Eski BM Raportörü Richard Falk: Washington, Erdoğan'ı tanıyor ve ne bekleyeceklerini biliyorlar

Princeton Üniversitesi emeritus profesörü, uluslararası hukuk uzmanı Richard Falk, Türkiye'nin seçim sürecinde Washington'ın nasıl tavır alabileceğini ve Türkiye'nin Ortadoğu'daki ülkelerle yakınlaşmasını Independent Türkçe'ye değerlendirdi

Ankara, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) ve Legal Forum of Kashmir (LFK) (Keşmir Yasal Forumu) öncülüğünde düzenlenen "Uluslararası Keşmir Kongresi"nin 9-12 Aralık tarihleri arasında ev sahibiydi. 

"Uluslararası Hukukun İşgal ve Faaliyet Alanlarının Anlatısı: İşgal Altındaki Keşmir'in Önizlemesi" başlıklı konferansın odak noktası Keşmir, Müslümanların çoğunlukta olduğu hem Hindistan hem Pakistan'ın yıllardır üzerinde hak iddia ettiği bir bölge. 

Birleşik Krallık sömürge olarak yönettiği Hindistan'dan 1947'de çekilirken o dönemde bir prenslik olan Keşmir, bağımsızlıklarını yeni kazanan Hindistan ya da Pakistan ile birleşme konusunda tercihle karşı karşıya kalmıştı. 

Nüfusunun yüzde 90'ı Müslüman olan Keşmir halkı, 1947'de Pakistan'a katılmaktan yana tavır alsa da dönemin prensi, Hindistan ile birleşmeye karar verdi. 

1947'den beri Hindistan ve Pakistan arasında siyasi krize neden olan Keşmir yüzünden iki ülke üç kez savaştı. 1947'de yaşanan ilk savaştan sonra iki ülke aynı nedenle 1965 ve 1999'da yine savaştı.
 

keşmir kongresi -oturum (2).jpg
Ankara'da gerçekleşen Uluslararası Keşmir Kongresi'ne çok sayıda akademisyen katıldı/ Fotoğraf: ESAM


Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 1948'den itibaren aldığı kararlarla Keşmir'in askerden arındırılmasını ve geleceğinin halkoyuyla belirlenmesini öngörüyor. 

Sonuç bildirgesinde "Hindistan devleti, işgal altındaki Keşmir'de saldırgan faşist bir metot izlemekte ve savaş, insanlık ve saldırı suçları işlemekte, bunları tamamen cezadan ve herhangi bir hesap verebilirlikten uzak bir şekilde yapmaktadır" denilen "Uluslararası Keşmir Kongresi"nin konuşmacıları arasında yerli ve yabancı akademisyenlerin yanısıra aktivist ve hukukçular da hazır bulundu. 

Konuşmacılar arasındaki en önemli isimlerden biri uluslararası hukuk uzmanı, Filistin meselesinde Birleşmiş Milletler'in insan hakları raportörü siyaset bilimci Prof. Dr. Richard Falk oldu.  

Princeton Üniversitesi emeritus profesörü Richard Falk, Türkiye'nin Filistin sorununa rağmen İsrail ile yakınlaşmasını, Ortadoğu ülkeleri ile işbirliklerini, Washington-Ankara ilişkilerini Independent Türkçe’ye değerlendirdi.

- Profesör Falk, öncelikle röportajımızı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Söze, Türkiye'nin bazı Ortadoğu ülkeleriyle ilişkileriyle başlamak isterim. 2021'nin başından bu yana, önceden birtakım gerilimler yaşanan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi ülkelerle ilişkilerin iyileşmesi için çaba gösteriliyor. Bu normalleşme sürecini nasıl yorumluyorsunuz?

Bence bu, Türkiye'nin önceki dönemlerde izole olması ve bölgedeki konumu ve etkisini kaybetmemesinin bir yansıması. Bana göre, Türkiye, özellikle ekonomik nedenlerle bu kararı aldı. Böylece Türkiye'ye oldukça fazla yatırım yapabilecek. Türkiye ile ticaret yapabilecek ülkelerle olumlu diplomasiden fayda sağlayabilir. Bu durum genel olarak bölgede önemli bir aktör olan Türkiye'nin repütasyonunu (itibar, saygınlık) artırabilir ve bu ekonomik kriz döneminde fayda elde edebilir. 
 

Richard Falk
Princeton Üniversitesi emeritus profesörü Richard Falk, 2008-2014 yıllarında Birleşmiş Milletler'in Filistin İnsan Hakları Raportörü olarak görev yaptı/ Fotoğraf: Independent Türkçe


Son bir yıldır Türkiye ve İsrail ilişkileri de iyileşme gösteriyor. Enerjide, ticarette ve turizmde İsrail-Türkiye arası bir ortaklığın Filistin meselesine rağmen gerçekleşebileceğine inanıyor musunuz? 

Bir bakıma (Filistin meselesine rağmen) gerçekleşmemesini umut ediyorum. Çünkü bu durum, bölgedeki hükümetler arasında olmasa bile bölge halkı arasında oldukça popüler olan Filistin'in özgürleşmesi ve mücadelesine bir tezat oluşturuyor. Bu konu, Filistin'in mücadelesiyle dayanışma içinde olan Türkiye'nin de dış politikasının önemli bir parçası. İsrail'deki son seçimlerden sonra Arap ve İslam karşıtı İsrail hükümeti kontrolünde siyonizmin en güçlü şeklini görüyoruz. Bu, Türkiye'de iktidarda olan yönetim ile tezat oluşturacak gibi görünüyor. Hükümet, ekonomik kazanç elde etmek ile ahlaki, yasal ve siyasi bağlılığı arasında nasıl bir denge oluşturacağını bilmiyorum. 

Yani bu tezat durumun bir denge politikasına dönüşemeyeceğine mi inanıyorsunuz?

(Kasımda gerçekleşen) İsrail seçimleri ışığında biraz şüpheliyim. Çünkü İsrail’in, Filistinliler üzerinde şüphesiz ki çok daha fazla baskı kuracak, iç güvenlikten sorumlu, aşırıcı bakanları var. Ve buna gösterilecek direnç de muhtemelen daha yoğun olacak. O nedenle tahrik edici bir durum yaratacak. Hatta İsrail ile olan sorgusuz bağlılığını sorgulama konusunda ABD'nin bile üzerinde ilk defa baskı oluşturabilir. Daha önce İsrail’le olan bağlılıklarını hiçbir şeyin baltalayamayacağını düşünen Amerikalı Yahudi liderlerin bile tereddüdü var. 
 

İsrail seçimleri Reuters
İsrail'de son dört yılda yapılan beşinci seçim, 1 Kasım'da gerçekleşti. Eski Başbakan ve muhalefet lideri Binyamin Netanyahu liderliğindeki sağ blok, 120 sandalyeli mecliste 64 sandalye kazandı/ Fotoğraf: Reuters


ABD'den bahsetmişken bu konuyla ilgili de başka bir sorum olacak. Türkiye'nin 20 yıldır iktidarda olan yönetimi ile ABD arası ilişkiler, yıllardır inişli-çıkışlı şekilde devam ediyor. Şimdi ise Türkiye, yeni bir seçim sürecine girmiş durumda. Bu süreçte Washington'un Türkiye ve Türkiye yönetimine karşı duruşunun nasıl olacağını düşünüyorsunuz?

Söylemesi zor. Çünkü Washington, önceki döneme kıyasla, Türkiye'den çok daha önemli konularla karşı karşıya. Ukrayna, Rusya, Çin, Ortadoğu'da huzursuzluğun yarattığı sorunlar ve bu aşamada çeşitli endişeleri nasıl dengeleyecekleri gibi… O nedenle benim tahminim, çok güçlü bir pozisyon almayacakları yönünde. Bir tarafta Erdoğan'ı tanıyorlar ve ne bekleyeceklerini biliyorlar. Diğer tarafta Erdoğan’ın bazı politikalarına katılmıyorlar. ABD hükümeti içerisinde bu politikalarla ilgili de çözülememiş farklı görüşler olduğunu düşünüyorum. 

Küresel ekonomik krizler ve jeopolitik riskler anlamında sizin 2023 ile ilgili tahminlerinizi alabilir miyiz? Bizi gelecekte ne bekliyor?

Bu, çok bulutlu bir kristal küreye bakmak gibi. Çünkü gelecek, bilhassa bugün çok belirsiz. Bu, kısa dönemde Rusya ile anlaşmazlığı çözmek için diplomatik yol bulunup bulunmayacağı ve Çin ile bağlantıların nasıl evrileceği ile ilgili. Rusya ve Çin'in başarmaya çalıştığı jeopolitik yeniden düzenleme çok önemli. ABD'nin Soğuk Savaş sonrası kurduğu, sınırları dışında, dünyanın her yerinde faaliyet gösteren tek devlet olma durumunu oluşturan "tek kutupluluk" için zorlayıcı. Ben buna "Dünya için Monroe doktrini" diyorum.
 

Richard Falk
Prof. Richard Falk, aynı zamanda California Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Bölümü Araştırma Danışmanı / Fotoğraf: Independent Türkçe


Monroe doktrini esasında Latin Amerika içindi ve hiçbir hükümetin Latin Amerika'ya müdahale edemeyeceğini söylüyordu. Şimdi ise ister Asya, Avrupa ya da Orta Doğu’da olsun dünyadaki herhangi bir yer, Amerika’nın küresel erişilebilirliğinde. ABD'nin 800 yabancı askeri üssü bulunuyor. Başka hiçbir ülke buna sahip değil. Askeri kapasitesine diğer dokuz ülkeden çok daha fazla harcama yapıyor. Burada çok zor bir durum var. Orduya, kendi halkı pahasına aşırı yatırım yapılıyor. Bu durumda geleceğin nasıl oluşacağını bilmek çok zor. Ya da Çin’in nasıl pozisyon alacağı. ABD’den çok daha ihtiyatlı ve dikkatliler. 

(Editör notu: Monroe Doktrini, dönemin ABD Başkanı James Monroe'nun 2 Aralık 1823'te kongreye sunduğu, Amerika kıtasının Avrupa devletleri tarafından kolonileştirmeye konu olamayacağını öngören bildiri) 

Peki Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın 2023’te de devam edeceğini düşünüyor musunuz? Gerçekten de bir nükleer saldırı riski var mı? 

Bu çatışmanın korkunç sonucunu riske atmaya hiç önem gösterilmemesini çok mantıksız buluyorum. Uzlaşma yoluyla bir diplomatik çözüm arayışında olmaması nedeniyle ABD’yi çok eleştirmiştim.  

Siz aynı zamanda Rus halkına zarar verdiği gerekçesiyle ABD yaptırımlarını da eleştiriyordunuz. 

Ben temel olarak Ukrayna’yı korumak yerine Rusya’yı yenme fikrini eleştiriyorum. Ukrayna’ya çok fazla silah verilmesinin devam etmesi ve müzakere yapılmaması için teşvik edilmesi, savaşı gereksiz uzattı. Nükleer tehlikeyi artırdı ve Zelenski’yi çatışmayı çözecek diplomatik yaklaşımdan uzaklaştırdı. 

Yani yakın gelecekte bir ateşkes ya da barış görmenin yüksek bir ihtimal olmadığını söylüyorsunuz.

Yakın zamanda, Biden'ın diplomasiye açıklık ve Putin ile görüşme isteği sinyali verdiği görülüyor. Basketbol oyuncusunun serbest bırakılmasıyla da bu mümkün. Bu jeopolitik satranç oyununun nasıl oynanacağını asla bilemezsiniz. Çünkü rakip güçler ve perspektifler var. 

(Editör notu: Rusya'da şubat ayında havalimanında yapılan aramada, uyuşturucu bulundurduğu gerekçesiyle gözaltına alınan, sonrasında 9 yıl hapis cezasına çarptırılan ABD'li basketbol yıldızı Brittney Griner, Rus silah kaçakçısı Viktor Bout ile mahkum takası kapsamında 8 Aralık'ta serbest kalmıştı) 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU