Yaşlanma ile savaşmanın en iyi yolu üretmek olsa da, bazen yorgunluktan, bazen artık bir anlamı olmadığından ya da üretmek için bir ilham bulamadığından insan kendi yaratım sürecinden pes edebiliyor.
Ya tamamen üretmeyi bırakıyor ya da kendisini ifade edebilecek yeni bir arayışa yönelebiliyor.
Quentin Tarantino’ya da bir röportajda “60 yaşında ne yapmayı planlıyorsun?” diye sorulduğunda “O zaman film çekmeyeceğim kesin” diyerek emeklilik planından bahsetmiş, hatta çekeceği onuncu film ile yönetmenliğe veda edeceğini söylemişti.
Ancak akabinde “Çok iyi bir korku filmi çekmek istediğini”, “Tom Cruise ile bir film yapabileceğini”, “Kill Bill’in yeni bölümü için Uma Thurman ile görüştüğünü” ve hatta son filmi olarak lanse ettiği “Star Trek” projesinin yeni bir seri olacağını düşününce “Son filmim olacak” beyanının biraz reklam koktuğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.
“Büyük lokma ye büyük söz söyleme” demişler; Zira ülkemizde de “Artık roman yazmayacağım” dedikten bir süre sonra kalemini, “Artık müzik yapmayacağım” dedikten bir süre sonra mikrofonunu yeniden eline alan nice isimler gördük.
Hatta artık oyunculuktan ziyade yapımcılığa ağırlık vereceğini söyleyen Brad Pitt bile Tarantino’nun kendisine yaptığı teklifi geri çevirmemiş.
İyi ki de bu rolü kabul etmiş çünkü beyaz perdeye hâlâ ne kadar yakıştığını ve bir filme nasıl güç kattığını bize incelikli bir şekilde hatırlatıyor.
Kulağa karamsar bir durum gibi gelse de kabul etmek gerekir ki; her şeyin bir dönemi ve herkesin bir ömrü var. Bir şeye duyulan ilginin ya da birinin ömrünün diğerinden uzun olduğu zamanlar olsa da hepsinin nihayete erdiği bir son var.
'Şiir, tiyatro, edebiyat artık öldü; bunların günümüzde bir karşılığı ve alıcısı yok' diyenler son zamanlarda sinemanın ölümü ve onun yerine çıkabilecek alternatifleri hakkında konuşmalar yapmaya başladı.
Ancak şu bir gerçek ki, iyi olan her şey gerek sinemanın “sonsuzluğa ışık veren” gücüyle, gerek şiir ve edebiyatın “zamanla sınırlanamayan” o kelimeleriyle ya da diğer sanat dalları ve yeni alternatif üretim kaynakları vesilesiyle ölüme meydan okuyarak sonsuzluğa doğru yol almaya devam edecektir.
Quentin Tarantino'nun 9. Filmi; “Bir Zamanlar... Hollywood'da”
Yönetmen: Quentin Tarantino / Oyuncular: Brad Pitt, Leonardo DiCaprio, Margot Robbie, Margaret Qualley, Dakota Fanning, Julia Butters, Damon Herriman, Austin Butler, Emile Hirsch, Scoot McNairy, Luke Perry, Al Pacino, Nicholas Hammond, Spencer Garrett, Mike Moh, Lena Dunham, Damian Lewis, Bruce Dern, Kurt Russell, Timothy Olyphant, Zoë Bell and Michael Madsen / 159 dakika
Quentin Tarantino'nun dokuzuncu filmi “Bir Zamanlar... Hollywood'da”; hippi yaşam tarzının baskın olduğu 1969 yılının Los Angeles’ını kadrajına alıyor.
Film; ana akımın artık tamamen değiştiği bir ortamda neredeyse popülaritesini kaybetmiş bir televizyon yıldızı olan Rick Dalton ile onun dublörü olan Cliff Booth’un Hollywood’un Altın Çağı’na ait son yıllarında günden güne çetrefilleşen film endüstrisinde verdikleri varoluş mücadelesini anlatıyor.
İkilinin yeniden şöhret ve başarı elde etmek için verdikleri çabayı konu edinen hikayenin arka planında ise Roman Polanski'nin eşi Sharon Tate’in aynı yıl içinde gerçekleşen trajik ölümüyle ilgili Tarantino’nun kendi perspektifi üzerinden bazı detaylar da içeriyor.
Ancak eğer ölümüyle birlikte ikonik bir yıldıza dönüşen Charles Manson ailesinin kurbanı Sharon Tate’in bu trajik hikayesine dair kapsamlı bir şeyler görmek için filmi seyretmeye niyetlendiyseniz böyle bir beklentiye girmeyin derim.
Tarantino’nun içinde büyüdüğü ve yaşadığı Hollywood’a dair hatırladıklarını bir araya getirdiği hikayenin tümü Tate ya da Manson ailesinin etrafında dönmüyor.
Zira filmin aslına sadık bir biyografiden daha ziyade o dönemle ilgili kurgusal bir fanteziyi ortaya koyduğu çok açık. Ki sanatsal amaçlar için gerçekleri farklı yönden ele almak konusunda Tarantino’nun yaklaşımında ben şahsen yanlış bir şey görmüyorum.
Dolayısıyla söylediğim gibi, Tate’in kendi yaşamıyla ilgili bağlantı kurabileceğiniz anlar ve detaylar varsa da filmdeki döngünün tamamen Rick ve Cliff’in perspektifinden aktarıldığını bilmenizi isterim.
Bu arada, Tarantino’nun Sharon Tate’i hayranlık ve saygıyla filmde konumlandırmaya çalıştığını ve filme onunla ilgili sahneler ekleme isteğini anlıyorum ama yine de film içindeki karakter gelişimi tam olarak gerçekleşmemiş olan Tate’in temsiliyeti ve anlatıdaki rolünün filmin akışında bazı temel sorunlar yarattığını düşünüyorum.
Öyle ki çoğunlukla Rick ve Cliff’in perspektifinden anlatılan bu hikâyede zaman zaman Tate’in bakış açısından gördüğümüz olaylar akışta bir kopukluk sağladığı gibi, filmi gereksiz yere yavaşlatıyor ve hatta uzatıyor.
İdeal ve saf bir sunum
Bir Zamanlar... Hollywood'da sinefiller için yine bir film hayranı tarafından yapılmış diyebiliriz.
Hikaye hem Hollywood stüdyolarının altın çağına, hem 60’lı ve 70’li yıllara ait filmlere hem de Tarantino’nun kendi filmografisine dair pek çok referanslarla dolu.
Tarantino kendi evrenine dair incelikleri o kadar güzel filme yerleştirmiş ve dağıtmış ki diğer filmlerine yaptığı atıflar filme ayrı bir boyut katıyor.
Gerçeklik ile kurgusallığın harmanlandığı bu filmde Tarantino’nun yapım ve tasarım konusunda dikkat çeken titizliği övgüyü kesinlikle hak ediyor.
Dekorlar, neon ışıklı restoranlar, sarı sıcak yazın ısıttığı sokaklar, kostümler, aksesuarlar, saç kesimleri o kadar doğru bir şekilde kullanılmış ki dönemin atmosferini başarıyla hissettiriyor. Ve sarımsı kahverengi nostaljik sıcaklığı ile o dönemin retrosunu oldukça gerçekçi bir şekilde, ideal ve saf bir sunumla seyirciye yaşatıyor.
Hollywood’un kusurlu ama gerçek kahramanlarını, onların zorluklara rağmen bağını koparmamış dostluklarını ve tüm gerilim ve entrikalara rağmen varlığını koruyabilmiş masumiyetleri olabildiğince güzel resmediyor.
Film, hem Hollywood Tepeleri’nde konumlanmış göz alıcı evlerin havuz partileriyle “konforlu yaşamı”, hem de hippi bir yaşam tarzıyla “sıradanlığı” aynı anda idealleştiren bir anlayışa sahip.
Diğer Tarantino filmlerinde olduğu gibi filmde ilgi uyandıran çok fazla şey var. Kendisine has mizahı, diyalogları ve Simon & Garfunkel'den Deep Purple'a kadar uzanan döneme uygun müzikleri filmin kendi ritmini yakalamasını sağlıyor. Seyirciyi karakterlerin peşi sıra şehirde dolaştıran sinematografisindeki canlı renkler Los Angeles’ı perdede çok güzel gösteriyor.
Tüm Hollywood sokak mağazaları vitrinleri üzerine yerleştirilmiş olan fiziksel cephelerle 1960’lara ait özgün bir görünüme dönüştürülmüş. Tarantino dışında başka hiç kimse eski yazı tiplerine bu kadar önem göstermemiştir sanırım.
Evet, bu sayede altmışlı yılların sonlarındaki Hollywood’a dair inandırıcı bir atmosfer yaratılmış olabilir ama diğer taraftan bu Tarantino'nun bir şaheser yarattığı anlamına da gelmiyor.
Zekice hazırlanmış bu bileşenler bütünsel olarak filmde tatmin edici bir tutarlılık sağlıyor mu, pek emin değilim.
Muhtemelen Tarantino filmografisindeki en zayıf senaryoya sahip filmde yine de bir eksiklik ve olmamışlık var.
Film bir açıdan sansasyonel bir trajedi ama nihayetinde kimin kahraman, kimin kötü olduğu anlaşılmıyor ve hikaye hiçbir yere varmıyor.
Film, en iyi Tarantino filmleriyle benzer bir diyalog ve evren yapısına sahip olsa da yönetmenin “Rezervuar Köpekleri”, “Ucuz Roman” ve “Jackie Brown” gibi klasikleşmiş filmlerinde olduğu gibi güçlü bir hikâye anlatımı sergileyemiyor.
Eski ve yeni Hollywood
Birliktelikleri anons edildiğinden bu yana merak ve heyecan uyandıran Leonardo DiCaprio ve Brad Pitt kendilerinden beklenildiği gibi harika bir oyunculuk sergiliyorlar.
İkilinin kimyası o kadar uymuş ki insanın ilk andan itibaren onların gerçekten çok yakın arkadaş olduklarına inanası geliyor.
Leonardo DiCaprio’nun hayat verdiği Rick Dalton statüsünü kaybetmeyi hazmedemeyen ve geçmişteki şöhretini kazanmak isterken alkolik olma yolunda ilerleyen biridir.
Roman Polanski ve eşi Sharon Tate’in kendi evinin hemen bitişiğindeki bir villada yaşadığını öğrenen Rick, kariyerinde düşüşte olduğu böylesi bir dönemde onlarla tanışma fırsatı olursa onun için bir şans olacağını düşünüyor.
Artık güncel olmama ve aranmama korkusu sinema endüstrisinde çalışan herkesi bir dereceye kadar etkileyen bir şey.
Ama Dalton’un yeri geldiğinde dublörü, yeri geldiğinde şoförü, yeri geldiğinde yardımcısı ve yeri geldiğinde en yakın arkadaşı hatta kardeşi olan Brad Pitt’in hayat verdiği Cliff Booth ise Rick Dalton’un aksine sevgi dolu, bakımlı, iyi eğitimli köpeğiyle birlikte bir karavanda yaşamaktan mutlu olan biridir.
Elbette o da yeni iş olanaklarının peşindedir ancak kariyeri konusunda Dalton’a göre daha az endişeli görünmektedir.
Rick ve Cliff’in kendi çalkantılı hayatlarının paralelinde seyrettiğimiz Margot Robbie’nin hayat verdiği Sharon Tate ise filmin baş karakterinden ziyade sanki meleksek bir varlık olarak, zamanın masumiyetini yansıtmak adına kadroya katılmış gibi duruyor.
Filmde gülümseyerek dans etmek dışında yapacak çok bir şeyi yok. Ancak iç içe geçen bu yaşamlarda Rick, Cliff ve Sharon endüstrinin üç farklı yan ürününü temsil eden birer arketip gibidirler. Rick eski Hollywood’u, Sharon yeni olanı, öte yandan bir karavanda yaşayan Cliff endüstrinin yükünü taşıyan isimsiz bir kahramanı temsil etmektedirler.
Tarantino’nun en duygusal filmi
Sinema endüstrisi hakkında olduğu kadar grindhouse, dövüş sanatları ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar pek çok şeye dokunan “Bir Zamanlar... Hollywood'da” filmi acımasız olduğu kadar Tarantino’dan beklenmeyecek bir duygusallığa da sahip.
Olayları körükleyen bir öfkenin yerini melankolinin aldığı bu film yönetmenin önceki filmlerinde var olan intikam duygusunu artık tamamen geride bıraktığına işaret ediyor.
Üstelik film, Tarantino dünyasında da gözyaşı döken hassas erkeklerin olduğunu gösteren bir kahraman üzerinden ilerliyor.
En dokunaklı olan da ikinci sınıf bir aksiyon filmi oyuncusu olan ve belirsizlik korkusuyla yaşayan Rick Dalton’un kırılgan iç dünyasına dair duyduğumuz şeyler.
Bir film setinde aynı sahneyi paylaşacağı zekâ, ciddiyet ve olgunluğuyla dikkat çeken sekiz yaşındaki metot oyuncusu ile aralarındaki diyalog ise filmin en güzel sahnelerinden biri.
Hayatın orta yaştaki insanlara neler sunabileceği konusunda da kendi perspektifi üzerinden merak uyandıran bir film.
Kendi çalışmasının ve film yapım tarzının bir parodisi olarak da nitelendirilebilecek otobiyografik bir anlatıya sahip “Bir Zamanlar... Hollywood'da” ile Tarantino, erkek egemenliğindeki Hollywood’da sanatçılarının hayatta kalarak nasıl büyümeye çalıştıklarının iyi, kötü ve çirkin yönlerini ortaya koymaya çalışıyor.
Dolayısıyla geçmiş hatalarından dolayı kendisine dair yöneltilen suçlamalara karşı hem sektöre hem de hayranlarına postmodern bir özür sunuyor.
Tarantino’nun çalışmalarını seviyorsanız, kesinlikle kaçırmamanız gereken bir film. Bu film ayrıca bu yılın başlarında zamansız ölümünden önce Luke Perry’nin rol aldığı en son film olduğunu da söylemek gerekiyor.
Haftanın diğer filmleri
Acele Baba Aranıyor
Xavier de Choudens'in yönetmenliğini üstlendiği komedi filmi Adopt a Daddy'nin başrollerini Melisa Sözen ve Franck Gastambide’in paylaşıyor.
Damien ve kız kardeşi Melanie mutlu bir çocukluk geçirmişlerdir; ancak annelerinin ölümünden sonra bir anlamda ailenin büyüsü bozulur. Aradan 20 yıl geçer, Damien artık bir ilkokul öğretmenidir. Ülkede kalması için gerekli evrakları olmayan bir öğrencisi, annesiyle birlikte sınır dışı edilecekken, Damien yetkililere çocuğun kendi çocuğu olduğunu söyler. Kız kardeşi, en yakın arkadaşı Rudy ve dişli bir avukatı da yanına alarak çocuğu ve annesini kurtarmak için amansız bir savaşa girer.
Jurassic Hayvanları
Jason Wright yönetmenliğindeki Jurassic Bark, Yıldız Paw ve ekibinin bütün galaksiyi kurtarma girişimini konu ediniyor.
Yıldız Paw'la ekibi geri döner ancak bu kez bütün galaksi tehlikededir! Marlon ButterPaws adında kötü bir kedi evreni yok etme planları yaptığında ButterPaws’ı durdurmak ve dünyayı kurtarmak için her şey Yıldız Paws olarak bilinen elit bir uzay köpek ekibine bağlıdır.
Kod Adı: Angel
Olympus Has Fallen ile başlayan ve London Has Fallen ile devam eden politik aksiyon serisi Fallen'ın üçüncü halkası Angel Has Fallen'ın başrollerinde, ilk iki filmde olduğu gibi Morgan Freeman ve Gerard Butler yer alıyor.
Gizli Servis üyesi ve başkan koruması Mike Banning'i, Başkan Allan Trumball'un hayatını tehdit eden bir hava saldırısı sonucunda hayatını ve kariyer seçimlerini sorgulamaya başlarken görüyoruz.
Karalama kampanyasının hedefi haline gelen ve başkana suikast düzenleme teşebbüsüyle suçlanan Banning, gerçek tehdidi ortaya çıkarmaya çalışırken kendi ajansından ve FBI'dan kaçınmak zorunda kalıyor.
Korku Hikayeleri
Scary Stories to Tell in the Dark; 1960’lı yıllarda Amerika’nın unutulmuş ve yok olmaya terk edilmiş bir kasabasında Halloween gecesinde geçen bir film.
Bir grup genç, peşlerinden gelen zorba bir sınıf arkadaşlarından kaçarken korkunç efsanelerle ün salmış “perili” bir eve sığınmak zorunda kalırlar.
Efsanelere göre evde yaşayan zengin ailenin kızı Sarah, “normal” olmadığı için bir odaya mahkum edilmiştir ve komşu çocukları öldürdüğü ortaya çıkınca da tımarhaneye gönderilmiştir.
Eve sığınan gençlerin bu şehir efsanesinin gerçek olduğunu öğrenmesi çok uzun sürmez. O talihsiz gece boyunca Sarah’nın günlüğünde yazan korkunç hikayeler bir bir gerçek olmaya başlayınca imkansız bir hayatta kalma mücadelesi başlar.
Online Vahşet
Yönetmenliğini Marc Martinez’in üstlendiği Framed, sosyal medya çılgınlığının hangi boyutlara ulaşabileceğini perdeye taşıyor.
Framed yeni çıkmış ve bir anda popüler olmuş bir cep telefonu uygulamasıdır. Youtube’dan farklı olarak görüntüler canlı yayınlanır ve o sıradaki izleyici sayısı önemlidir. Ne kadar çok izleyici o kadar başarı!
Durum böyle olunca ne kadar iğrenç, ne kadar açık hatta ne kadar vahşi görüntü yüklenirse o kadar çok seyirci gelmektedir. Bu arada, bir grup genç bir veda yemeği için bahçe içinde, iki katlı bir kır evinde bir araya gelirler.
Arkadaş gurubundan biri çalışmaya yurtdışına gidecektir. Partiye kız kardeşini de getirir. Gecede eski sevgilisi de vardır ve yeni bir çocukla gelmiştir. Havada zaten gerilim varken bir de davetsiz misafirler gelecektir.
Sonradan gelen bu üç kişi geceyi kabusa çevirir. Bu davetsiz misafirlerin amacı Framed’de izlenme rekoru kırmaktır ve bu yolda her türlü vahşeti yapmaya hazırlardır.
Ölüm Oyunu: Son Kurban
The Luring, kaybettiği hafızasını geri kazanma adına kötü bir geçmişinin olduğu ailesinin tatil evine dönüş yapan Garrett'ın hikâyesini anlatıyor.
Garrett çocukluğundan kayıp bir bölümü hatırlayabilmek için kız arkadaşıyla birlikte ailesinin yazlığına gider. Fakat hatırlamaya çalıştığı şeyin hayatını tamamen değiştireceğinden habersizdir.
Renkli Penguenler
Evan Tramel'in yönettiği Penguin Rescue, galaksiler arası seyahatler düzenleyen bir grup kâşifin karşılaştıkları penguenlerle olan maceralarını anlatıyor.
Film, çökmekte olan buzul tabakasında mahsur kalan penguenleri kurtarmakla görevlendirilen bir araştırmacının hikayesini konu ediyor. Galaksiler arası uzay araştırmacısı, ilk görevi ile karşı karşıyadır.
Küçük bir penguen, çökmekte olan bir buzul tabakasında mahsur kalmıştır. Uzay araştırmacısı, küçük pengueni kurtarmak için uzak bir gezegen olan Dünya'ya yolculuk etmek zorunda kalır. Dünya'ya gelen araştırmacı, küçük pengueni acaba kurtarabilecek midir?
Sar Başa
Berk Alan'ın yönettiği Sar Başa, talihsiz bir olay sonucu hafızasını kaybeden Ussal'ın hikâyesini anlatıyor.
Üniversite sınavına hazırlanan Ussal, moda tasarımcısı olmak isteyen abisi, kuzenleri, müzisyen olmak isteyen Sabri ve basketbol antrenörü Kürşad ile birlikte yaşamaktadır.
Ussal, sınava bir gün kala yaşanan talihsiz bir olay neticesinde hafızasını yitirir. Şimdi ekibin en son yaşadıkları günü tekrar yaşatarak Ussal’ın hafızasını geri getirmesi gerekiyor.
© The Independentturkish