Yeni Netanyahu dönemini karşılarken yeni bölgesel İran dokunuşları

Düşmanlık sayfasını çevirmeye, toplu intihardan kaçınmak için ortak çıkarları gerçekleştirmeye dayalı yeni yaklaşımlar başlatmak hiç şüphesiz Ortadoğu'daki herkesin çıkarına

Fotoğraf: Reuters

Bir kişinin gücünün kaynaklarından emin olmaya çalışması, dostluklarını ve ittifaklarını güçlendirmeye istekli olması, kesinlikle ne olursa olsun tehdit kaynaklarını hafife almak anlamına gelmez.

Aynı şekilde, çıkarları kadar saklı kinleri ve komploları da olan tarafların süslü sözlerine, akıl sahibi ve bilge bir liderliğin inanması kesinlikle kabul edilemez.

Düşmanlık sayfasını çevirmeye, toplu intihardan kaçınmak için ortak çıkarları gerçekleştirmeye dayalı yeni yaklaşımlar başlatmak hiç şüphesiz Ortadoğu'daki herkesin çıkarına.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ancak kibar diplomasi ile kötü niyetler paralel gittiğinde elden ne gelir?

Bir arada yaşamayı sadece kendi arzu ve -çoğu zaman imkansız olan- koşullarına göre anlamak isteyen, düşmanlıkları gömmek istediğini iddia edip her fırsatta onları kışkırtmaktan vazgeçmeyen birine karşı ne yapılabilir?

Dün fiilen işgal altındaki Lübnan'da, yargı ve güvenlik kurumları, 2020 yazında Beyrut Limanı'ndaki patlamanın kurbanlarının aileleriyle ahlaki açıdan hiçbir şekilde haklı gösterilemez bir "kemik kırma" savaşı başlatmak için güçlerini birleştirdiler.

Adli makamlar, kurbanlardan birinin erkek kardeşi ve kurbanların aile grupları içinde bir aktivist olan bir gencin, William Nun'un gayri iradi dile getirdiği bir sözlü tehdidi reddederek, kasten hakkında cezai kovuşturma başlattı, sorgulamak için gözaltına aldı ve patlayıcı bulmak için evini aradı.

Tutuklanmasından birkaç saat sonra dün akşam serbest bırakılan Nun, uygunsuz tehdit edici sözler sarf etmiş olsa bile, bunu herkesin ve medyanın önünde yaptı.

Son yıllarda başkalarının sık sık yaptığı gibi, karanlık bodrumlarda patlayıcı bombalar veya bomba yüklü araçlar hazırlamadı.

Ayrıca bu genç adam, her halükarda yaklaşık 218 kişinin ölümüne ve binlerce kişinin yaralanmasına neden olan, uluslararası uzmanların, gücü hakkında dünya tarihindeki en büyük nükleer olmayan patlama olduğu değerlendirmesini yaptıkları, yıkıcı patlamada ölen kardeşinin yasını tutuyor.

Bundan daha da kötüsü, bu suç felaketinin üzerinden geçen iki yıldan fazla bir süreye rağmen sanıklar ve şüpheliler hâlâ ellerini kollarını sallayarak ortalıkta dolaşıyorlar.

Aynı zamanda Lübnan otoritesi bünyesindeki birçok taraf, olayı sulandırmaya, soruşturmayı engellemeye, faili meçhul damgası vurmaya ve delilleri karartmaya çalışıyor.

Böyle bir arka planda, yaslı ailelerde gerçeğin ortaya çıkacağına dair güvenin kaybolması, hüsran, umutsuzluk ve hoşnutsuzluğun artması çok doğal.

Ancak ilginç olan, kararına el konulmuş devletin, çaresiz bir gencin duygusal sözlü tehdidine sessiz kalmayı reddederken, hem tehdit edip hem de uygulayanlara ve bazen de tehdit etmeden yapanlara karşı parmağını kıpırdatmadığını görmekti.

Örneğin dün, 100 bin füzeye sahip olduğunu itiraf eden Lübnanlı "Hizbullah"ın elektronik borazanlarından biri, son zamanlarda 10 bin "gönüllünün" örgütün saflarına katıldığını duyurdu.

Bu tür bir haberin, özellikle Binyamin Netanyahu'nun yeni aşırılık yanlısı hükümetinin doğumundan sonra, Filistin'i kurtarmaya can atanları sevindirmesi gerekiyor.

Bununla birlikte, bu -hızlı seferberliğine rağmen- bizzat Hizbullah'ın, sonunda İsrail doğumlu ABD Özel Temsilcisi Amos Hochstein'ın himayesinde Lübnan ile İsrail arasındaki deniz sınırlarının çizilmesi anlaşmasını güçlü bir şekilde desteklediğini ve onayladığını hatırlamakta fayda var.

Anlaşma, İsrail'in ve Lübnan ile sınırlarının pratik ve resmi olarak tanınması anlamına geliyor.


Bunlara ilaveten geçtiğimiz günlerde İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan Lübnan'a geldi ve burada başta Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah olmak üzere bir dizi görüşmede bulundu.

Ziyaret, Mişel Avn'ın görev süresinin sona ermesinden sonra cumhurbaşkanlığı makamının boş kaldığı, alternatif bir cumhurbaşkanı üzerinde mutabık kalınamadığı, hükümet krizinin, Avn'ın takipçilerinin, anayasal görevi zaten bir cumhurbaşkanı seçilinceye kadar gündelik işleri yürütmek olan işleri yürütme hükümetinin oturumlarını boykot etmesiyle daha da kötüleştiği bir zamanda geldi.

Avncıların, Hizbullah'ın neredeyse mutlak siyasi koruması altında, 6 yıl boyunca büyük faydalar elde ettikleri cumhurbaşkanlığı makamını ellerinde tutmak istedikleri ve bu isteklerinden hâlâ vazgeçmedikleri bir sır değil.

Ancak Avncı 'Özgür Yurtsever Hareket'in lideri Cibran Basil'in, ister parti içindeki ister dışındaki yok sayıcı ve dışlayıcı uygulamaları, onun Hizbullah ve arkasındaki İran'a nazlanmaya devam etme gücünü zayıflattı.

Ayrıca Hizbullah'ın iki önemli müttefiki, Şii İkilisi'nde ortağı olan Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri liderliğindeki "Emel Hareketi" ile Berri ve Şam rejimine yakın, Hizbullah'ın favori adayı olduğu söylenen milletvekili ve eski bakan Süleyman Frenciye, Basil'in yok sayan uygulamalarına karşı çıkanların ön saflarında yer alıyorlardı.

Bu noktada, Beyrut Limanı patlamasıyla ilgili olarak, tıkalı siyasi sahne bütünleşiyor ve hatta daha da karmaşık hale geliyor.

Zira Emel Hareketi'nden iki bakan ile Frenciye destekçilerinden eski bir bakanı sorumluluk ve ihmalle itham eden bazı adli suçlamalar bulunuyor.

Eski cumhurbaşkanı Avn'ın Limandaki ambarların içinde bulunan patlayıcı maddelerin varlığından haberdar olduğunu, ancak olanları önlemek için çok geç kaldığını itiraf ettiğinden ve bu nedenle, sorumluluğun en azından bir kısmını ahlaki olarak üstlendiğinden bahsetmiyoruz bile.

Bu gerçeğin ışığında, ilgili 4 taraftan her birinin, yani Avn, Emel, Frenciye ve Lübnan'daki bu 3 gücün koruyucusu, Lübnan'daki hakim güç ve güvenlik açısından ona hükmeden, çoğu kişinin patlayıcıları limanda depolayan taraf olduğunu iddia ettiği Hizbullah'ın soruşturmayı geciktirmekte bir tür çıkarı var.

Nitekim 4 taraf da her biri kendi yöntemince ve açıklanmış gerekçelerle, soruşturma yargıcı Tarık el-Bitar'a karşı çıktı, ona yönelik ithamlar havada uçuştu ve hatta işler, alternatif veya paralel bir soruşturma yargıcına yönelme noktasına vardı.

Emir Abdullahiyan'ın ziyaretine gelince, sözlü manevraların Körfez "komşuları" ile ilişkileri yatıştırmaya gayret etme iddiası ile içerideki halk ayaklanmasına yönelik artan baskı, İsrail'de aşırı sağın iktidara geri dönüşünden yararlanma çabasının gölgelediği İran'ın yayılmacı bölgesel planının değişmezlerini teyit etmenin dışına çıkmadı.
 


Son zamanlarda Körfez komşuları ile uzlaşının olumlu ve ilerleme kaydettiği iddiasında bulunan Tahran, ilk vesilede, Irak'ın güneyindeki Basra'da Arap Körfez Kupası'nın açılışıyla tırmandırma ve düşmanlık diline geri döndü.

Şiddetli itirazları, "Fars" olarak gördüğü ve adlandırdığı "Arap (Basra) Körfezi" ismineydi.

İsrail meselesine gelince, Tahran -muhtemelen- Binyamin Netanyahu'nun iktidara aşırı ırkçıların desteğiyle dönmesi konusunda çok rahat, çünkü onunla örtülü stratejik bir uzlaşı içindeymiş gibi tarihi olarak İsrail'in uzlaşmazlığından en büyük fayda sağlayan taraf oydu.

Tıpkı İran aşırılığının İsrail'in taşıyıcı aşırılık yanlılarının bahanelerini desteklemesi ve doğrulaması gibi, İsrail aşırılığının da Tahran'ın mezhepçi yayılmacı planına hizmet ettiği, iki düşman komşunun ateşi arasında sıkışıp kalan bölge halkı için, bir süredir açığa çıkmış ve ispatlanmış bulunuyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU