Dünya, ileride 'yeni' uluslararası ve küresel sistemleri ortaya çıkaracak değişim ve dönüşüm meselelerini tartışmakla meşgul.
Bu yeni bir şey değil. Zira dünyanın başına ister bir salgın ister bir savaş olsun bir musibet veya felaket geldiğinde, düşünürler ve analistler yorumlarda bulunmaya başlar.
Siyasetçiler ise ileriki günlerin uyum sağlamak veya karşı çıkmak ya da tamamen yok saymak zorunda kalacakları ne gibi olaylar ve gerçekler getireceğine kafa yorar.
Küresel düzeydeki gelişmeler Arap dünyamızda da yankı buluyor. Genelde yeni bir şeyin vuku bulacağına ve muhtemelen Arapların başına kötü bir şey geleceğine dair bir tutku olur ve bize bölgemizin insanlarının dünyanın nasıl olmasını istediği ve durumumuzun ne olacağı nadiren sorulur.
Garip olan şey, on yıllar önce çeşitli değerlendirmeler vardı. Bunların başında 'Araplara' devletler olarak değil, geçmişte bir gaflet anında bölünmüş bir 'ulus' olarak bakılması geliyor.
Ancak 1950'li ve 1960'lı yıllarında yaygın olan bu düşüncenin pek de mantıklı olmadığı hızla anlaşıldı.
Devletlere ve ülkelere parçalanan ulusa ilişkin uluslararası gerçekliği kabul eden bir akım ortaya çıktı ve sonra bu düşünceye önemli bir kitapta yer verildi:
Arap Bölgesel Düzeni: Arap Siyasi İlişkileri Üzerine Bir Araştırma.
Dr. Ali ed-Din Hilal ve A. Cemil Matar tarafından kaleme alınan kitap, Arap Birliği Çalışmaları Merkezi tarafından çıkarıldı ve Arap entelektüel pazarındaki önemi nedeniyle beş baskı yayımlandı.
Kitap, Arap ülkelerinin yeni bağımsızlıklarını kazanmış ülkelerden uluslararası statüleri daha sağlam olan ülkelere dönüştüğü döneme tanıklık eden bir değerlendirme olarak öne çıktı.
Ekim Savaşı'ndan sonra petrol ve zenginliği, hem üreticiler hem de tüketicilerin fayda göreceği şekilde aktı.
Savaş, İsrail ile barışın kapılarını açtı. Ardından İran-Irak savaşı patlak verdi. Bunu Irak'ın Kuveyt'i işgali takip etti.
1990'lı yıllarda barış ve uyum arasında, 20 yıl sonra 'Arap Baharı' adıyla yaşanacak şeylerin tohumları atıldı. Işıltısını halen koruyan kitap, 'Arap bölgesel düzeni' ile o dönemde 'Ortadoğu bölgesel düzeni' hakkında bilinenleri ve 21'inci yüzyılın ikinci on yılının başında ortaya çıkan gerçeklere dayanan başka bir değerlendirmeyi gerektirebilecek mevcut aşamayı ayırmayı amaçlayan bir geçiş aşaması gibidir.
Üç şey bahsedilmeye değer.
Birincisi; Modern çağda hiçbir Arap ülkesi herhangi bir mucize gerçekleştirmedi. Arap dünyasında Japonya, Güney Kore ya da bildiğimiz uluslararası kaplanlar ya da leoparlar yoktu.
Buna yaklaşan tek Arap ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) oldu. Dubai modeli ile Singapur modeline yaklaşmayı başardığı ve kendisine yaklaşmaya çalışan Katar gibi yakın ve küçük diğer ülkelerin gözlerini üzerine çeken bir deneyim ortaya koydu.
İkincisi; Arap ülkelerinin büyük çoğunluğu, bağımsızlıktan sonra tek bir ürüne yani petrol ve doğalgaza bağlı rantçı devletler haline geldi.
Ya da petrol, turizm, yurt dışındaki işçilerin havaleleri, Süveyş Kanalı ve sanayi ve tarımdan oluşan küçük bir gelir paketine bel bağlayan Mısır gibi oldular.
Üçüncüsü; 'coğrafi komşu' denilen ülkeler, komşu Arap ülkelerinin doktrini, diplomasisi ve silahlarına sızdı. Buna üçüncü on yılın başına kadar 'terörizm', 'salgın' ve 'Ukrayna savaşı' eklendi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geçmişte ne yaşanmış olursa olsun ve bundan çıkarılacak düşünce ve yorumlar ne olursa olsun bu, bir grup Arap bölge ülkesinin çağdaş dünyayla bizim temenni ettiğimiz gibi değil, olduğu gibi nasıl başa çıkması gerektiğini düşünme görevini aydın Arap kuşaklarının üzerinden kaldırmamalı.
Bu noktada 'tarih', 'vizyon' ve 'strateji' arasında fark olduğunu zihnimizden çıkarmamız gerek.
Tarih; insanın üzerinde hiçbir kontrolünün olmadığı milyonlarca maddi ve manevi değişkenler durumudur.
Vizyon; geleceği öngörmeye ve ona ulaşmaya yönelik insani bir çabadır.
Strateji; fırsatları ve riskleri hesaplarken belirli hedeflere ulaşmak için insani ve maddi araçları kullanma planıdır.
Tarih o kadar derindir ki umut, temenni ve hayal gücünü karıştırma korkusuyla bu alanda derinlemesine araştırma yapmak mümkün değildir.
Strateji, tarihsel gelişiminin aşamaları veya kendisine ve dünyaya ilişkin vizyonu ne olursa olsun, 'devlet' çalışmasının merkezinde yer alır.
Strateji tanımı gereği, hepsinin ikinci on yılın başında yaşananların ve 'Arap Baharı' denen şeyin eteklerinden döküldüğü somut gerçeklere dayanmalıdır.
Sözde Bahar birtakım sonuçlara yol açtı.
Birincisi; ondan önceki mevcut koşullar, hedeflerini tükettikten ve çıkmaza girdikten sonra artık devam edemezdi.
İkincisi; Arap Baharı birçok başarısız devlete -Irak, Suriye, Yemen, Libya ve ondan önce Sudan, Somali ve Afganistan- ve yüz binlerce ölüm, milyonlarca yaralı ve 14 milyon mülteci ve yerinden edilmiş insanla sonuçlanan iç savaşlara yol açtı.
Üçüncüsü; Arap Baharı, bölgeyi ve dünyayı sarsıp İslam dinini tehlikeye atan devrimci bir aşırı faşizm durumu yarattı.
Dördüncüsü; bu devrimci durumun etkisi, İran ve Türkiye'nin özellikle Suriye ve Irak'ın düşmesiyle ortaya çıkan siyasi ve stratejik boşluktan yararlanma girişimlerine ek olarak ABD'nin bölgeden çekilmesiyle daha da arttı.
Beşincisi: bu 'devrimci' durumla mücadele etmek için iki yönlü bir yanıt gerekli oldu: Bölgedeki güç dengelerini değiştirip devrimci duruma gerekirse silahlı güçle karşı koymak ve reform yapmak.
Burada bölgede sunulan iki tür reform olduğunu belirtmek gerekir: Düşmanca Reform (Hostile Reform) ve Dostça Reform (Friendly Reform).
Birincisi yurt dışından ve özellikle Batı'dan geliyor. Öncelikli olarak insan haklarına vurgu yapmakla birlikte siyasi reformlara dayanıyor.
Pek çok kusuru olan bir demokrasi (Irak modeli) aracılığıyla mevcut siyasi rejimleri devirmeyi (mevcut devletlerin düşmesiyle sonuçlanıyor) amaçlıyor.
İkincisi ise Arap ülkelerinin içinden geliyor ve sosyal, ekonomik ve siyasi yapılarındaki geniş çaplı sıkıntıları günümüz gerçeği ile barışarak sakin bir çaba ile düzeltmeyi hedefliyor.
Bu son yolda, içlerinden bazılarının Avrupa referanslarını esas aldığı bazı Arap ülkelerinde gelişmeler yaşandı. Mısır Hidivi İsmail Paşa Mısır'ı Avrupa'nın bir parçası yapmayı hedefleri arasına koyduktan sonra, 21'inci yüzyılda reform alanı Avrupa deneyiminin bir temsilcisi haline geldiğinde, mevcut gerçeklik Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın sözleriyle daha cesur ve kararlı hale geldi.
Fazla değinmeden, 'Asya deneyimi' Çin, Güney Kore ve Singapur örneklerine dayanan bir başka referansa damgasını vurdu.
Nerede olursa olsun bir grup Arap ülkesi ulusal devleti somutlaştırmaya, devletin bölgesel çerçevesine nüfuz etmeye ve gelişmiş dünyanın deneyimlerine uyum sağlamak için sosyal ve ekonomik değerler geliştirmeye başladı. Bu kadar yeterli.
Peki, bu grubun omuzlarına 'yeni' bir Arap bölgesel düzeni kurulabilir mi?
Mesele bu.
Fırsatlar nelerdir? Zorluklar nelerdir?!.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia