Erdoğan'la Türkiye Yüzyılı ve Ortadoğu

Türk-Arap rekabeti, son on yılda geçmişteki kazanımları baltaladı. Her iki taraf da bu süreçte çok şey kaybetti. Bunu sürdürmenin bir manası yok

Fotoğraf: Reuters

Zafer konuşmasında Erdoğan, zafer için Allah'a şükrettikten sonra Araplarla ilişkilerin düzeltilmesi için çağrıda bulundu, Batı'ya saldırdı ve "Türkiye Yüzyılı"nı müjdeledi.

Bu konuşma, bir seçim mücadelesinin ardından yapıldı. Bu mücadelede Batı, Erdoğan'a karşı cephede dururken Ruslar onu destekledi, Çinliler mücadeleyi kazanmasını umdu ve Araplar endişeyle sonuçları bekledi.

Batı'nın Erdoğan'ın zaferinden yana bir endişesi yok, çünkü ona karşı koymak için güçlü kartlara sahip; zaman geçirebiliyor, çünkü gözü Erdoğan'dan sonrasında ve Türkiye'yi kendi sistemine dahil etmeye hazır.

Erdoğan'ın zaferi Çin'i de ilgilendiriyor, çünkü Batı dengelerinde Türkiye'nin jeopolitik öneminin farkında. Başkan Putin'in liderliğindeki Rusya ise Erdoğan'a büyük umutlar bağlıyor, zira Putin Türkiye'nin kurumlarına değil, Erdoğan'ın şahsına güveniyor.

Bu noktada Putin'in ilgisi farklılaşıyor, çünkü o devlet üzerine değil de şahıs üzerine oynuyor.

Putin, Rusya'nın çıkarlarının Türkiye'ninkilerle çatıştığını, ancak Erdoğan'a güvendiğini belirtmişti.

Zira Türkiye ekonomik, askerî, ticari, turistik ve mali kuşatma altındaki Putin için bir güvence.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Erdoğan'ın konuşmasında, geçmişte Türkiye'yi İslam ümmetinin lideri olarak seçtiği için Allah'a şükretmesi ve "Türkiye Yüzyılı" olarak adlandırdığı rolü yeniden kazanacağını umduğunu vurgulaması dikkat çekicidir.

Bu rol, Türkiye'nin çıkarlarını korumak için Batı'ya güveneceği, ancak Rusya ve Çin ile ilişkilerini ve çıkarlarını feda etmeyeceği gerçeğiyle özetlendi.

Bu demek oluyor ki Erdoğan öncelikli olarak, Batı'yı rahatsız eden ve bir NATO üyesi olarak Türkiye'nin güvenilirliğini sorgular hale getiren önceki siyasetini izlemeye karar verdi.

Bu karar, yeterli karta sahip olduğuna ve kimsenin onu kaybetmek istemeyeceğine olan inancından kaynaklanıyor.

Bu yüzden Arap dünyasına açık olduğuna ve Körfez ülkeleriyle yapıcı bir ilişkiye yoğunlaştığına dikkat çekti.

Erdoğan Körfez ülkelerinin çıkarlarını kabul ettikten sonra Körfez ülkeleri de onunla ilişkilerini düzeltti, Türk lirasının değer kaybetmemesi için Türkiye Merkez Bankası'na milyarlar pompalayarak seçim kampanyasında Erdoğan'ı destekledi, seçmenlere mali teşvikler sunmasını imkân tanıyarak onların memnun edilmesine katkı sağladı.

Ayrıca üretimi artırma politikasının yanı sıra, yüzde 4 büyüme yakalayan Türkiye pazarının hareketlenmesinde de Körfez ülkelerinin rolü vardı.

Birleşik Arap Emirlikleri'nin iki ülke arasında petrol dışı sektörlerde ticareti 40 milyara kadar yükseltmeyi hedefleyen iş birliği anlaşmasını onaylaması, Krallığın Türkiye Merkez Bankası'nda 5 milyar değerinde mevduatının bulunması, Katar'ın büyük yatırımlarda bulunup merkez bankasına para yatırması, Türkiye'nin bu ilişkideki büyük ve derin çıkarının bir göstergesidir.

Erdoğan, Körfez ülkeleriyle kurduğu bu ilişki sayesinde Mısır'ın Libya'daki çıkarlarını yavaş yavaş anladı ve Mısır liderliğinin bir tekel olarak gördüğü "Hamas" kartının Mısır'a teslim edilmesi yönündeki taleplere karşılık verdi.

Bundan dolayı herkesten önce BAE Devlet Başkanı ve ardından Mısır Cumhurbaşkanı'nın Erdoğan'ı tebrik etmesi, bölgenin yaşadığı anlaşmazlıkların, sorunların ve tehditlerin ortadan kaldırılması için bir platform olarak, çıkarların derinleştirilmesine dayalı yeni bir bölgesel akımın oluştuğunu gösteriyor.

Bir diğer deyişle Türkiye ve ekonomik açıdan güçlü ve etkin Arap ülkeleri, bölgeyi güvenlik ve ekonomi açısından koruyacak bir çözüme illaki varacak ve gerek ABD gerek Rusya veya Çin bu çözüme hiçbir şekilde itiraz etmeyecek, zira bunun ötesinde bir çıkarları yok.

Bu, kaçınılmaz olarak İran'la da gerçek bir güç dengesi oluşturulmasının yolunu açacak ve İsrail'i Arap ve İslam dünyasının haklı taleplerini görmezden gelmenin risklerini hesaba katmaya sevk edecek.
 


Erdoğan bu ittifakı pekiştirirse pek çok hedefi gerçekleştirme imkânı bulacak. Ülke ekonomisi milyarlarca dolar pompalanarak canlanacak, bölgenin kapıları Türk ürünlerine açılacaktır.

En önemlisi de Türk-İslam ideolojisi şekillenecektir. Bu gerçekleşirse, Arap coğrafyasında mezhep çekişmelerinde bir gerileme yaşanacak ve Batı'yı paniğe sevk etmeyecek bir "yeni İslam" anlayışı ortaya çıkacaktır.

Bu "çekici İslam", İran'ın krizle beslenen ideolojisine olumlu bir rakip olacaktır. Niyetler halis ise şayet, tüm bunlar muhakkak ki iki önemli şeyin gerçekleşmesini sağlayacak: Suriye'de kanayan yaraya deva bulunması ve Libya'daki iç savaşın durdurulması.

Zira Arapların Suriye rejimine yönelik son açılımı ve onu Arap Devletleri Ligi'ne (Arap Birliği) kabul etmeleri, Arapların Suriye rejiminden taleplerinin yerine getirilmesi için tek başına yeterli değil.

Türkiye'nin Suriye topraklarında askerî varlığı ve Suriye'nin parçalanmasının sonuçlarına ilişkin endişeleri var.

Dolayısıyla Türkiye ile bu yeni ittifak sayesinde Araplar, Rusya ile Çin'i, Arap Birliği'ne dönüş konuşmasında görmezden geldiği "adım adım" girişimini uygulaması için Esad'a baskı yapmaya ikna etme imkânı bulacak.

Bu ittifak Mısır'ın komşu Libya'daki çıkarlarını tanıması ve Libya'da çekişmeli taraflar arasında uzlaşmaya öncülük etmesi karşılığında Türkiye'nin anlaşılır çıkarlarını güvence altına alacak. Bazı göstergeler, bu yolda olası bir ilerlemeye işaret ediyor.  


Erdoğan'ın ekonomiyle başı ciddi anlamda dertte. Bu sorunu ancak mali açıdan kudretli, yatırım yapmaya ve Türkiye ile teknolojik bilgi alışverişine hevesli (Körfez'deki) Arap komşularıyla uzlaşırsa çözebilir.

Araplar, milislerin önemli ülkelerine sızmasıyla kendini gösteren bir sorunu var. Dolayısıyla etkili bir oyuncu olarak Körfez ülkelerinin çıkarları, kaçırılan bu devletleri kendi kendini yok etme sarmalından kurtarmak ve ekonomilerini yeniden canlandırmaktır.

Bu, Erdoğan'ın "Türkiye Yüzyılı"nı gerçekleştirme çabasıyla da tamamen örtüşüyor. Bu hedefine varabilmek için Arap komşularına gerçek anlamda açılması ve herkesin menfaatine uygun düşecek ortak hedeflere ulaşmak için onlarla iş birliği yapması gerek.

Erdoğan, Arap Baharı sonrasında yolları ayrılmadan önce Körfez ülkelerinin 1980'li yıllardaki dev yatırımları ve ılımlı Türk-İslam hareketine verdikleri destek yoluyla Türkiye'ye yaptıkları iyiliği herkesten daha iyi biliyor.

Türk-Arap rekabeti, son on yılda geçmişteki kazanımları baltaladı. Her iki taraf da bu süreçte çok şey kaybetti. Bunu sürdürmenin bir manası yok.

Erdoğan'ın söylem değişikliğinin ve Körfez ülkeleriyle umut vadeden bir Ortadoğu inşa etme çabasının arkasında yatan da bizzat bu olabilir.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Aybüke Gülbeyaz

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU