Netanyahu: Beklenmedik ılımlı

İsrailliler ve Filistinliler, sorunun çözümünün kendi çıkarlarına hizmet ettiğine ikna olmadıkça bu sorun çözülemeyecektir

Fotoğraf: Reuters

Bir tarihçi olarak, hakkında yazmak şöyle dursun, okuyacağım aklımın köşesinden geçmeyen yorumlar var.

Ancak bu aralar çok yaygın olan bir yorum var ve bunu tekrarlamaktan çekinmiyorum: Binyamin Netanyahu ılımlı bir siyasetçi!

Elbette İsrail siyaset sahnesinin "geri dönen çocuğu" yeni hükümette ılımlı bir figür olarak karşımıza çıkıyor.

Hatta bazı yorumcular kendisini yeni hükümetteki 'tek ılımlı' kişi olarak görüyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Alan Dershowitz'in ifadesiyle, kimileri onun iktidara dönüşünü İsrail'in "kendi içinde derinden bölünmüş bir ülke" olduğunun ispatı olarak görüyor.

Başka yorumcular ise, sağcı partilerin zaferiyle sonuçlanan son genel seçimlerin İsrail'i "uçurumun kenarına ittiğine" dair uyarıda bulunuyorlar.

Kendisini Holokost kurbanlarından birinin soyundan gelen biri olarak tanımlayan kadın bir yazar, "75 yılda inşa edilenlerin çok kısa sürede yıkılabileceğini" söylüyor.

Aslında yeni canlanmış bir devlet olarak İsrail'in tarihi, ılımlılık paradigması haline gelen "radikal" ve "tehlikeli" unsurlarla doludur.

Sorun şu ki, İsrail söz konusu olduğunda, siyasi ılımlılığı veya radikalliği ölçmek için tek kriter, İsrail'in 'Filistin devleti' konusundaki tutumudur.


"Filistin sorununun" hiçbir zaman net bir şekilde tanımlanmadığını hatırladığımızda işler daha da karmaşıklaşıyor.

Önceleri yüzeysel olarak bir mülteci sorunu olarak ele alınmış ve "geri dönüş hakkı" sloganı atılmıştır.

Bu, artan sayıda Filistinlinin, yeniden yerleştirilmeleri için herhangi bir önlem alınmadan bazı ülkelerdeki mülteci kamplarında tutulmasına neden olmuştur.

İsrail haline gelen yere doğrudan dönüş konusuna gelince bu neredeyse imkansızdı. Çünkü geri dönüş hakkının elde edilebilmesi için dönülmek istenen ülkenin meşruiyetinin olması gerekiyordu.

Arap devletleri İsrail'in varlığını tamamen inkar ettikleri sürece bu kesinlikle imkansızdı.


Onlarca yıl sonra, bazıları "iki devletli çözümü" keşfettiklerini söylediler. Elbette bu "çözümü" ortaya atan Birleşmiş Milletler (BM) idi.

1947 yılında "radikal" David Ben-Gurion liderliğindeki İsrailliler bunu kabul etti. Ancak komşu Arap ülkeleri tam tersi bir tutum sergiledi.

İmkansızı oldurmak için diplomatik bir girişim olarak bu önerinin yeniden canlandırılması, ABD öncülüğündeki Batılı güçlerden geldi.


On yıllardır neredeyse herkes, İsraillilerin ve Filistinlilerin gerçekten neyi isteyip istemediğini onlara sormadan, sadece hayali bir "çözüm" veya bu çözüme yönelik "yol haritaları" hakkında konuşmakla yetiniyor.

Aslında anketlerin ve seçim kampanyalarının çoğu İsraillilerin ve Filistinlilerin çoğunun "iki devletli çözümü" istemediğini ortaya koyuyor.

Bence bunun sebebi, bu çözümün ne anlama geldiğinin tam olarak bilinmemesi. Yeni İsrail Knesset'inde 120 üyeden sadece 10'u bu formülü destekliyor.

Ancak bu destekleyenler bile iki "devlet" arasında bir devletin sınırlarının nerede bitip diğerinin sınırlarının nerede başlayacağını belirleyemiyorlar.


Bu yol çıkmaza girerken, "Filistin sorunu", Batı Şeria'daki Yahudi yerleşim yerlerinin genişletilmesi olarak yeniden tanımlandı.

Ancak bu noktada bile belirsizlik sorunu devam etti. Yerleşim savunucuları, yerleşim yerlerinin ne kadar genişlemesine izin verilmesi gerektiğini hiçbir zaman açıklığa kavuşturmazken, yerleşim karşıtları da kaç tane yerleşim yerinin ortadan kaldırılması gerektiğini hiçbir zaman belirlemedi.

Her halükarda Gazze'deki tüm yerleşim yerlerinin ortadan kaldırılması, arzu edilen barışı sağlamayı başaramadı.


Zamanla yerleşim yerleri sorunu hakkında konuşmak sıkıcı ve yorucu hale geldi. "Filistin sorunu"nun yeni bir versiyonu ortaya çıktı ve yönü değiştirildi: İsrail apartheidi.

Güney Afrika'daki apartheid rejimde beyaz olmayanların ve siyahilerin oy kullanmasına veya seçimlere katılmasına izin verilmiyordu.

Buna karşılık, İsrail'de Yahudi olmayan vatandaşların pratikte yaptıkları gibi her ikisini de yapabildiklerini görüyoruz.

Batı Şeria'daki Filistinliler, İsrail vatandaşı olmadıkları için bu haklara sahip değiller. İsrail vatandaşı olabilmek için topraklarının resmi olarak İsrail'e ilhak edilmesi gerekiyor.

Böylece, "Filistin sorunu" konusunda hangi yol izlenmeye çalışılırsa çalışılsın, çelişkiler labirentinden çıkılamadığı ortada.


Görünen o ki, Batı Şeria'daki İsraillilerin ve Filistinlilerin çoğu bunun farkında. Filistinliler ister sol, ister sağ, isterse merkez olsun, hiçbir İsrail koalisyonunun kendilerine kabul edebilecekleri bir anlaşma teklif etmeyeceğini biliyorlar.

Aynı şekilde "Filistin sorununun" hırslı İsrailli politikacılar tarafından, ellerindeki güvenilir politikalardaki kendi kusurlarını örtmek için sıklıkla kullanıldığını da biliyorlar.

2000 yılında Ariel Şaron, başbakanlık zaferiyle sonuçlanan bir seçimde açılış karesi olarak büyük maiyetiyle birlikte Mescid-i Aksa'ya yönelmişti.

Bugün, yeni Savunma Bakanı Itamar Ben-Gvir, Şaron'un cüce karikatürü gibi ortaya çıktığı benzer bir sahneyi yeniden canlandırıyor.

Şaron'da olduğu gibi, Ben-Gvir'in hükümete katılmadan önce "kutsal yeri" birkaç kez ziyaret ettiği gerçeği göz ardı edildi.

Aslında Ben-Gvir ve onun gibiler, genel olarak İsrail toplumuna güvenilir politikalar sunmaktan ziyade dünyevi kazanç elde etmek için İsrail devletinin ineğini sağmakla ilgileniyor gibi görünüyor.
 


Öte yandan Dershowitz yanılıyor. İsrail kendi içinde derinden bölünmüş bir ülke değil. Yahudiliğin ultra-Ortodoks bir versiyonu olan "Haredi tabanı" toplam nüfusun yüzde 12'sini oluşturmakla birlikte, seçmenlerin yüzde 10'undan azı "radikal-sağ" blok olarak adlandırılan bloğu seçti.

Yapılan en son anket, İsraillilerin yalnızca yüzde 31'inin "Filistin sorununu" birincil endişeleri olarak gördüğünü ortaya koydu.

Batı Şeria'daki anketler de geçim kaynakları ve yolsuzluğun ortadan kaldırılmasıyla ilgili politikaların Filistinliler için en önemli öncelikler arasında olduğunu ortaya koyuyor.

Böylece, "Filistin sorununa" aşırı derecede düşkün olmanın net bir çözümü olmayan bir sorun olduğu ve dikkatleri hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin karşı karşıya olduğu mevcut sorunlardan uzaklaştırdığı anlaşılıyor.

İsrail gibi yaratıcılıkla dolu bir millet, Ben-Gvir gibi politikacılar tarafından "Filistin sorunu" yüzünden uzlaşmaz bir duruma sürüklenmemeli. Hayat, Ben-Gvir'in fantezilerinden çok daha zengindir.

İsrailliler ve Filistinliler, sorunun çözümünün kendi çıkarlarına hizmet ettiğine ikna olmadıkça bu sorun çözülemeyecektir.

Bu kanaatin henüz sağlanamadığı aşikâr. Sağlansa bile, bu sorundan çıkar elde edenlerin ve bunun etrafında ulusal stratejiler inşa edenlerin bir çözüm üzerinde anlaşmaya varılmasına ve bunun uygulanmasına müsaade edeceklerinin garantisi yok.

Bu sırada, elimizde mevcut durumdan başka bir şey yok. Netanyahu, bu durumu koruma sözü vererek, gerçek veya sahte radikallerden oluşan bir hükümet içinde ılımlı biri olarak beklenmedik bir takdir kazandı.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU