu.
Lobanovski çağdaşı Rinus Michels gibi makine estetiğini sahaya yansıttı. Sacchi onları izledi, Guardiola ve Klopp hepsinden ilham aldı. Bu örneklerin her biri nitelikli veriyi kullanarak oyunda ‘devrim’ yaptılar.
Futbol bugün son derece hızlı oynanıyor. 1970’lere göre sahada üç kat daha fazla koşan oyuncular var ve oyuncular arasındaki mesafeler oldukça kısaldı. Sahada gitgide zorlaşan bir futbol izliyoruz.
Bugün modaya uymak ve kendilerini garanti altında hissetmek için analiz ekiplerinden panik halinde işe yarayan ya da yaramayan tüm istatistikleri talep eden birçok teknik direktör de doğal olarak nitelikli veriye ulaşmayı başarabilmiş değil.
Peki, nitelikli veri nedir?
Nitelikli veri en basit haliyle sonuç almak işe yarayan, ihtiyaç duyulan veridir. Örneğin oynanacak bir maç öncesi rakip sol bekin atağa çıkışlarda çok fazla top kaybı yaptığını bilmektir. Ya da stoperlerinizden birinin maç başına sadece bir kez fiziksel müdahale ile top aldığını bilip bunu doğru yorumlamaktır.
Nitelikli veri asla ve asla transfer edeceğiniz bir oyuncunun geçtiğimiz sezon x asist veya x başarılı dripling yaptığını ya da ofansif bir orta saha oyuncusunun yüksek yüzdeli pas oranına sahip olduğunu bilmek değildir. Bu verilerin her biri canlı izlendiği takdirde, yani butik çalışıldığında doğru yorumlanabilecek ve ancak o zaman nitelikli bir veriye dönüşecektir.
Örneğin Newcastle United’ın bu sezon başında yaklaşık 20 milyon sterline Nice’den aldığı Allan Saint-Maximin Ligue 1’de geçtiğimiz sezon 143 başarılı driplingle bu alanda Neymar dahil tüm oyuncuların önündeydi. Ancak Saint-Maximin’in yaptığı driplingleri tek tek izlediğinizde birçoğunun oyunu yavaşlattığını, skora etki edebilecek pasların önüne geçtiğini görüyorsunuz. Dolayısıyla bu istatistik tek başına olumlu değil.
Ayrıca oyuncu maç başına yaptığı 11 top kaybı ortalamasına yine topu ayağında fazla tuttuğu için ulaşmıştı. Ligde oynadığı 35 maçta toplam 388 top kaybı yapan Saint-Maximin bunların yüzde 22’sini kendi yarı sahasında yapmıştı. Bu, Premier Lig’de var olma savaşı veren bir takım için son derece riskli bir ortalama…
Veriyi doğru okuyamama bazen en tecrübeli teknik direktörlere bile hata yaptırabiliyor. Jaap Stam’ı analiz ekibinin verdiği istatistik doğrultusunda ‘artık daha az defansif müdahale yaptığı için’ Lazio’ya satma kararı veren Alex Ferguson sonradan bunun kariyerindeki en büyük hatalardan biri olduğunu söyleyecekti. Çünkü bir savunmacının rakibe fiziksel temasının azlığı onun aslında iyi bir savunmacı olduğunu göstermekte. Tıpkı bir on numaranın pas yüzdesinin düşük olmasının aslında iyi bir şey olması gibi…
Yaratıcı oyuncu risk alır ve pozisyonu yaratırken garanti pas yapmaması onun işinin doğası gereğidir. Savunma arkasına bir maçta üç tane çok kritik top gönderen fakat bu üç topta da isabet sağlayamayan bir on numaranın üçte sıfır yaptığına bakarak onu başarısız olarak değerlendirmek büyük bir yanılgı olabilir. Bu üç topun her birinin incelenmesi gerekir.
Örneğin bu toplardan biri belki oyuncunun arkadaşının geç hareketlenmesi yüzünden isabetsizdir, bir diğerini belki savunma oyuncusu mükemmel bir müdahaleyle karşılamıştır. Ya da o üç top da gerçekten çok kötü olabilir. Bunlar olasılıklar…
Futbolun bugün istatistikten ve maç analizinden beklentisi çok yüksek. İmkânı olan kulüplerin kurduğu analiz laboratuvarları, analiz departmanına yaptığı istihdamlar, yazılımlar, kameralar bu beklentilerin bir sonucu... Ancak istatistik ve analiz departmanları ne mağlubiyetleri önleyebiliyor ne de teknik direktörlerin kovulmasını engelleyebiliyor.
Hayatını maç izlemeye ve futbol analizine adamış olan ve Leeds ile anlaşmadan önce Championship’teki 24 takım hakkında da brifing verebilecek düzeyde analiz bilgisine sahip olan ve rakiplerinin idmanını casusla izleten Marcelo Bielsa’nın bu tutkusu onun Leeds’i Premier Lig’e çıkarmasını sağlayamadı.
Günümüzde kalabalık tablolar, excel’de dökümü çıkarılmış sayılar, pay grafikler işin sadece göz boyayan kısmı. Kullanılabilir, işe yarar istatistiki veriyi o madenin içinden çıkarıp amacına uygun kullanabilen kulüpler yok denecek kadar az.
Analiz ekiplerinin bir laboratuvar ortamından yüzlerce veriyi işlemeleri mümkün olsa da genellikle değişkenleri de göz ardı ederek yapılan genellemeler ve bu verileri yorumlayabilme yetersizliği hata riskini artırıyor. Fabrikasyon bir veri toplamacılık yerine doğru tanımlanmış ve ihtiyaca uygun veriyi bulmak ve onu uygulanabilir hale getirmek yani butik çalışmak bu işi anlamlı hale getirecektir.
Sayılar not edilse de, nicelikler konuşulsa da bir çift gören göz ve niteliği yorumlayabilme gücü hepsinin önünde geliyor.
Bugüne dek oyunu hep farklı yorumlayanlar kazandı.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish