Bir Sırp suikastçısının silahından çıkan kurşunlar dünyayı yangın yerine çevirmiş, Hindistan’dan Prusya’ya, Mısır’dan Filistin’e kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kanlı bir savaşa sürüklemiştir.
Talat, Enver ve Cemal Paşalar henüz Balkan Savaşları'nın yaraları sarılmadan devleti Almanya ve Avusturya-Macaristan'ın yanında savaşa sokmuştur. Kimse bu denli şiddetli ve geniş bir coğrafyaya yayılmış bir savaş beklemiyordu. Cesur ve heyecanlı Paşalar içine düştükleri çıkmazdan sıyrılabilmek için çareler ararken akıllarına Sultan İkinci Abdülhamid gelir; ancak Paşalar, Sultan’ın huzura çıkacak cesareti gösteremeyince başlarında İshak Paşa’nın bulunduğu bir heyet oluşturarak Beylerbeyi Sarayı’nda tutsak bulunan Sultan Abdülhamid’e gönderir.
İzzet-i nefsi incitilmiş devrik Sultan, genç İttihatçı Subayı Ali Fethi Okyar nezaretinde önce Selanik'e sürülmüş, 1912 yılında Balkan Savaşları’nın başlaması üzerine İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirilmiştir. Büyük Cihan Savaşı tüm şiddetiyle sürerken İttihat ve Terakki heyeti İshak Paşa’nın sözcülüğünde tutsak Sultanın huzuruna çıkar. Abdülhamid’e durum etraflıca anlatıldıktan sonra ne yapmaları gerektiğini sorarlar.
Günlerini marangozluk yaparak geçiren Sultan Abdülhamid hastadır ve memleketin durumuna ziyadesiyle üzülmektedir. İshak Paşa’yı sabırla dinledikten sonra naif ve kederli bir şekilde dünyanın en büyük bahriye gücüne sahip İngiltere ve Fransa’nın karşısında kara devletleri olan Almanya ve müttefiklerinin yanında girilmiş bir savaşın daha başlamadan kaybedildiğini buna sebep olanların da çıldırmış olduğunu belirtir. Sultan Abdülhamid haklılığını göremeden 10 Şubat 1918’de bir pazar günü hayata gözlerini yummuş, onun ölümünden çok kısa bir süre sonra Devlet-i Ali Osmaniye cehennem yerine dönmüştür. Payitaht olan İstanbul başta olmak üzere Mekke, Medine, Kudüs ve tüm yurt işgal edilmiş. Savaşa sebep olan Paşalar çareyi yurttan kaçmakta bulmuştur.
İttihat ve Terakki'yi hükümete taşıyan, Sultan Abdülhamid’in 33 yıllık iktidarını bitiren olaylar zinciri ise daha gerilere dayanır, bunun için öykünün başına dönmemiz gerekiyor.
Başarısız bir deneme: Birinci Meşrutiyet
Sultan Abdülhamid tahta oturduktan kısa bir süre sonra, 1876 Aralık ayında Osmanlı Devleti de ilk defa meşruti sistemle tanışmış; ama beklenmeyen olaylar Sultan Abdülhamid’i meclisi kapatmaya zorlamıştır.
Büyük beklentilerle açılmış mecliste Müslüman mebuslar çoğunluğu elinde bulundursa da Ermeni, Rum ve Bulgar mebuslar yalnızca kendi milletlerinin çıkarlarına öncelik veren politikalar izlemeyi tercih etmiştir. Kısa bir süre sonra Müslüman mebuslar içinde Arnavut ve Arapların da kendi gündemine öncelik vermesi meclisi kilitlemiştir.
Rusların Yeşilköy’e kadar dayandığı bir atmosferde Sultan Abdülhamid Kanun-i Esasi’nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak meclisi süresiz olarak kapatmış ve hanedanlığa karşı büyük bir tehdit olarak gördüğü Mithat Paşa’yı görevinden azletmiştir. Daha sonra Yıldız Sarayı’nda yapılan mahkemede Mithat Paşa, Sultan Abdülaziz’in ölümünden sorumlu tutularak ölüme mahkûm edilmiştir. Sultan Abdülhamid, Mithat Paşa’nın ölüm hükmünü sürgüne çevirerek Paşa’yı Taif’e göndermiştir. Mithat Paşa burada da darbeye hazırlandığı istihbaratı üzerine zindanda boğdurulmuştur.
Fiili olarak meclis kapatılmış ve Sultanın otoritesi artırılmış olsa da resmi olarak devlet idaresi kendisini meşrutiyet olarak tanımlamaya devam etmiştir.
Sultan Abdülhamid dış politikada güçlü devletlerin birbiriyle olan çekişmelerinden yararlanmış ve dengeli bir siyaset izlemiştir. Aynı zamanda hocalığını yapmış Edhem Paşa, Plevne Kahramanı Osman Paşa ve iç politikada büyük yararlılıklar gösteren Mazlum Paşa gibi önemli devlet adamlarının desteğiyle işleri büyük oradan yoluna koyan Sultan Abdülhamid iç siyasette de taviz vermekten kaçınmıştır. Her türlü tehdidi henüz ortaya çıkmadan engelleme yoluna gitmiştir. İstibdat olarak nitelendirilen bu politika devletin yıkılışını engellemek isteyen aydınların Avrupa başkentlerine iltica etmesine sebep olurken, içeride muhalefet yürüten özellikle ordu mensubu subayların yer altında gizli teşkilatlar kurmasına sebep olmuştur.
Sultan Abdülhamid’in dışarıdan bakıldığında basit ama idare etmesi oldukça güç olan yönetim şekli devleti uzun bir istikrar dönemine kavuşturmuş olsa da artan dış baskılar ve iç muhalefet Sultan Abdülhamid’i Meclisi tekrar açmaya zorlamıştır.
İttihat ve Terakki’nin ortaya çıkışı
Osmanlı modernleşmesinin entelektüel alt yapısını oluşturan hareket, birbirleriyle dostluk ve ülküdaşlık ilişkisi ile bir araya gelen zaman zaman da sert bir biçimde kavga eden Jön Türkler tarafından oluşturulmuştur. Bu grup çoğunluğu Sultan Abdülhamid tarafından Avrupa başkentlerine gönderilen öğrenci ve devlet bürokratlarından oluşmaktaydı.
Sultan Abdülhamid bu yapıyla zaman zaman ilişki kurup önemli bir kısmının ülkeye dönmesini sağlamış makam ve mevki tahsis ederek kendi gözetiminde tutmuştur. Ülkeye dönmeye ikna edemediği birçok kişiye ekonomik olarak zor duruma düştüğünde maddi destek sağlamıştır. Öte taraftan Mısır’ın elden çıkması, Kıbrıs’ın İngilizlere bırakılması, Tunus’un Fransızlar tarafından işgal edilmesi, Ermenilerin taşkınlıkları, Duyunu Umumiye İdaresi ve ağır vergiler Abdülhamid’e yönelik muhalefeti başka bir boyuta taşımıştır.
1889 yılına gelindiğinde ise Tıbbiyeliler olarak bilinen Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane okulunun öğrencileri İbrahim Temo isimli hocalarının yönlendirmesiyle Sultan Hamid’e karşı gizli toplantılar yapmaya başlamışlardır. Hamamönü ve Rumelihisarı’nda gizli bir biçimde bir araya gelen öğrenciler devletin kurtuluşu adına çareler aramaya koyulmuşlardır.
Bu toplantılar sırasında Rusya ve İran’da meydana gelen meşruti hadiseler ciddi bir biçimde konuşuluyor ve Namık Kemal’in şiirleri ile ateşli nutuklar icra ediliyordu. Toplantılara katılım süratli bir biçimde artıyor ve yapı kendi içinde hiyerarşik bir düzen alıyordu. 1896 yılında örgütün İstanbul ayağı ortaya çıkarılmış; Suriye kolu, 1897 yılında ciddi bir darbe girişimine hazırlanırken tespit edilerek sorumluları tutuklanmıştır.
Örgüt deşifre edilmiş sorumluları cezalandırılmış olsa da memleketin her bölgesinde kendisine taraftar bulmaya devam etmiş ve yükselişi engellenememiştir. 1907 yılına gelindiğinde özellikle Selanik ve çevresinde güçlü bir örgütlenme meydana getirmiştir. Kendi içinde farklı fraksiyonlara bölünmüş hareket bu süreçte tek çatı altında birleşmeyi başarmıştır.
İttihatçılar dağa çıkıyor
Sayıları neredeyse 10 bin civarına yaklaşan İttihatçılar, Sultan Abdülhamid’i devirmek için fırsat kolluyordu. Beklenen fırsat Reval Görüşmeleri sonrasında elde edilmiştir. 1908 yılında Ruslar ve İngilizler Osmanlı’ya karşı atılacak adımları müzakere etmiş ve iki taraf büyük ölçüde anlaşmıştır. Reval Görüşmelerinde Osmanlı’nın adeta paylaşılması sonrası İttihatçılar, Abdülhamid yönetimini duruma karşı basiretsiz kalmakla suçlamıştır. Bu zor durumdan kurtuluş yolunun meclisi tekrar açılarak fiili olarak meşrutiyet sistemine dönmekle mümkün olacağını iddia etmiştir. Bu doğrultuda 3 Temmuz gününde önce Niyazi Bey ardından da Enver Paşa dağa çıkarak devlete isyan etmiştir.
Suikastlar başlıyor
İsyancıların devlete karşı dağa çıkması sonrası Yıldız Sarayı’na memleketin dört bir tarafından telgraflar gönderiliyor, bir an önce meşrutiyete dönülmesi telkin ediliyordu. Sultan Abdülhamid ilk olarak Balkanlar’da başlayan isyanın yayılmasını engellemek için Ferik Şemsi Paşa’yı bölgeye gönderdi. Şemsi Paşa, isyan bölgesine varmasından kısa bir süre sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti mensubu Atıf Bey tarafından vurularak öldürülmüştür. Bu haber Yıldız Sarayı’nda bomba etkisi yaratırken İttihatçıların önü arkası kesilmeyecek suikastlarının da başlangıcı olacaktır.
Kısa sürede kendisini toparlayan Yıldız Sarayı, Ferik Şemsi Paşa’nın yerine Müşir Osman Paşa’yı gönderdi. Bu kez gelen haber daha korkunçtu, Osman Paşa görev yerine vardıktan kısa bir süre sonra esir edilerek İttihatçı isyancıların eline geçmişti.
İstanbul’da da olaylar kontrolden çıkmış, topçu birlikleri Yıldız Sarayı’nın bilgisi dışında yüz bir pare top atışı gerçekleştirmişti. Bu, padişah değişikliğinde yapılan bir gelenekti; olaylar giderek kontrolden çıkmak üzereyken Selanik’ten gelen haber bardağı taşıran son damla olacaktır. İsyancılar Sultan Abdülhamid’in emri dışında Selanik’te meşrutiyetin yeniden ilan edildiğini duyurdular. Sultanın iradesini hiçe saymak anlamına gelen bu kararı normal şartlar altında kabul etmek mümkün değildi, ama olayların daha fazla kontrolden çıkmasını istemeyen Yıldız Sarayı bu durumu tanımak zorunda kaldı. İttihatçıların bu zaferi Sultan Abdülhamid için sonun başlangıcıydı.
İttihat ve Terakki tek başına iktidar olur
23 Temmuz 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş ve kısa bir süre içinde milletvekili seçimlerine gidilmiştir. Yurdun büyük bir bölümünde gizli bir şekilde teşkilatlanmış İttihat ve Terakki Cemiyeti seçimlerde de bu gücünden yararlanmıştır. Yapılan seçimlerde yaklaşık yüzde 99 oy olarak devlet yönetiminde söz sahibi olan tek merci konumuna yükselmiştir.
Ülkede esen hürriyet ortamında kadın hakları güçlendirilmiş, dernek ve siyasi parti açma hakkı tanınmış ve en önemlisi medyaya büyük bir serbestlik sağlanmıştır. Halk gelişmeleri başlangıçta pek anlayamasa da yapılan yeniliklere ciddi bir tepki göstermemiştir. Kurulan meclisin en büyük çıkmazı tıpkı ilk mecliste olduğu gibi mebusların kısa bir süre içinde kendi bölgelerinin menfaatlerini ülke menfaatlerinin önüne taşıması olacaktır.
Gücünü büyük ölçüde İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne kaptıran Sultan Abdülhamid kolayca pes edip kenara çekilecek biri değildi, zaten İttihatçılar da Sultanı devirmeyi göze alamamış yalnızca gücünü sınırlayabilmişlerdi. Sultan Abdülhamid zaman zaman mebusları Yıldız Sarayı’na davet edip onlarla istişare etmeyi deniyordu; ancak tüm teşebbüsleri karşılıksız kalıyordu. Medyada ise kendisine yönelik ağır ithamlar yapılıyor, Sultan Abdülhamid toplum karşısında küçük düşürülüyordu.
Bir karşı darbe teşebbüs: 31 Mart Vakası
İttihat ve Terakki’nin uygulamaları kısa süre içinde belli kesimlerin tepkisini çekmeye başladı. Mektepli subayların alaylı subayları tasfiye etmesi ve ulemanın rencide edildiği bazı eylemler hoşnutsuzluğa sebep olmaya başlamıştı.
6 Ekim 1908 günü Kör Ali isimli bir şahıs peşinden sürüklediği ulemadan küçük bir grubu Yıldız Sarayı’nın önünde topladı. Ateşli bir biçimde “Şeriat isteriz!” naraları atması üzerine Sultan Abdülhamid balkona çıkıp kalabalığı dağıtmak için “Merak etmeyiniz, istekleriniz yerine getirilecek” cevabını verdi. Bu cevap sonrası cesaretlenen taşkın kalabalık eylemlerini daha sonraki günlerde de devam ettirmiştir. Karagöz oynatılan salonları basmış ve sokakta dolaşan kadınlar tartaklamıştı.
Kör Ali ile başlayan olaylar zinciri orduya da sirayet etmişti. Abdülhamid’e yakın Hassa ordusu Cidde’ye gönderilmek istenmiş; ama Hassa ordusu kuvvetleri bu durumu kabul etmeyince Balkanlar’dan getirilen Avcı Taburları, Hassa ordusunu çapraz ateşe tutmuştur. Haber kısa sürede İstanbul’da yayılmış, Mahmut Muhtar Paşa’nın Hassa ordusunda hayatını kaybeden çavuşların cesetlerini ibret-i alem olması için asmak istemesi bir karşı darbenin fitilini ateşlemiştir.
İsyan ateşi kısa sürede İstanbul’da bulunan bütün askeri birliklere yayılmış, üstelik kalkışmaya sebep olan Avcı taburları da İttihatçılara karşı başlatılan isyana destek verip Sultan Ahmet Meydanında toplanan kalabalığa dâhil olmuştur.
İttihatçılar kendi silahıyla vuruluyor: Mecliste peş peşe suikastlar
İttihat ve Terakki Cemiyeti, gerçekleştirdiği suikastlarla gücünü pekiştirmişti; ama bu kez terör rüzgârı aleyhine dönmüştü. İstanbul’da hızla yayılan karşı darbe şehri adeta kaosa sürüklemişti. Sokağa çıkan kadınlar linç ediliyor, gazete binaları basılarak yağmalanıyor ve yakalanan mektepli subaylar hemen oracıkta öldürülüyordu.
Bu saldırılarda en nihai hedef ise meclis ve hükümetti. Şeriat yanlısı olduğunu söyleyen darbeciler Adliye Nazırı (Bakanı) Nazım Paşa’yı İttihatçıların önemli ismi Ahmet Rıza Bey zannederek öldürdü. Olayın şoku atlatılmamışken bu kez Hüseyin Cahit zannedilen Lazkiye Mebusu Hüseyin Arslan Bey’in öldürüldüğü duyuldu. Olaylar giderek kontrolden çıkmış, şehir teröre tamamen teslim olmuştu.
15 Nisan 1909 sabahında darbe Yıldız Sarayına sıçramış, Asar-ı Tevfik savaş gemisin toplarını Yıldız Sarayı’na doğru çevirmesi isyancıları daha da öfkelendirmiş, gemiye baskın yapılarak geminin kaptanı Ali Kabuli Yıldız Sarayı önüne getirilerek Sultan Abdülhamid’in engelleme teşebbüslerine rağmen linç edilerek katledilmişti.
Esasen bu olay, darbenin Sultan Abdülhamid’in kontrolünde olmadığı ve çığırından çıkan bir hareket olduğunu ortaya koyuyordu. Tüm bunlara rağmen Sultan Abdülhamid’in olayları yatıştırmak için tüm ordunun saygı gösterdiği Edhem Paşa’nın öncülüğünde gönderdiği heyet de olayları yatıştırmayı başaramamıştır.
İsyancılar meclisi de tamamen ele geçirmiş, yanlarına Şeyhül İslam Ziyaeddin Efendi’yi de alarak meclis kürsüsünden taleplerini okumuşlardır.
Karşı darbeyi bastırmak için Hareket Ordusu yola koyulur
Dükkânlar kapatılmış, fırınlar açılamamış ve İstanbul büyük bir sıkıntı içine düşmüştü. İttihat ve Terakki, İstanbul’daki sınırlı birliklerle olayı yatıştıramayacağını anlayınca dışardan destek istemiş ve bunun üzerine Hareket Ordusu Çatalca önüne gelerek burada konuşlanmıştı.
Bu sırada Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, Abdülhamid’in huzuruna çıkarak istifasını sundu. Durumu haber alan darbeciler büyük bir sevince kapılarak neredeyse tüm teçhizatını sevinçle havaya sıkıyordu. Çatalca önünde konuşlanmış Hareket Ordusu ise şehre girip isyancılar teslim almak için artık son hazırlıklarını yapıyordu.
Çoğu çetelerden, henüz öğrenci olan askerlerden, memur hatta tüccarlardan oluşan Hareket Ordusu’nun başında Mahmut Şevket Paşa vardı. Ordunun iki numaralı ismi olarak da Enver Paşa bulunuyordu. Her geçen gün sayısı artan bu orduya donanmanın da destek vereceğinin anlaşılmasından sonra şehre müdahale etmek için tüm şartlar oluşmuştu.
Abdülhamid son cuma selamlığında
Hareket Ordusu 23 Nisan 1909 bir Cuma günü İstanbul’a girmeye başladığında Sultan Abdülhamid son kez cuma selamlığına çıkmıştı. Kaosa teslim olmuş şehirde Sultan’ın hiçbir ağırlığı kalmamıştı. Selamda kendisini karşılamaya gelenlerin sayıca azlığı artık Sultan Abdülhamid’in Osmanlı siyasetinde de bir gücünün kalmadığının işaretiydi.
Yine de başıboş isyancıların dışında Sultan Abdülhamid’e bağlı Hassa ordusu ve Kürt taburları şehirde uzun sürecek bir direniş için yeterli teçhizata sahipti. Sultan Abdülhamid ise kısa süre içinde gerçekleşen elim olaylar sonucu İstanbul halkının büyük zarar gördüğüne şahit olmuştu. Ayrıca tabiatı itibariyle naif bir kişiliğe sahip olan Sultan şehirdeki terör havasının artık bir son bulmasını istiyordu. Bu yüzden kendisine yapılan direniş tekliflerini reddetti.
Buna rağmen kendisine bağlılığını bildiren Hassa ordusundan üç tabur teslim olmayı reddederek Hareket Ordusu’na karşı silahlı mücadeleyi tercih etti. Son derece kanlı çatışmalardan sonra bu taburların tamamı yok edildi ve Hareket Ordusu kısa bir süre içinde şehre hâkim olmayı başardı.
Ve Sultan Abdülhamid tahttan indiriliyor
Sultan Abdülhamid, 31 Mart 1909’da gerçekleşen hadiselerin tarafı değildi. Olayların önüne geçmek için de elinden geleni yaptı; ama isyancılar onu dinlememişti. 27 Nisan 1909’a gelindiğinde işgal altında bulunan Yıldız Saray’ında yapılacak son bir iş kalmıştı: Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek.
Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesi için öncelikle bir fetva hazırlanması gerekiyordu. Fetvayı daha sonraları Cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı için önemli görevler üstlenecek İttihat ve Terakki mebusu Elmalılı Hamdi Yazır bizzat kaleme aldı. Bu metin, Hal Fetvası Emini Hacı Nuri Efendi’nin önüne geldiğinde büyük bir şaşkınlık yaşayan Nuri Efendi metne fetva vermek yerine derhal istifasını sundu. Fetvaya göre Abdülhamid’in tahttan indirilmesi için üç büyük suç işlemişti: 31 Mart’a sebep olmak, Kuran yaktırmak ve israf suçları.
Sultan Abdülhamid’e yöneltilen suçlar inandırıcı değildi. Sultanın 31 Mart’ı engellemek için gösterdiği çabayı neredeyse tüm İttihatçılar biliyordu. Kuran yaktırdığına dair iddialar doğru ama eksikti, Sultan Almancadan tercüme edilen Türkçe mealleri toplatmıştı. Bu eserler son derece kötü tercüme edilmişti ve yanlış bilgilerle doluydu. İsraf konusu ise inandırıcılıktan son derece uzaktı, çünkü Abdülhamid cimri denilecek düzeyde tasarrufluydu.
Hacı Nuri’nin istifasından sonrası İttihatçıların onu ikna çabaları sonuç vermiş; ama Nuri Efendi son maddeyi değiştirmiş ve hal etmek yerine Sultan Abdülhamid’in tahttan çekilmesini istemenin ya da kararı meclise bırakmanın daha doğru olacağını tavsiye etmiştir. Fetva çıkarıldıktan sonra meclis kararı hızlıca onaylamış ve geriye durumu Sultan Abdülhamid’e tebliğ etmek kalmıştır.
Sultan Abdülhamid’e yapılan tebliğ
Sultan Abdülhamid’e hal edildiğine dair tebliği yapan heyet Ermeni Aram Efendi, Laz Arif Hikmet, Selanik mebusu Yahudi Emanuel Karasu ve Draç mebusu Arnavut Esad Toptani’den oluşuyordu. Heyettekilerin neredeyse hiçbiri Türk değildi.
Kararı hüzünle dinleyen Sultan Abdülhamid’in Çırağan Sarayı’nda kalma isteği de reddedilerek Sultan Abdülhamid mahiyetinde bulunan 38 kişiyle beraber aynı günün gecesi İstanbul’dan Selanik’e gönderildi. 33 yıllık uzun İkinci Abdülhamid saltanatı sona ermiş, devlet ise tam bir kaos ortamına sürüklenmiştir.
© The Independentturkish