Tunceli (Dersim), son yıllarda birçok ilkin yaşandığı şehirlerden biri. Bugünlerde daha önce olmadığı kadar da medyada kendine yer bulan ilin öne çıkmasında birçok faktör var.
Özellikle 2014 yerel seçiminde Ovacık Belediye Başkanı seçilen, Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) üyesi Fatih Mehmet Maçoğlu bu noktada öne çıkıyor.
Bunun yanı sıra, 2017'de göreve başlayan Vali Tuncay Sonel'in kayyum olarak atandığı belediye başkan vekilliği sırasında yapmış oldukları da kimi kesimlerce olumlu karşılanmış ve ana akım medyada geniş yer almıştır.
Dersim'de turist sayısı da geçmiş yıllara göre 3 kat artmış durumda. Kent, 2018 yılında ilk kez Türkiye Rafting Şampiyonası ile Türkiye Yamaç Paraşütü-Akrobasi Şampiyonası'na, 2019 Haziran ayında ise Dünya Rafting Şampiyonası'na ev sahipliği yaptı.
Mayıs 2019 itibariyle Türkiye genelinde istihdamda en başarılı ilk 10 il arasında yer alan Dersim, kadın ve engelli istihdamında da en iyi ilk 3 il arasında.
Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen Dersim, senelerdir süren savaş ve çatışmalı ortamın kötü sonuçlarıyla da hâlâ karşı karşıya.
Son olarak 15 Temmuz'da Ovacık ilçesi Bilgeç Köyü Çakılyayla mezrasında sekiz yaşındaki Ayaz Güloğlu ve dört yaşındaki kız kardeşi Nupelda Güloğlu, hayvan otlatırken araziye tuzaklanan patlayıcının infilak etmesi sonucu hayatını kaybetti.
İki yıldır izin verilmeyen festival Ayaz ve Nupelda için başlıyor
Öte yandan, Dersim şu günlerde Munzur Kültür ve Doğa Festivali hazırlığı içerisinde. Dersim Festivali Tertip Komitesi, 25 ile 28 Temmuz tarihleri arasında yapılacak 19'uncu Munzur Kültür ve Doğa Festivali programını geçtiğimiz günlerde açıklamıştı.
İki yıldır izin verilmeyen festivale bu yıl Tunceli Valiliği’nden izin çıktı. Kentte “Dersim’e, inancına, diline, kültürüne sahip çık, yaşa ve yaşat” şiarıyla dört günlük festival kapsamında birçok etkinlik düzenlenecek.
Dersim Belediyesi, 19'uncu Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ni geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Ayaz ve Nupelda kardeşlere atfedildiğini açıkladı. Belediyenin sitesinden yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
Yirmi yıllık tarihsel geçmişiyle Munzur Kültür ve Doğa Festivali yine tomurcukta yine filizde…
Yirmi yıl önce Dersim’in kültürüne, inancına, doğasına dair kaygıları olan kurumlarımızın bir araya gelerek başlattığı festival süreçleri bugüne kadar çeşitli gündemler üzerine kurgulanmıştır.
Köylerin boşaltılması, yaşam alanlarının yok edilmesi, doğanın talanı, barajlar ve madencilik faaliyetleri, orman yangınları, avcılık gibi genel ve özel gündemler etrafında programları oluşturulan festivallerimiz başarıyla bugünlere gelmiştir.
Düzenlenecek olan 19. Munzur Kültür ve Doğa Festivali bu yıl yine aynı gündemlerin yakıcılığıyla örgütleniyor.
“Bu dünya bize kimseden miras kalmadı çocuklarımızdan ödünç aldık” bilinciyle hareket eden kurumlarımız; Dersimliler ve onların dostları bu yıl yapılacak festivali Ovacık ilçemizde meydana gelen patlama nedeniyle yaşamını yitiren NUPELDA VE AYAZ şahsında tüm çocuklarımıza atfetmiştir.
Dersim'deki bu süreci ve 25-28 Temmuz tarihleri arasında yapılması planlanan 19. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ni yazar Haydar Karataş, Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG) eski eşbaşkanı Leyla Gündüzkanat, araştırmacı-yazar Kazım Gündoğan ile 17+ Alevi Kadınlar Platformu'ndan Ceren Ataş'a sorduk.
- Dersim son süreçte yine adından söz ettiriyor. Fakat şimdilerde savaş, çatışma ve ölümlerden çok, gerek coğrafyasıyla gerek de yaşanan siyasal, kültürel, ekonomik gelişmeler ile ön planda. Birkaç yıllık bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan sonrası için de öngörünüz ve/veya temenniniz nedir?
Haydar Karataş: Dersim adından nasıl söz ettirmektedir, buna hep beraber cevap vermeliyiz. Kültürel tartışmalar mı sürmektedir, edebiyatı ve sanatıyla mı yurdumuzun bu bölgesi konuşulmaktadır? Hayır. Dersim hala siyasi meseleler vesilesiyle gündeme gelmektedir. Toplumun aktif kesimi başkasının siyasi görüşüne göre ve birilerine karşıt olarak kendini konumluyor. Bu çatışmalı, huzursuz bir toplumsal yapıyı bizlere göstermektedir. Ki, bunun verileri de fazlasıyla gözükmektedir. Ekonomisi yok olmuş, toplumsal dinamikleri kendini sürdüremez bir noktadadır. Dilsel birliği dağılmış, toplumun en önemli tutkalı olan kültürel devamlılığını sağlayamayan, kuşaklar arasında derin kopuşların olduğu bir coğrafya orası. Yaşlı kuşak torunlarıyla dilsel bir bağ kuramıyor, kuşaklar arası yaşanan bu kopuşu iyileştirecek sosyal etkinlikler gözükmüyor. Bölünme hala sürmektedir, toplumu bir araya getiren ortak platformlar yok ne yazık ki henüz.
“Barışçıl siyasi partilerin varlığı ülkemizin genelinde yok, Dersim’de de yok”
Evet, gürültü var; var olmasına, ama bu gürültü yüz yıllardır o dağlarda sürüyor. “Kimiz, kime benzemekteyiz, nereden geldik? Biz biziz, böyleyiz diyemiyor Dersim. Aksine, “Kimiz, nereden geldik, kime benzeriz” sorularının üzerinde inşa edilen bir siyasi kavga vardır. Barışçıl siyasi partilerin varlığı ülkemizin genelinde yok, Dersim’de de yok.
Evet, Ovacık Belediyesi sosyal bir proje uygulamaya çalıştı; işin doğrusu ben de buna destek verenlerdenim, ancak hepimiz kendimize sormalıyız, Ovacık’ta komünist başkanın hayata geçirmeye çalıştığı ekonomik bir proje miydi, yoksa siyasi bir proje miydi?
Zaten öyle olduğu da bir sonraki seçimde gözüktü diye düşünüyorum. Siyasi tarafgirliğimiz fazlasıyla ideolojik, bu bir toplum için felakettir. İdeolojik tutuculuk kendi grubundan gelen şiddeti görmez, başka bir grubun piresini deve yapar ama kendi grubunun suçlarını örter.
“Nasıl bir insan olduğumuz, hasbelkader yer aldığımız siyasi çevre ile ilişkilendiriliyor”
Dersim çok kutuplu dünyanın ağır ideolojik travmasından çıktı. 1980 öncesinin siyasi kavgaları, sokaklarda gençlerin birbirini öldürmesi biz 80 sonrası kuşakları derinden etkiledi. Ağabeylerimizin, akrabalarımızın siyasi görüşlerini aşiret ruhu ile içselleştirdik.
Gittiğim her okumada bana da sorarlar, “Hangi örgütten geliyorsun?” diye…
Nasıl bir insan olduğumuz, içerisinde hasbelkader yer aldığımız siyasi çevre ile ilişkilendiriliyor ve ona göre kendini konumluyor insanımız.
Düşünmek insanın kendi ruhu ile ilişki kurmasıdır, kendi ruhuyla ilişki kurmayan, toplumu derinden etkileyen geniş bir siyasi çevre var. Bu bir edebiyatçı olarak beni üzmektedir. Toplumumuzun üzerine elli yıldır çökmüş bu kara bulutu dağıtmadan oraya huzur getirmek epey zor görünüyor bana.
Dersim bundan bir kaç yıl önceye göre çok yol aldı. Eskiden siyasi örgütlerin Dersim’de öldürdüğü köylüler için, "işbirlikçi cezalandırıldı" denirdi. En fazla dar bir çevre, “Ölümü hak etmedi,” ya da “İşbirlikçi değildi” gibi yorumlar yaparlardı. Bunu söylemek dahi önemli görülürdü, bugün gördüğüm halk daha yüksek sesle bu ölümlere “hayır” diyor. Olayı insan hayatına kıyma olarak ele alıyor ve bu tepki her geçen gün büyüyor. Ancak toplum henüz siyaset dışı oluşumlara gidemiyor. Bana öyle geliyor ki, çağdışı, kendini şiddetle ifade eden siyasi fikirler önümüzdeki bir kaç yıl içinde tamamen değerini yitirecektir. Temennim tamamen sivil bir halk hareketinin oluşmasıdır.
Leyla Gündüzkanat: Dersim’de artık çok az insan yaşıyor, neredeyse yarısının Dersimli olmadığı 86 bin civarında Dersimli ise şiddet ve ekonomik perspektifsizliğin içinde. Türkiye’nin ve dünyanın her bir yerine dağılmış, 1,5-2 milyon civarında Dersimli de kesintisiz özlem duyduğu Dersimle ilgili aynı perspektifsizliği yaşıyor. Bu ruh halini aşmamız gerekiyor.
Elli yıla varan şiddet sarmalından çıkar, normal standartlarda yaşamak mümkün olursa Dersim’de, dönüşler ve yatırımlar başlar, geleceğe olan umudumuz da yeniden yeşerir.
“Vekalet savaşında, taraflar için savaşmamız teşvik edildi, fakat var olmamız istenmedi”
Tam böyle bir sürece girmişken, tekrar şiddetin başlatılmasıyla, savaş taraflarının aslında ‘sizi Dersim’de istemiyoruz’ mesajı verdiğini düşünüyorum. Bu tespiti yapmak çok yıkıcı tabii. Yarım asırlık bu süreçte, bizim olmayan bir savaşa müdahil edildik. Bu vekalet savaşında, taraflar için savaşmamız teşvik edildi, fakat bizim olan o topraklar üzerinde var olmamız istenmedi. Bu hem devlet için, hem şiddet eksenli milliyetçi Kürt hareketi için, hem de şiddet eksenli sol için aynı derecede geçerli bir durum.
Türk devleti Alevi kimliğimizden, şiddet eksenli milliyetçi Kürt hareketi Zazaca olan dilimizden, şiddet eksenli sol hareket ise, ilericilik adına, hem inancımızdan hem de dilimizden rahatsız. Öyle bir noktadayız ki, günlük yaşantıda artık Zazaca dili konuşulmuyor, inancımız ise siyasete malzeme olacağı zaman söz konusu yapılıyor.
“En iyileştiricisi olan ise, yüzümüzü Dersim’e dönmemizdir”
Peki ne yapmalıyız?
İlk etapta bütün güçlerimizi birleştirip, şiddete hayır dememiz gerekiyor. Aynı zamanda acilen, inancımıza, Dersim Zazacası ve Kürtçesi olan dillerimize yönelmeliyiz. Tekrar yaşanmaması için, son yarım asırlık savaş süreciyle de tabi ki yüzleşmemiz gerekiyor. Bu birden olmaz, bunu uzun bir zamana yaymamız gerekecek ama iyileşmek için kesinlikle olması gerekiyor.
Ve her şeyden en önemlisi, en iyileştiricisi olan ise, yüzümüzü Dersim’e dönmemizdir.
Kazım Gündoğan: Dersim uzun zaman üzerinde konuşulması yasak bir coğrafya ve halklar yurduydu. 2010 yılından itibaren başlayan Dersim tartışmaları esas olarak Tertele’38 / ‘38 Soykırımı üzerine yaşandı. Önemli aşamalardan geçildi. Bilinmeyen bilinir, anlaşılmayan anlaşılır oldu. Deyim yerindeyse "Dersim Tertele" tartışmaları resmi tarih yazımını da tartışılır ve güvenirliği olmayan tezler haline getirdi…
Takip edebildiğim kadarıyla son yıllarda Dersim’e dair tartışmalar birkaç alanda sürmekte.
Birincisi; dili ve inancına dair tartışmalar. Bu iki konu Tertele/soykrıma uğramış bir toplum için çok önemli. Dilin (Zazaki/Kırmançki) yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olması en büyük handikap. İnancının da aynı ölçüde tehlike altında olduğunu düşünüyorum. Özellikle Diyanet, üniversite, Cemevi ve bağlantılı kişiler üzerinden devletin “İslamlaştıramadık, bari Şiileştirelim” politikasının sistemli biçimde uygulandığını ve Dersimlilerin özgün Kızılbaş/Alevi inancının Şiileştirme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gözlemliyorum.
İkincisi; üretim, eğitim ve doğal kaynaklar alanında yaşanan gelişmeler. Devlet ve uluslar arası tekeller Dersim’deki doğal zenginliklere göz dikmiş ve talan etmek istiyorlar. En önemlisi barajlar ve siyanürlü altın işletmeciliğidir. Bu son derece ciddi bir tehdittir o coğrafya için. Doğayı ve doğal kaynakların yok olmasına neden olmaktadır.
Üretim alanında Fatih Mehmet Maçoğlu’nun başlattığı “Ovacık modeli” diyebileceğimiz üretim ve kooperatifleşme önemli bir ufuk açtı. Yaşanan savaş nedeniyle üretimden kopan toplumun kolektif bir bilinçle yeniden üretime yönelmesini çok kıymetli buluyorum. Sadece Dersim’de değil, Türkiye’nin başka yerlerinde yeni bir yerel yönetim modeli olarak tartışmalar yarattı.
Eğitim alanında öteden beri Dersim hep önemli bir yerdeydi. Son yıllarda bu devam ediyor. Ancak eğitimin Dersimlilerin anadillerinde de yapılmamasını asimilasyoncu bir politika olarak görmemiz gerekir.
“Toplumun barış, eşitlik, adalet ve özgürlük talebi her şeyden daha kıymetli”
Üçüncüsü; devletin savaşı ve bazı örgütlerin şiddet politikası Dersim toplumunu doğasından, üretimden, kültüründen ve inancından uzaklaşmasına neden olmaktadır. Şiddet ve şiddetin neden olduğu travmalar toplumsal ve bireysel psikolojiyi de ciddi oranda etkilemektedir. Toplum giderek aidiyet duygusunu yitirmekte ve hiçleşme yaşamaktadır. Güvenli ve istikrarlı bir yaşama sahip olamaması nedeniyle her türlü etkilenmeye açık duruma gelmiştir. Bu anlamda devlet savaşa, örgütler şiddete son vermelidir. Toplumun barış, eşitlik, adalet ve özgürlük talebi her şeyden daha kıymetlidir.
Dördüncüsü; Dersimlilerin tarihsel sorunlarının çözümü etrafında sürdürdüğü tartışmalardır. Dersim Tertelesi/Soykırımı bunun başında gelmektedir. Tertele’nin tanınması, özür dilenmesi ve onarıcı adaletin uygulanması talepleri güncelliğini koruyor.
Beşincisi; Dersim başta devlet olmak üzere, Kızılbaş/Alevi toplum için, ayrıca Kürt ve sosyalist hareket açısından önemini koruyor. Herkesimin yüklediği ayrı anlamlar olsa da… Bu bakımdan Dersim’in sorunları büyük, Dersimlilerin omuzlarında ki yük ağırdır.
Temennim bütün bu tarihsel ve toplumsal sorunların çözümü konusunda tüm demokrasi güçlerinin halkla birlikte ortak sorunlar ve ortak değerler etrafında bir araya gelerek stratejik bir akılla sorunlarını müzakere etmeleri ve çözüm üretmeleridir.
Ceren Ataş: Dersim gerek inancıyla, gerek kültürel mirasıyla, gerek politik duruşuyla Türkiye’de özgün çizgisi olan bir coğrafya. Bu zenginliğin güzelliği ile birlikte acıların da biriktiği, tarifsiz olduğu bir coğrafya; bunu görmezden geldiğiniz zaman Dersim’i de gözden kaçırmış oluyorsunuz. Her şeyin evrim geçirmesi olağan olduğu gibi Dersim’de yaşayan halkın da bir süreçten geçebileceğini görüyoruz.
“Dersim’e artan ilgiye sevinmekle beraber es geçilen yaşanmışlıklar adına üzgünüm”
Son yıllardaki gelişmelere baktığımda Dersim’in toplumsal hafızasını bir kenara atmadan oraya bakılmalı diye düşünüyorum; çünkü orası başka bir yer. Pirlerin, Rayverlerin, kadınların, hayvanların, doğanın, acıların yeri Dersim. Ağaçların kutsal olduğu bir yer… Son yıllarda oraya yapılan turistik veya inançsal turlarda sanki Dersim’de hiçbir acı yaşanmamış, o toprakların dili yokmuş, orada söylenen ağıtların hepsi kaybolmuş gibi bir hava var.
Düzgin Bawo’da fotoğraf çektirmenin, Munzur Baba’da bira içmenin ötesine gidilmediği zaman o kadim toprağı anlamak mümkün olmuyordur. Bu sebeple Dersim’e artan ilginin sevindirici olmasıyla beraber es geçilen yaşanmışlıklar adına üzgünüm.
- Munzur Doğa ve Kültür Festivali'nin bu sene 25-28 Temmuz tarihlerinde yapılması planlanıyor. 7 Temmuz 2015 seçimlerinden sonra yaşananlar ve tekrar çatışmalı sürece geçişle beraber festival iptaller ve yasaklamalar neticesinde gerçekleştirilememişti. Ayrıca festivale yönelik yıllardan beri "asıl amacından uzaklaştığına" yönelik eleştiriler de geliyor. Festivale bakışınız nedir? Bunca yıllık festival pratiğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yapılan eleştirilere katılıyorsanız eğer size göre olması gereken nedir? Ne yapılmalı?
Haydar Karataş: Birincisi devletin getirdiği festival yasaklarına değinmek gerekir. Dünyanın her yerinde bu tür etkinlikler yasaklanabilir, Zürih’te Latin Amerikalıların her yıl düzenlediği bir festivalleri vardı, geçen yıl yeterince hijyene dikkat etmedikleri için yirmi yıldır kutlanan bu festivale bu yıl izin verilmedi. Gerekçe hijyen, bazen güvenlik olur. Dersim’de devlet festivalleri neden yasaklamaktadır, bu gerekçenin haklılığı var mı? Dağda gerilla var demekte, başka yol kontrolleri yapılmakta. Orman yangınlarına karşı müdahalede de aynı gerekçeyi devlet ileri sürmektedir.
Dersim bir azınlık yurdudur, kültürel olarak orada ayrı bir yapının var olduğunu ve bu yapının genetik olarak İslam'la uyuşmadığını el alem biliyor, bu kültürün devamlılığını sağlamasını devlet istemiyor, dağdaki durumu devlet bu tür yasaklara gerekçe saymaktadır. Bunu açıkça dile getirmeliyiz, devletler zalimliliklerini hayata geçirmek için gerekçe ararlar, o gerekçeyi verirseniz sizi ezer, gerekçe vermezseniz kurt ile kuzu hikayesi olur.
Almanya, Fransa, İsviçre hangi ülke derseniz deyin, hangi ülke egemenlik sahası içinde başka silahlı grupların silahla bir bölgeyi kullanmasına izin vermiştir de, Türk devleti Dersim’de buna izin versin. Direniş hareketlerine karşı mısınız denecek, ben durumu söylüyorum. Direnebilirsiniz, o zaman sonuç budur. Ben de devlete karşı çıktım, örgüt kurdum beni hapse attı devlet. Benim tercihimdi bu, durum aynı.
"Dersim Anadolu’da hayatta kalmış tek Kızılbaş yurdu, bu dağdan devletle kavga yürütülmemelidir"
Dersimliler dağlarında silahlı insan istiyorsa, devletin bu silahlı insanları gerekçe göstererek yok olmakla yüz yüze olan kültürlerinin dibine kibrit suyu eker. Hiç bir azınlığın kapısından devletle kavgaya girişilmez.
İstanbul’da bir kaç bin Ermeni ve Yahudi kalmış, siz gidip silahlı direniş yapacam diye her gürültüde Ermeni kilisesine ya da Sinagoga girer, oradan devlete taş atarsanız o azınlık yok olur. Dersim Anadolu’da hayatta kalmış tek Kızılbaş yurdu, bu dağdan devletle kavga yürütülmemelidir, bunun yanlış olduğunu görmeliyiz.
Festivallere gelirsek, bu festivaller politiktir. Çıkışı ayrı amaçla olmuştur, ancak Dersim Festivalini düzenleyen çevreler, Avrupa’da da benzer festivaller yapmaktadırlar.
Bu festivaller iyidir, politik olsalar dahi yöreye ekonomik bir getirileri var, ancak bu festivallerde Tunceli çevre illerden köylüler ürünlerini sergileyebilmekte midirler? Festivali düzenleyenler başta çevre köylere stant vermekte midirler? Memleket hasretiyle oraya gidenler doğrudan köylüden ürün, hediye, incik boncuk alma şartları oluşturuluyor mu? Gördüğüm kadarıyla hayır.
Festivallerde her siyasi örgütün standı var, her siyasetçi var, siyasetçiye yakın duran, o çevre ile uyum halinde olan sanatçı da var, ama halk yok. Yörenin ozanları yok. Festivali düzenleyenlerin çevre köylerle bağları olsa, o köylüler orada stantlarını açsalar, gurbetten giden insanların doğrudan yerli halkla ilişki kurmasını sağlasalar ne büyük bir iş yapmış olurlar.
Festivali düzenleyenler, ister Avrupa’da olsun isterse Dersim’de olsun, benim gibi bir siyasi gruba yakın olmayanlara ambargo uygularlar. Memnunum. Yasağı koyanlar belli, neden koydukları da. Onlara ters düşen ses sanatçılarını da dışlıyorlar. Ancak bütün bunlara rağmen bu festivalleri desteklemek gerekir, katılmak, gitmek gerekir. Esnafa getirisi var, yöre insanı para görmektedir, memleket hasreti çekenler yurtlarına bu vesile ile gitmektedirler.
Festival komitesinden talebim şu olabilir: Lütfen her köye festival alanında stantlar verin, köylülerin, yöre insanın doğrudan eline para geçsin, gurbetçiler köylüye dokunsunlar. Dersim festivallerinin bir bütçesi görülmüyor, festival için ne kadar bütçe ayrılmaktadır, bu bütçe festivale katılanlar tarafından karşılanabiliyor mu? Satış stantlarından yöre halkı, doğrudan köylüler yararlanabilmekte midir? Önemli olan budur, sanatçı ve yazar tercihlerini herkes taraflı bulabilir, ama bu kriterler önemlidir.
Leyla Gündüzkanat: Şiddet ve savaşları insanlar başlattığı gibi, yine insanlar sonlandırır. Zorunlu göçlerin önüne geçmek, savaşan taraflara, biz hala varız mesajı vermek, kaybolan dilimizi ve inancımızı yaşatmak, ekonomik kaynak yaratmak, insanların yüzünü tekrar Dersim’e dönmesini sağlamak için, özellikle yurtdışında yaşayan Dersimlilerden festival önerileri gitti. Dersim belediyeleri bu önerilerden ve desteklerden faydalanarak festivaller düzenlemeye başladılar, fakat amacın dışına çıkarak adeta örgütlerin güdümünde festivallere dönüştürdüler.
Devletin askeriyle yarışırcasına, dağdaki şiddet eksenli Kürt milliyetçileri kimlik kontrolleri yaptı, Kürt bölgelerinden gelen siyasetçiler, diğer şehirlerde yapamayacakları sunumlar ve konuşmalar yaptılar. Lehçeye çevirdikleri Zazaca dili yokmuş gibi davranıldı, inancımız insan devşirmek için adeta bir panayıra çevrildi. Yandaşı olmayan yörenin sanatçısına, akademisyenine yok muamelesi yapıldı ve kendisinden olmayan yörenin siyasetçisi yuhalatıldı. Festival günlerinde doğamız hiç yaşamadığı bir tahribata tanık oldu. Dersim kocaman bir içki tüketimi alanına çevrildi. Bunlar yaşandı maalesef.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yukarıda söz konusu olan durum tekrar edilmemeli! Peki ne yapılmalı?
Siyasetten uzak, dilimizi, inancımızı, doğamızı merkezine koyan sanatçılardan, yazarlardan, akademisyenlerden oluşan bir ekip konserler düzenlemeli, söyleşiler, sunumlar yapmalı.
Uzmanlar bir kaç günlük veya bir kaç haftalık workshop’lar düzenlemeli, söz konusu olan konularımıza çözüm üretmek için (örneğin: Munzur suyunu temiz tutmak için arıtma sistemi temalı) çalışma grupları oluşturulmalı.
Ustalardan oluşan bir ekip yok olmak üzere olan taş evlerimizden birini onarmalı örneğin, veya iki haftalık intesif dil (Zazaca, yörenin öğrencilerine Almanca, İngilizce vs) kursları yapılmalı.
Pirlerimiz inancımızı anlatmalı, cemler bağlanmalı. Ben verdiğim örnekleri gerçekleştirecek potansiyele sahip olduğumuza inanıyorum.
Kazım Gündoğan: Munzur Doğa ve Kültür Festivali’nin tekrar yapılıyor olmasına sevindim. Umarım ki devlet son anda karanlık yüzünü gösterip tekrar yasaklamaz.
Kültür ve doğa adına yapılan festivallerin gerçek niteliğine kavuşabilmesi için dar grupçu politikadan ve popülist yaklaşımlardan uzak durulması gerekir.
Evet, politika olmalı elbette. Ancak grupçu, kesimci ve popülist değil, “toplumsal/toplumcu politika” olmalıdır. Dersim toplumu “aşiret geleneği”nden kopmadan “örgüt geleneği”ne geçiş yaptı. Bu anlamda toplum adına siyaset yapanların da son derece problemli bir “örgüt” anlayışına sahip olduklarını düşünüyorum. Dolayısıyla toplumun tarihsel, kültürel, ekonomik, ekolojik sorunlarını dar “örgüt ufku”yla ele almaktadırlar. Bu tarz siyaset, bırakalım sorun çözmeyi, yeni sorunlara neden olmaktadır.
Kutuplaştırıcı, rekabetçi ve ötekileştirici bir toplumsal şekillenmeye neden olan dar “örgüt ufku” çözümün değil, yeni sorunların bir parçası olmaktadır. Tablo böyle olunca festivaller de, başka çalışmalarda gerçek içeriğinden, amaç ve hedeflerinden koparılmış olur. Güncel politik çıkarların ve popüler kültürün bir malzemesi haline gelir. Toplumun aklını, enerjisini, olanaklarını, üretimini (örgüt/düşünce ayrımı yapmadan) ve potansiyelini analiz edip bunu bir örgütleyip seferber eden kolektif bir akıl ne yazık ki henüz oluşturabilmiş değil.
Böyle olunca Festivaller toplumsal bilincin yeniden örgütlenmesine değil, popüler kültürün ve grupların güncel politik çıkarlarına hizmet etmekle sınırlı kalıyor. Deyim yerindeyse Festivaller grupların kendi politik gündemlerini icra ettikleri veya sembollerini hakim hale getirmeye çalıştıkları rekabet alanına dönüşmemelidir.
“Toplumun aydınları”, “toplumun sanatçıları” olmak yerine, “örgüt aydını”, “örgüt sanatçısı” olması...
Toplumun aydınları, sanatçıları, kanaat önderleri, iş insanları, sivil toplum kuruluşları, bireyler fikir üretme ve program oluşturma sürecine yeterince dahil edilmesi gerekir ki daha verimli ve nitelikli Festivaller organize edilebilsin.
Son festival programının nasıl oluşturulduğunu bilmiyorum. Ancak şimdiye kadar katıldığım, takip ettiğim festivallerde yukarıda dikkat çektiğim sorunların yaşandığını gözlemlemekteyim. Aslında bu gözlem sadece bana ait değil. Söz konusu “örgüt” veya “organizatörler”in dışında toplumun değişik kesimlerinin, bağımsız aydın ve sanatçıların da gözlemidir diyebilirim.
Bir söz de, aydın ve sanatçılar için söylemeliyim. Bir toplumun aydın ve sanatçısı herhangi bir “örgüt”e angaje olmuş ise onun topluma “aydın” olarak söyleyeceği sözü de kalmamış demektir.
Ne yazık ki aydınların, sanatçıların “toplumun aydınları”, “toplumun sanatçıları” olmak yerine, “örgüt aydını”, “örgüt sanatçısı” olması durumu bir toplumu hakikatin bilgisinden, aydınlanmadan ve kültürel üretimden mahrum bırakmaktadır. Dersim toplumunun en büyük kaybı da buradadır.
Ceren Ataş: Munzur Doğa ve Kültür Festivali’ne hiç katılmamış olmakla birlikte Dersimli biri olarak elbette ki süreçleri takip ettim. Munzur Festivali tartışmasız herhangi bir festival havasında geçmeyecektir; Dersim politik bir şehir. Türküleri de politik olacaktır, sanatçıları da. Sanat zaten ne için var?
Dolayısıyla Munzur Festivali'nde doğaya, inanca, Türkiye’deki gündemlere, kadın haklarına, insan haklarına, eşcinsellere, mazlum halklara ve nice meseleye dair kelam edilmelidir, edilecektir de...
Dersim bu sebeple Dersim’dir ve açıkçası Munzur Festivali’nin gerçekleştirilmemesindeki en büyük nedenlerden birinin bu olduğunu düşünüyorum. Sadece şarkı söylenen, etliye sütlüye karışılmayan bir festival olsaydı belki gerçekleşirdi. Ancak orası senelerdir muhalif duruşundan taviz vermedi.
Bundan sonra da bu şekilde gerçekleşecektir diye umut ediyorum, aksi halde Munzur Festivali de “Munzur Festivali” olarak anılmaz, Dersim de...
© The Independentturkish