Tam adı el-Hasen b. Muhammed el-Vezzân ez-Zeyyâtî el-Gırnâtî el-Fâsî ama çoğunluğun bildiği ismiyle Afrikalı Leo, 1483 yılında Granada'da dünyaya geldi.
Leo'nun Endülüs'ten İstanbul'a oradan Vatikan'a kadar uzanan hayatı okuyanları son derece şaşırtmaktadır.
Aslında Afrikalı Leo'nun öyküsü Cervantes ve Hebrer'inkine oldukça benzemektedir.
Cervantes'in macerası
Bilindiği üzere köle pazarları ve kölelik Osmanlı'da da tarihi bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle Akdeniz'deki deniz savaşlarında leventleri motive eden unsurların başında esir ele geçirerek bunları köle pazarlarında satmaktı.
Cervantes de Türklerle savaşırken kolunu kaybetmiş; ama büyük bir hırsla Türklerle tekrar savaşabilmek için donanmaya geri katılmıştı; ama bir çolağın donanmada yükselebilmesi söz konusu değildi. Bu sebeple donanmadaki görevinden ayrıldı.
Çolak Cervantes görevinden ayrılırken Don Juan de Austuria'nın bizzat kendisinden bir referans mektubu almış ve bu sayede yeni bir hayat kurmanın planlarını yapıyordu.
Tres Limanı yakınlarındaki bir gemide olduğu sırada Türk leventlerinin ani bir baskını ile esir düşmüş yeni bir hayat kurmasını sağlayacak mektup, artık bir kâbusun en büyük gerekçesi olacaktı.
Türkler yakaladıkları bir çolağı normalde küçük bir fidye ile serbest bırakırdı; ama cebinden Austuria'nın mektubu çıkan ve kendisinden son derece övgü ile bahsedilen bir esir oldukça büyük bir fidye ile serbest bırakılabilirdi.
Çolak Cervantes'in son derece önemli biri olduğuna karar veren ünlü Türk denizcisi Deli Mami, onu şahsi kölesi olarak esir etti.
Cervantes 'La española inglesa' isimli eserinde Türkler tarafından esir edilişini şöyle tasvir edecekti:
... Fakat Fransa kıyılarında Las Tres Marías adı verilen yere vardığımızda aniden koyların birinden iki Türk kadırgası karşımıza çıkıverdi, bir tanesi denizden, diğeri de karaya çıkarak kaçmamıza engel olacak şekilde karaya bakan taraftan bizleri aralarına aldıktan sonra hepimizi tutsak ettiler. Kadırgaya alınır alınmaz bizleri anadan doğma soydular ve filikada bulunan ne varsa hepsini aldılar, ama filikayı batırmayıp, kendilerine yeni 'galima' (ganimetler) getireceğini söyleyerek sahile doğru sürüklenmesi için serbest bıraktılar; onlar Hıristiyanlardan ele geçirdikleri mallara bu adı veriyorlardı.
Cervantes, esir edildikten sonra yaklaşık 5 yıl büyük nefret taşıdığı Türklerle birlikte yaşadı. Aslında Cervantes kardeşiyle birlikte esir edilmiş; ama ailesi ancak kardeşinin fidyesini ödeyebilmişti.
Hebrer'in Macerası
Hebrer de tıpkı Cervantes gibi bir korsan baskını sonucu Türk denizcilerinin eline düşer ve köle olur.
Alman köle Hebrer yaklaşık üç yıllık esaretin ardından azat belgesini alarak yurduna döner ve Türkler hakkındaki gözlemlerini kaleme alarak Avrupa kamuoyunun dikkatine sunar.
Eser, bilhassa sıradan Osmanlı vatandaşlarının günlük rutinleri ve alışkanlıkları hakkında önemli bilgiler barındırması açısından son derece önemlidir.
Ayrıca, dönemin kölelerinin yaşadıkları acılar ve Türklerin muamelesi hakkında da çarpıcı bilgiler sunuyor.
Örneğin; Hebrer, İstanbul'un ahlaki yapısını bir dul Türk kadın ve Rum gencinin aşkı üzerinden dahi anlatır. Birbirini seven bir çiftin canice öldürülmesini ahlaka düşkünlükle açıklayan yazarımız Türklerin ahlaki nizam hakkındaki tavrını şu sözlerle tespit eder:
Bu olayı anlatmamım nedeni, Türklerin de ahlaka aykırı davranan kişileri cezalandırdıklarına dair bir örnek vermektir. Çünkü onların toplumunda her türlü ahlaksızlığa izin verildiği, zina, fuhuş ve -hepsinden kötüsü- hayvanlarla cinsel ilişkide bulunmak gibi sapık davranışların yaygın olduğu kanısı hâkimdir.
Oysa Türk toplumunda sadece bekârların arasındaki yasadışı [ilişki] biraz daha hoşgörüyle karşılanır ve çok ağır cezalandırılmaz, ama Türk erkeklerin veya Türk kadınların Hıristiyanlarla ilişkiye girmesi kesinlikle affedilmez.
Ben, Türklerin yalnız zinayı ve fuhuşu değil, hayvanlarla cinsel ilişkiye girmeyi de çok ağır biçimde cezalandırdıklarına, duruma göre suçlunun küreğe ve hatta ölüme mahkûm edildiğine tanık oldum. Hırsızlık, gasp ve cinayet de bundan daha hafife alınmamaktadır.
Bu ve benzer örnekler ile Hebrer sıradan Osmanlı vatandaşı hakkında verdiği malumatlarla zengin bir kaynak oluşturmuştur.
Afrikalı Leo'nun Macerası
Bir Müslüman beldesine esir düşen Cervantes ve Hebrer gibi isimlerin yaşadıkları kabaca böyleydi.
Ne Cervantes ne de Hebrer yıllarca köle olarak yaşamalarına rağmen katı bir Türk ve Müslüman düşmanlığı yapmamış hatta Cervantes'in Türk'e olan yaklaşımı esaretinden sonra yumuşamıştır.
Afrikalı Leo'nun durumu da farklı değildi, Frenk'e esir düşen kahramanımız hayatındaki bilgeliğini artıracaktı.
Leo tıpkı Cervantes ve Hebrer gibi bir korsan baskınında esir düşmüş ve Roma'ya getirilmişti. İtalya'da yaklaşık 9 yıl kalan Leo vaftiz edilerek zahiren Hıristiyan yapılmıştı.
Afrika'da kaleme aldığı La Descrittione dell'Africa (Afrika'nın Tasviri / Vasfu İfrikkiye) eseri kısa sürede Avrupa'da en çok okunan eserlerden birisine dönüştü.
İstanbul'dan Kahire'ye kadar birçok İslam beldesini dolaşan Leo, önemli diplomatik görevler üstlenmişti.
1518 yılında Kahire'den Fas'a gittiği bir sırada Hıristiyan korsanlar gemiyi ele geçirmiş ve Leo'yu da esir etmişlerdi.
Leo'yu esir alan kişi ünlü İspanyol korsan Don Pedro de Cabrera Bovadilla idi.
Ünlü romancı Âmin Maalouf, Leo'nun yakalanışını şöyle anlatır:
Beni kaçıran adam Don Pedro de Cabrera Bovadilla adında, dindarlığıyla ünlü Sicilyalı bir korsandı. Altmış yaşlarındaydı ve birçok kez adam öldürmüştü. Bir soyguncu olarak ruhunu teslim etmekten korkmuş, Tanrı uğruna bir şeyler yapıp günahlarından kurtulmak istemiş olmalı. Ya da Akdeniz'in bir yanında, Hıristiyanlığın babası, Roma hükümdarı, Tanrı'nın temsilcisi X. Leo'ya bir armağan vererek...
Papa için hazırlanan armağan bendim, ve 14 Şubat St. Valentin yortusunda sunuldum. Papa'ya sunulacağım bir gece önce bana söylenmişti. Gün ağarana dek gözümü uyku tutmadan sırtımı hücrenin duvarına yaslayıp karanlık sessizliği bozan bütün sesleri dinledim: Kentin uğultusunu, bir bekçinin kahkahasını, Tiber'e düşen bir nesnenin sesini, yeni doğmuş bir bebeğin ağlamasını...
Roma'ya geldiğimden beri uykusuzluk çekmekteydim. Geceleri bu denli sıkıntılı yapan nedenleri bulmaya çalışıyordum. Özgürlüğün ve bir kadının yokluğundan çok bir müezzinin sesini duyamamak bana acı veriyordu. Daha önce hiç böyle yaşamamıştım. Haftalar boyu, boşluğu dolduran, duvarlara ve insanlara güven veren, zamanı belirleyen ezan sesini duymadan yaşamak...(Afrikalı Leo - Âmin Maalouf)
Bir diplomatı yakalamış olmanın sevinciyle Bovadilla, onu hemen Roma'ya gönderdi. Leo'nun hikâyesi böylece başlamış oluyordu.
Leo'nun Papa huzuruna çıkmasını ünlü tarihçi Natalie Zemon Davis ise şöyle tasvir eder:
Bir süre için en önemli muhatabı X. Leo olmuştu. Görüşmeleri el Vezzan'ı çok etkilemiş ve ürkütmüş olmalıdır; bir zamanlar Sultan Selim'in huzurunda durmuş olan el-Vezzan şimdi de Hıristiyanların manevi hükümdarının karşısındaydı.
Papa'nın zengin ve güçlü Lorenzo de Medici'nin oğlu olduğunu bildiğini varsayıyoruz; sanatçıları, bilginleri ve gözdelerini himaye eden Leo'nun papalık hazinesini epeyce sıkıntıya soktuğu hakkında da bir fikri vardı herhalde.
Müslüman mahpus, 1518 sonbaharında Leo'nun kardinallerinden birinin kuzeyde, Augsburg'da Martin Luther adında birini beyhude yere de olsa, sapkın fikirlerinden vazgeçirmeye çalıştığını muhtemelen duymamıştı.(Afrikalı Leo - Natalie Zemon Davis)
Leo hakkındaki en tartışmalı konulardan birisi Hıristiyanlık dinine geçmesidir.
Prof. Dr. İbrahim Kalın, Leo'nun nihayetinde hürriyetine özlem duyan bir esir olduğunu belirterek süreci şöyle anlatır:
Daha bir yıl önce dünyanın en güçlü yöneticisinin huzurunda bulunan, Fas Sultanının elçisi olarak Akdeniz'de, Afrika'da Mağrib'de özgürce dolaşan Hasan el-Vezzan bu esaret hayatından kurtulabilecek miydi? Siyasi entrikalar içinde hayatının bir garantisi var mıydı? Sıradan köle olarak satılıp hayatını bir vassalın çamur ve pislik içindeki çiftliğinde sona erdirmeyeceğinin garantisi var mıydı?
Bu sorular el-Vezzan'ın zihnini meşgul etmiş olsa gerektir. Kendisinin nasıl bir muhasebe ve plan yaptığını bilmiyoruz. Ancak Hıristiyan olması için belli bir baskıyla karşılaştığını da kaynaklar aktarmaktadır.
Neticede 6 Ocak 1520 günü Hasan el Vezzan, Vatikan'daki Aziz Peter meydanında Papa X. Leo tarafından vaftiz edilir ve Papa'nın kendisine verdiği 'Joannes Leo' ismini alır. Romalılar onu 'Afrikalı Giovanni Leo' olarak tanır. Kendisi ise bu ismin Arapçasını benimser ve kendisine Yuhanna el-Esed ('Aslan' Yuhanna) adını verir.(Ben, Öteki ve Ötesi - İbrahim Kalın)
Âmin Maalouf ise bu töreni eserinde daha etkileyici ve çıplak bir biçimde tasvir eder:
Mihrabın karşısında diz çökmüş, uzun, beyaz, yünlü bir giysi içinde, buhur kokusundan başım hafifçe dumanlanmış ve hak edilmemiş bunca onurla sarsılmış olarak bekliyordum. Bu törene katılan herkes Müneccim Kral'ın bir yaz gecesi Cerbe'de bir korsanca tutuklanıp Roma'ya bir köle olarak getirildiğini biliyordu.
Benim için söylenen ve bana yapılan her şey öylesine anlamsız, öylesine abartmalı ve öylesine soytarılığa varan bir gülünçlükteydi ki! Kötü bir düşün, bir ılgımın kurbanı değil miydim? Her cuma olduğu gibi bu gün de Kahire'de ya da Timbuktu'da bir camide değil miydim? Gece gördüğüm kötü bir düşten etkilenmiş olmalıyım, kafam karışmış olmalı!
Ben bu kuşkular içindeyken Papa'nın sesi yükseldi. Bu kez bana sesleniyordu:
'Sen, Bizim çok sevgili oğlumuz, Giovanni Leone, Tanrı İradesinin bütün insanlar arasından seçtiği...'
Giovanni Leone! Johannes Leo! Ailemde kimse bu adı taşımamıştı. Tören bittikten sonra, çok sonra bile, bu harfleri, heceleri zihnimden geçiriyor, bir Latince, bir İtalyanca olarak yineliyordum. Leo, Leone. İnsanlar, yabansı bir alışkanlıkla, kendilerini korkutan hayvanların adını alırlar, kendilerine bağlı olan hayvanların adlarını hiç almazlar.
İnsanlar kendilerine kurt denmesinden hoşlanırlar da köpek denmesinden hoşlanmazlar. Hasan adını unuttuğum bir gün aynaya baktığımda, kendi kendime, 'Leo, gözlerinin altında gölgeler belirmiş,' mi diyeceğim? Yeni adıma alışabilmem için onu Arapçalaştırdım. Johannes Leo, Yahya el-Esed oldu. Roma'da ve Bologna'da yazdığım kitaplarımdaki imza budur.(Afrikalı Leo - Âmin Maalouf)
Afrikalı Leo, esareti boyunca kaleme aldığı metinlerle Frenklerin Müslüman dünyaya olan bakış açısını değiştirmeyi büyük oranda başarmıştı.
İslam hukuku, aile yapısı ve siyasi kurumlar hakkında geniş bir birikime sahip olan Leo, Batılıların Doğu'ya dair fantastik düşlerden uyanıp gerçekleri bilmesi adına önemli çalışmalar yapmıştı.
ne kadar Âmin Maalouf onu toplumlar ve dinler üstü gösterip kimliksizleştirmeye çalışsa da büyük deha Afrikalı Leo, 1550 yılında hürriyetine kavuştuğu anda ülkesine döner ve 1554 (1552?) yılında hayatını kaybeder.
Onun kaleme aldığı La Descrittione dell'Africa (Afrika'nın Tasviri / Vasfu İfrikkiye) eseri uzun yıllar Avrupalı aydınlarca başucu kitabı olarak okutulacaktı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish