Uluslararası ilişkilerin kimlik ve kültürlerin bozulması

Uluslararası ilişkilerde kaynaklar ve alanlar üzerine çatışma kaynaklı sorunlar, son on yıllarda kimlik çatışması olarak bilinen sorunu geride bıraktı

İllustrasyon: Craig Stephens

Meşhur ABD'li solcu Noam Chomsky, bir keresinde şöyle demişti:

ABD, dünyaya istemeden müdahale eder ve yine istemeden çekilir!


Kastettiği şuydu: Askerî-endüstriyel unsur, Amerikalı siyasetçileri; rejimleri ve hükümetleri değiştirmek üzere müdahalede bulunmaya itiyor.

Sonra uluslararası güçler ile yerel devrimciler arasındaki rekabet geri dönüp onları çıkarıyor.

Ardından vicdanı yoklama ve çıkarları tartma süreçleri başlıyor ve müdahale kararının alımı ve müdahalenin neden istenen sonuçları vermediği konusundaki başarısızlık faktörlerine dair açıklamalar on yıllarca boyunca sakız gibi çiğneniyor.

Bu, Vietnam ve Irak'taki savaşlarda böyle oldu. Aynı şey Afganistan'ın işgali meselesinde de öyle olacak.

Aslında ABD müdahalesi şu iki durumdan birinde gerçekleşir: Başka güç ya da küresel güçlerle rekabet ya da hegemonya çağında (1990-2008) olduğu gibi, Amerikalıların hissettiği aşırı kuvvet duygusu durumunda.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu girizgâh niçin? Çünkü Güneydoğu Asya'da Çin'le ve Afrika'da Rusya ve Çin'le görüldüğü üzere rekabet yeniden yoğunlaştı.

Çin ve ABD arasında tehditsiz bir gün geçmiyor. ABD'nin Atlantik ve Afrika'daki müttefiki Fransa, Sahel ülkelerindeki nüfuz alanını kaybediyor.

ABD'nin Sahel ülkelerinin tamamında, özellikle de Nijer'de terörle mücadele için askerî üsleri bulunuyor.

En önemlisi Nijerya (ECOWAS) olmak üzere Nijer'i çevreleyen ülkeler, darbeyi başarısız kılmak için askerî müdahale tehdidinde bulunur ve Fransa tarafından desteklenirken, ABD askerî müdahaleye halen lüzum görmüyor.

Ama ABD'nin de Rus rekabetine karşı güçlü hassasiyetleri var. Nitekim Rusya, Wagner güçleri aracılığıyla Mali'ye ve Burkina Faso'ya müdahale etti.

Ardından Wagner, yakın zamanda Nijerli darbecilere ECOWAS'a karşı destek sözü verdi.

Uzman stratejistlerin ifadesine göre dünya sahnesindeki kargaşanın üç sebebi var: uluslararası ilişkilerdeki çatışma, yükselen kimlik sorunları ve son olarak da toplumsal kültüre saldıran ve aile bütünlüğüyle eğitim sistemlerini tehdit eden cinsiyet krizleri ve değişikliklerinden kaynaklanan akım.

Uluslararası ilişkilerde kaynaklar ve alanlar üzerine çatışma kaynaklı sorunlar, son on yıllarda kimlik çatışması olarak bilinen sorunu geride bıraktı.

Kimlikle etnik veya dinî ya da her ikisi birden anlaşılabilir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra patlak veren savaşlar, her zaman iki güç arasındaki çekişmeyle açıklanıyordu.

Evet, bu halen belirleyici ama Rusya-Ukrayna savaşı, küresel veya en azından Avrupa için kapsamlı bir savaş haline gelmek üzere. Uluslararası ilişkilerdeki artan bozulmanın delili şu ki; eskiden savaşlar, bağımlı ülkeler arasında cereyan ediyordu.

Sonra ABD'nin Afganistan'a ve Irak'a müdahale etmesi ve Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşmasında olduğu gibi büyük devletler doğrudan müdahil olmaya başladı.

Ancak uluslararası ilişkilerin çatışmalarında bile kimlikler her zaman fark edilmese de kayda değer bir rol oynuyor.

Ulus-devlet, İkinci Dünya Savaşı öncesinde de sonrasında da bağımsızlığını, sahip olduğu özel ve ayrıcalıklı kimliğe dayandırdı.

Monroe Doktrini'nden bu yana her bir kimliğin devlet kurma hakkı var. İşte Ukraynalılar, bunun birkaç yüzyıl öncesine dayandığını iddia ederken, Ruslar bunu inkâr ediyor.

Sonra da Ukrayna ile olan anlaşmazlığın, güçlü bir Rus etnik varlığı barındırdıkları için sadece iki eyalet üzerine (Donbass) yaşandığını söylüyorlar.

Dünya kaynaklar, alanlar ve kimlikler için verilen savaşlardan bıktığı için arabulucular ve barış projeleri çoğalıyor.

Bunun son zamanlardaki en bariz örneği, Suudi Arabistan Krallığı'nın çağrısıyla yapılan ve Çin dahil 30'dan fazla ülkenin katıldığı Cidde toplantısıdır.

Etnik ve dinî bakımdan yükselen ve çatışmalara yol açan kimlikler iki türdür:

Mevcut bir devlette yükselen ve bağımsız bir devlet kurma hakkı olduğu için ayrılık talep eden bir kimlik (azınlık) ile insanları etrafında toplamak ve iktidarda kalmak için rejimler ile hükümetler tarafından üretilen etnik/dinî kimlikler (popülizmler).

Birinci tipin en belirgin örneği, Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de isyan eden ve harekete geçen Kürt kimliğidir.

Bu ülkelerin her birinde, özellikle de en büyük Kürt azınlığa sahip Türkiye'de bir veya daha fazla parti, örgüt veya bir özgürlük hareketi var.

Kürtlerin ayrılık bilinci hareketi, yüz yıl boyunca sönmemekle birlikte söz konusu ülkelerden üçü ya da dördü bu hareketi bastırmak için iş birliği yaptığında duraklıyordu.

Suriye ve Irak savaşı yıllarında Suriye'deki Kürtler rahat bir nefes alıp kendi bölgeleriyle komşu Arap bölgelerinde bir yapı tesis ettiler.

Bölgelerini savunmak için de Türkiye'deki silahlı PKK'yı getirdiler. Şimdi de terörle mücadele bahanesiyle Amerikan himayesinden faydalanıyorlar.

Bunun yanı sıra Türkiye-İran sınırındaki Kandil Dağı'nda ve aynı şekilde Irak Sincar'da ve Irak-İran sınırında silahlı bir varlıkları var.

Peki, bu dört ülkeden birinde bağımsız bir varlık ortaya koymaları mümkün mü?

Tabii ki hayır. Çünkü Türkiye ve İran'daki yönetim güçlü. Ama Türkiye'nin, İran'ın ve Suriye'nin sırtında bir kambur olmaya devam edecekler.

Hindistan'ın Birleşik Krallık'tan bağımsızlaştığı esnada (1947) Hindistan'daki bir grup Müslüman entelektüel, İslam'ın bir devleti hak edecek kimlik teşkil ettiğini söyleyerek özel bir İslami bilinç uyandırmaya çalıştılar ve ayrılmayı başardılar.

Daha sonra etnisiteye göre iki devlete bölündüler ve iki ülkede de başarılı bir devlet kuramadılar.

Ancak isyancı İslami kimliğin en şiddetli tezahürü ve dışavurumu, önce El-Kaide'nin, sonra da IŞİD'in ortaya çıkışı oldu.

Bu hayali kimlik adına işlenen suçlardan dolayı düşmüş ve bir din devleti kurmak istiyordu. İslam tarihi, insana ve medeniyete yönelik böylesi bir zulme şahit olmamıştır.
 


Gelelim bir başka soruna; yani insanın insanlığına aklına, dinine, ahlakına ve kültürüne meydan okuyan derin sıkıntıya. Üretilmek istenen yeni kimlik, devletler kurmayı hedeflemiyor.

Onun isteği, insanı bilinen insanlığından 'kurtarmak'. Vatikan'ın 2019'daki deklarasyonu, "Erkek de Kadın da Allah Tarafından Yaratılmıştır" başlığını taşıyordu.

Bu başlık, Kur'an-ı Kerim'in "Erkeği ve dişiyi yaratan ilahi kudrete [yemin olsun]" ayetine benziyor.

Bu eğitim deklarasyonunda şöyle deniyor: Tamamlanma ve insan türünün devamlılığı için takdir edilen bu yaratılış farklılığı, tarihsel ve kültürel koşullardan kaynaklanmış gibi gösterilmek isteniyor.

Bu 'cinsiyet teorisi', kadın ile erkek arasındaki doğal farklılığı reddetmeyi, cinsiyet ve tür farklılıklarının olmadığı bir toplum oluşturmayı hedefliyor ve biyolojik farklılığı atlıyor.

Üstelik aile yapısını ve bütünlüğünü, dolayısıyla da insani eğitim ahlakını ve zihniyetini de tehdit ediyor.

Hatta çocuklara cinsiyet değiştirme veya iptal etme seçeneği sunuluyor ve çocuklar arasında bile 'seçimi özgürleştiren' yasalar çıkarmak ve mutlak 'seçme özgürlüğü' adına bir güvence kültürü oluşturmak için çaba harcanıyor.

Bu korkunç bireyciliği ile ailenin hayatta kalması ve insanın 'ahlaklı bir varlık' olarak varlığını sürdürmesi imkânını ortadan kaldıran bir başka insan üretiyor.

İnsani kimlik (sadece dinî ve etnik değil) üzerindeki bu oynama siyasi, dinî veya etnik kimliklerden daha çok zarar verir. Zira özünde insanın insanlığına el uzatır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU