Bu makalede bizi bugünkü noktaya getiren ve çoğunun Ukrayna'da olanlardan Rusya'nın değil, Batı'nın sorumlu olduğunu söyleyen en önemli olayları sıralamak istiyoruz.
Pozisyonumuz ne lehte ne de aleyhtedir, aksine sahnenin analizinin ortaya çıkardığı politik gerçekçiliktir.
Birisinin ortaya çıkıp bu iddiayı çürütmesini ummama rağmen, bu savaşın sonuçlarının Birinci Dünya Savaşı'nın sonuçlarından farklı olmayacağını söylüyorum.
Rus Çarı, Avusturya-Macaristan İmparatoru, hatta Fransızlar ve İngilizler, herkesin kaybettiği Birinci Dünya Savaşı'na yol açan kartlarını yeniden oynama fırsatına sahip olsalardı, acaba aynı kartları mı oynarlardı?
Yoksa milyonlarca Avrupalının ölümüne ve tüm oyuncuların kaybına yol açan yanlış seçimleri mi eylemlerine yön verirdi?
Aynı soruyu bugün Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında özellikle Batılı liderlere tekrar soruyorum.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geri dönüp Birinci Dünya Savaşı tarihini gerçekçi bir perspektiften yeniden okumak, dumanı önümüzde yükselen bir krizi ele alırken en azından bir nebze de olsa bize yol gösterebilir.
Zira duman korkunç ve üstelik gerçekleri net bir şekilde görmemizi engelliyor. Sisle kaplı bir sahneyi yaşıyoruz.
Gerçekleri saran sisle birlikte, analizlerimizin çoğu, doğruluktan ziyade aptallığa daha yakın.
Bu duman ve sisten kaçınmak için, tarihte çok geriye gitmeden, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ABD veya Batı'nın Rusya'ya ilişkin stratejisini ele almakla yetinebiliriz.
Bu stratejinin üç sac ayağı vardı:
Birincisi askeri ve Polonya, Romanya, Bulgaristan, Estonya, Letonya gibi eski Varşova Paktı'nın bir parçası olan ülkelerin çoğunu içerecek şekilde NATO'nun kapsamını genişletmekle ilintilidir.
İkincisi, NATO ittifakının askeri genişlemesi değil, aksine, NATO askeri ittifakına eşlik eden bir ekonomik kurum olarak Avrupa Birliği fikrinin somutlaştırdığı ekonomik genişlemedir.
Üçüncüsüne gelince, bir zamanlar Sovyetler Birliği'nin hegemonyası altındaki ülkelerde demokratik hareketlerin teşvik edilmesidir.
Bu sonuncusu bizi daha sonra Ukrayna'da görülen ve önümüzde gelişen çatışmanın ayrılmaz bir parçası olan Turuncu Devrim'e götürmüştür.
Yani Ukrayna'nın ekonomik olarak Rusya'nın hayati alanından koparılarak Avrupa Birliği, askeri olarak da NATO saflarına katılması, sorunun özüdür.
Başlangıç olarak, Rusya'nın bu Batı stratejisine Putin öncesindeki tepkisini tartışmayacağım, çünkü o zamanlar Rusya'nın buna karşılık verecek araçları yoktu.
2000 yılından sonra, Vladimir Putin'in gelişiyle Rusya'da durum değişti. ABD düzeyinde de, Ronald Reagan ve Baba George Bush'un görev sürelerini atlayıp, daha ziyade Bill Clinton'dan Joe Biden'a kadarki aşamaya odaklanacağım.
Böylece krizin bir iskeletini oluşturabilir ve hakkında gerçeğe daha yakın bir anlayışa sahip olabiliriz.
1999'da NATO Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Romanya'yı ittifaka katılmaya davet etti. Bu, NATO ittifakının genişlemesinin başlangıcıydı.
Zayıf Rusya'nın o dönemde buna hiçbir tepkisi olmadı, çünkü eski Sovyetler Birliği dünyasının dışına yeni çıkmıştı.
2004 yılında NATO, Romanya ile birlikte Estonya, Letonya ve Litvanya gibi küçük ülkelerden oluşan Baltık ülkelerini ittifakın bir parçası olmaya davet etti.
Bu dönemde Rusya toparlanmış ve Putin iktidara gelmişti. Ancak Rusya yine buna sert bir tepki göstermedi.
Ta ki NATO, Nisan 2008'de yaptığı açıklamayla hem Gürcistan hem de Ukrayna'ya ittifaka katılma çağırısı yapana kadar.
İşte ilk tepki o zaman ve ilk olarak dönemin Rusya dışişleri bakan yardımcısından geldi.
Ardından bizzat Putin'den, Gürcistan ve Ukrayna'yı ittifaka katılmaya teşvik etmenin NATO'nun yapacağı en büyük stratejik hata olduğu uyarısında bulunan bir yanıt geldi.
NATO, Nisan ayında verilen bu diplomatik yanıta kulak asmayınca, 3 ay sonra Rusya'nın askeri yanıtı geldi. Rusya, Gürcistan'a halen sonuçlarından mustarip olduğu cezalandırıcı bir savaş açtı.
Dolayısıyla Gürcistan savaşı Rusya'nın, hem NATO hem de AB'nin kapısına kadar genişlemesinden kaynaklanan korkularının bir sonucuydu.
Diplomasi başarısız olduğundan, Putin'e savaştan başka seçenek kalmamıştı. Şimdi Ukrayna için de aynısı geçerli.
Batı, askeri kolu NATO ve ekonomik kolu AB aracılığıyla Rusların kalbine doğru yayılma tehdidinde bulunmaktan vazgeçmedi.
Dahası, eski Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviç'in AB'ye katılma teklifini reddetmesi sonucunda patlak veren 2014'teki Turuncu Devrim ile rejimleri değiştirme projesi aşamasına girdik.
Yanukoviç'in AB'nin teklifini reddetmesinin akabinde gösteriler başladı ve can kayıpları yaşandı.
Putin, Ukrayna'ya tazminat olarak 15 milyar dolar verse de, Batı bu durumu kabul etmedi.
Ukrayna'da ortalığı karıştırmaya başladı ve sonunda 2014'teki darbe gerçekleşti. Ardından doğrudan Rus müdahalesi ve Kırım'ın işgali hikayesi başladı.
Yani mesele basitçe, Batı'nın üç eksende yürüttüğü faaliyetlerdir.
Bu üç eksen; NATO'nun genişlemesi, AB'nin genişlemesi ve demokrasinin kullanılmasıdır.
Bu sonuncusunu, gerek Ruslar gerekse Çinliler ve Ortadoğu'daki halkımız, rejimleri değiştirmek için kullanılan bir kılıf olarak görüyorlar.
Putin'e göre, harekete geçmeseydi Turuncu Devrim Rusya'ya da sıçrayabilirdi ve elbette ateş ona ulaşana kadar bekleyemezdi.
İşte Rusya'nın Ukrayna işgali bu temele dayanıyor. Amacı, genişlemek değil, aksine, NATO'nun genişlemesini ve AB'nin Rusya'nın hayati alanına yayılmasını durdurmak.
Elbette başka yan sebepler de var ama bu üçgen, yani NATO, AB ve demokrasi sunumu, Rusya'yı son çare olarak askeri harekata yönlendirendir.
Devam edeceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil