Kosova-Sırbistan gerilimi ve Türkiye

Prof. Dr. Hasan Ünal Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

Kosova'da patlak veren gerginlik ve tırmanma, akıllara bir anda Sırbistan ile savaş senaryolarını getirdi.

Acaba Rusya, NATO'nun genişlemesine ilişkin olarak daha önce kullandığı ve eleştirdiği gerekçelerinden birisinden (NATO'nun Kosova müdahalesi, 1999) hareketle bölgede savaş mı kışkırtıyor?

Veya Rusya'nın Balkanlar'daki 'tarihi müttefiki' olarak adlandırılan ve NATO'nun 1999 Kosova müdahalesine son zamanlarda ciddi eleştirilerde bulunan Sırbistan'a karşı ABD ve müttefikleri Kosova Arnavutlarını ve Arnavutluk'u koç başı olarak mı kullanıyor/kullanacak?


Üçüncü Dünya Savaşı (ÜDS) senaryolarının artan bir oranda telaffuz edildiği böyle bir dönemde bu soruların hepsi de meşru ve mantıklı.

Gerçekten de bu yazı yayına girdiği sırada Amerikan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Tayvan'a inerek ÜDŞ'na yol açacak olaylar zincirini hızlandırmış olabilir.

Tayvan'a gitmekten vazgeçse veya gitmemeye ikna edilse bile Ukrayna savaşının başlamasıyla birlikte hızla çok kutupluluğa evrilen dünya düzeninde bölgesel işbirlikleri, bölgesel ittifakların artması muhtemel olduğu gibi bölgesel çatışmaların da hız kazanması kuvvetle muhtemeldir.

Dolayısıyla Kosova ile Sırbistan arasında Amerika'nın veya Rusya'nın kışkırtacağı bir savaş neden olmasın? 


Savaş ihtimali neden zayıf?

Kosova'da Sırp azınlık ile ezici çoğunluktaki Arnavutlar arasında çatışma ihtimali her zaman mümkündü ve halen de söz konusu olabilir; ancak Kosova içi gerginlik ve çatışmaların Kosova ile Sırbistan arasında büyükçe bir bölgesel savaşa dönüşmesi göz ardı edilemeyecek bir ihtimal olmakla birlikte mevcut şartlarda biraz zayıf görünüyor.

Kosova, Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti'ni oluşturan sekiz anayasal üniteden birisiydi.

Eski Yugoslavya 1974 yılında gerçekleştirilen kapsamlı anayasal düzenlemelerin ardından altı kurucu cumhuriyetten (Sırbistan, Makedonya, Karadağ, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Slovenya) ve iki tam otonom bölgeden (Kosova ve Voyvodina) oluşmaktaydı.

Bu anayasa Sırbistan içinden çıkarılan iki otonom bölge ile kurucu cumhuriyetleri iç yönetimleri, dış ülkelerle ilişkileri ve Yugoslavya'nın temel kurumlarındaki yetki paylaşımı ve temsil kabiliyetleri açısından eşit konuma getirmişti.

Tito'nun millet tanımından kaynaklanan bu karmaşık yapı ölümünden (1980) sonra başlayan Yugoslavya'nın yeniden yapılandırılması tartışmalarında ön plana çıkmaya başlayacaktı.


Cumhuriyetlerin federasyondan ayrılarak bağımsızlık ilan etme hakları olmasına karşılık otonom bölgelere bunun verilmemiş olması ve 1980'lerin ikinci yarısında gözlemlenen yayılmacı, sert karakterli Sırp milliyetçiliğinin Sırbistan yönetimini ele geçirmesiyle birlikte Kosova'nın yedinci cumhuriyet olmak için verdiği mücadele bir anda bağımsızlık fikrine kaydı; çünkü aynı dönemde bir yanda Slovenya ile Hırvatistan'ın başını çektiği ve Yugoslavya'nın bağımsız devletler konfederasyonuna dönüştürülmesini isteyen cumhuriyetlerle, öte yanda Sırbistan ve Karadağ'dan oluşan ve daha merkezi bir federasyondan yana olanlar arasında başlayan mücadele ülkeyi hızla dağılma noktasına getirdi. 

Bu süreçte Sırbistan'da iktidara gelen Slobodan Miloşeviç ve ekibi bir yandan Kosova'nın Sırpların için Kudüs olduğu tezini halka yayarken bir yandan da Kosova'nın otonom haklarını anayasal bir darbeyle ortadan kaldırdı.

Büyük Sırbistan kurma hayali/ideali ile harekete geçen Miloşeviç ve yandaşları Hırvatistan'dan büyük parçalar koparmayı (yaklaşık yüzde 35-40), Bosna-Hersek'in dörtte üçünü almayı, Kosova'da büyük çaplı bir etnik temizlik gerçekleştirerek bölgeyi ellerinde tutmayı ve Makedonya'yı da kontrolleri altına almayı amaçlıyorlardı.

Bu amaç için Hırvatistan'dan Bosna'ya ve oradan Kosova'ya İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa topraklarında hiç görülmemiş vahşi savaş suçlarına tevessül etmekten çekinmediler ki, bu suçların özellikle Bosna-Hersek'te işlenenlerinin bir kısmının soykırım olduğu BM Güvenlik Konseyi tarafından Lahey'de eski Yugoslavya'da işlenen savaş suçlarını tespit etmek ve suçluları yargılamak üzere kurulan Uluslararası Mahkeme tarafından karara bağlandı.


Büyük Sırbistan ülküsüyle harekete geçen Miloşeviç ve şerikleri, sonunda Hırvatistan'da tam bir yenilgiye uğrarken, Bosna-Hersek'te uzayan savaştan istediklerini alamadıkları gibi, büyük ölçüde kendilerinin sebep olduğu NATO'nun 78 gün süren bombardımanının ardından da Kosova'dan tamamen çekilmek zorunda kaldılar.

O yıllarda yakından takip ettiğim bu olaylar sırasında 'Bütün Sırpları tek bir devlet altında toplamak üzere harekete geçmiştik ve bunu başardık; çünkü, Hırvatistan ve Kosova'dan sürülen Sırplar ile ana Sırbistan içinde tek devlet çatısı altında toplanmış olduk' sözlerinin hayıflanma şeklinde söylenildiğini gayet iyi hatırlarım.

Miloşeviç yönetiminin o yıllarda gerçeklerden uzak bir şekilde ve Sırbistan'ın gücünün çok ama çok ötesinde büyük işlere kalkışması başta Boşnaklar ve Kosova Arnavutları olmak üzere bölge halklarını kan ve gözyaşına boğarken Sırplara da büyük felaketler yaşatmıştı.

Oysa farklı çözümler düşünülebilirdi. Boşnakları soykırıma tabi tutarak yok etmeye çalışmak yerine birbiriyle iyi ilişkiler içinde olacak bağımsız devletler oluşturulabilir; Bosna'da yaşanan felaketin ardından Sırbistan, Karadağ ve Kosova'dan meydana gelen ve eski Yugoslavya modelinde olduğu gibi egemen kurucu cumhuriyetlerden oluşan üçlü bir federasyon kurulabilirdi; ama bunların hepsini göz ardı eden Miloşeviç yönetimi sadece Kosova'yı kaybetmekle kalmadı, aynı zamanda tarihi müttefiki olan Karadağ'ın da Sırbistan'ın yanından hızla uzaklaşmasına sebep oldu.


Bugünlerde Sırbistan'ın, Kosova'yı geri alması üzerine hesap ve plan yapması büyük bir hata olur.

Kosova'nın statüsü üzerine BM tarafından yetkilendirilen eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari'nin yürüttüğü çözüm çabaları sonuç vermeyince Kosova Parlamentosu 2008 yılının şubat ayında bağımsızlığını ilan etti ve aralarında Türkiye'nin de yer aldığı yüz civarında ülke tarafından tanındı.

Bu arada 1995 yılında Dayton'da yapılan ve Bosna'ya barış getiren müzakerelere Kosova'dan bir heyetin çağrılmamasıyla başlayan ve Arnavutlar arasında İbrahim Rugova liderliğindeki daha barışçıl mücadele yanlılarına alternatif olarak Kosova Kurtuluş Örgütü'nün (UÇK) ortaya çıkmasıyla başlayan sürecin sonunda Kosova'nın muhtemelen şiddet hareketleri ile ama mutlaka bağımsızlığa doğru gideceğini sürekli olarak söyleyen belki de tek akademisyen olduğumu ve Kosova'nın bağımsızlığının tanındığı 2008 yılından itibaren pek çok meslektaş, emekli diplomat ve emekli general tarafından bunun takdirle tarafıma söylenildiğini belirtmek isterim.


Kuzey Kosova sorunu

Bugün yaşanan sorunların temelinde Sırbistan'ın Kosova'nın bağımsızlığını tanımak istememesi yatıyor ki, Sırplar açısından bu konu belirli ölçülerde anlaşılabilir; ancak güç kullanarak Kosova'yı geri almaya kalkışmak Sırbistan için daha önceki dönemde yaşadıklarından daha büyük felaketlere yol açabilir.

Kuzey Kosova'da bulunan Mitrovitsa şehrinin ortasından geçen ve şehri ikiye bölen İbar Nehri üzerindeki köprü 1999 NATO bombardımanın ardından hem o bölgelerde yaşayan hem de Arnavutların intikam duygularıyla hareket edeceğinden korkan ve hızla Sırbistan'a doğru kaçan Sırpların toplanmasıyla fiili bölünme yaratmıştı.

Bombardımanın hemen ardından (Haziran 1999) Kosova'ya gittiğimde o köprünün kuzeyinin Sırbistan'a kadar Arnavutların kontrolü dışında kalacağını düşünmüştüm.

Sonraki gidişlerimde de aynı düşüncede kaldım; ancak 2013 yılında AB'nin arabuluculuğunda imzalanan Brüksel Antlaşması, Sırbistan'ın AB üyesi olabilmek için Kosova'yı tanıyabileceği düşüncesine itmişti.

Brüksel Antlaşması, Mitrovitsa'nın kuzeyindeki bölgeyi Kosova yönetimine entegre etmek yönünde bir miktar ilerleme sağlamışsa da sorunun toptan çözümünün yakın bir gelecekte olması mümkün görünmüyor.

Şimdiki gerginliğin kaynağı da bu bölgenin Kosova yönetimine entegre edilmesine (Sırbistan plakaları yerine Kosova plakalarına geçilmesi vs.) bölgedeki Sırpların ve Sırbistan devletinin itirazlarından kaynaklanıyor. 


Bölgesel savaş çıkar mı?

Dünya çok kutupluluğa evrilirken bölgesel çatışma ihtimallerinin artacağından bahsetmiştik.

Sırbistan'da 2013 yılında imzalanan Brüksel Antlaşması'na karşı çıkan ve Rusya'ya daha yakın duran Vuçiç yönetimi mevcut konjonktürden faydalanarak Kosova'yı fethe kalkışabilir mi?

Bence bu ihtimal oldukça düşük; çünkü böyle bir girişim Sırbistan açısından adeta intihar olur.

Hem Kosova'da patlak verecek savaşı kaybetmeleri hem de genişleyecek ve Bosna-Hersek'i de içine alacak bir bölgesel savaşta Republica Sırpska'yı da kaybetmeleri söz konusu olabilir; çünkü Bosna'daki askeri denge 1990'lı yılların başlarındaki gibi değil.

Hırvatistan ve Boşnaklarla Hırvatlardan oluşan Bosna-Hersek Federasyonu oradaki Republica Sırpska ve Sırbistan'a geçit vermezler.

Bu tarafta da Kosova'daki Sırp bölgelerini kaybedebilirler.

Öte yandan patlak verecek bir savaşta Rusya'nın Sırbistan'a askeri destek vermesi ihtimali de oldukça düşük.

Yardım etmeye kalkışsa, bunu gönderecek ne hava ne de deniz yolu var.

Geçenlerde Belgrad'ı ziyaret etmek isteyen Lavrov'un, bölgedeki devletlerin hiçbirinin hava savasını açmaması üzerine geri dönmek zorunda kaldığını hatırlamakta fayda var.


Öte yandan ABD ve müttefiklerinin kışkırtacağı bir savaş yani Kosova'nın Mitrovitsa bölgesindeki Sırplara ve dolayısıyla Sırbistan'a saldırması ihtimali de şimdilik zayıf görünüyor; çünkü böyle bir senaryoda ABD ve Avrupa'nın beceriksizce oluşturduğu barış süreçleri ve dengeler toptan yıkılabilir.

Örneğin Kosova'nın ve dolayısıyla Arnavutların Balkanlar'da Sırplara karşı oldukça güçlü hale getirilmesi güneyde Yunanistan'ı ve kuzeyde de Romanya'yı rahatsız edecektir.

Böyle bir durumda Bulgaristan'ın tavrını ise muhtemelen Makedonya'daki Arnavutların yapacakları belirler.

Yunanistan, Romanya, Slovakya, İspanya ve Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Kosova'yı tanımadıklarını özellikle not etmekte fayda olabilir.


Türkiye ne yapabilir?

Türkiye, Miloşeviç yönetimlerinin kabul edilemez politikaları zamanında NATO ile birlikte hareket etmiş; Türk F16'ları İtalya'nın Ghedi askeri havaalanına konuşlanarak Bosna-Hersek üzerindeki uçuşa kapalı alanı denetleme görevinde yer almış; 1995 Bosna bombardımanında aktif bombalama görevi üstlenen NATO uçaklarına koruma desteği sağlamış ve 1999 Kosova-Sırbistan bombardımanında da Türk filoları önce koruma sonra da aktif bombalama görevlerini başarıya icra etmişlerdi.

Bütün bunlardan dolayı Sırbistan ile ilişkilerimiz pek iyi değildi; ancak 2000'li yılların başlarından itibaren özellikle de Miloşeviç yönetiminin devrilmesi ve Miloşeviç başta olmak üzere savaş suçlularının Lahey'e gönderilmesinin ardından Türkiye-Sırbistan ilişkilerinde epeyce toparlanma yaşandı ve bu olumlu hava halen devam ediyor.

Kosova Arnavutları ve Arnavutluk bizim bu bölgedeki tabii müttefiklerimiz sayılır.

İlişkilerimiz her zaman iyi olur ve Türkiye'nin bu devletler üzerinde artan ve azalan oranda ama her zaman belirli bir nüfuzu olduğu bilinir.

Halklar ise birbirine çok daha yakındır. Türkiye hem Arnavutlar üzerindeki etkisini hem de Sırbistan ile ilişkilerinde yaşanan ivmeyi kullanarak tansiyonun azaltılmasına yardımcı olacak tarzda bir arabuluculuk daha doğrusu kolaylaştırıcılık rolü üstlenebilir.

Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan 5 Ağustos günü Soçi'de görüşeceği Putin ile de konuyu ele alabilir; çünkü gerginliğin azaltılması Moskova'nın da işine gelecektir.

Çok kutuplu dünyada dengeli/dikkatli dış politika Türkiye'ye pek çok yerde ve pek çok biçimde fayda sağlayacaktır. O alanlardan birisi de burası olabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU