İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın davetlisi olarak Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulunacak.
Uzun bir süre sonra gerçekleşecek olan ziyaret hem İsrail hem de Türkiye açısından oldukça önemli.
İki ülke arasında gerilen ilişkiler sonrası ziyaretten beklentileri, İsrail'deki gelişmeleri ve Rusya-Ukrayna savaşı başta olmak üzere birçok konuyu İsrail parlamentosu Knesset'teki Filistinli milletvekillerinden Ahmet Tibi ile konuştuk.
"İsrail işgalini en çok destekleyenler, şimdilerde Rusya'nın Ukrayna işgaline en çok karşı çıkanlardır"
- Bir Knesset üyesi olarak, İsrail'in Ukrayna kriziyle ilgili hamlelerini nasıl görüyorsunuz? Ukrayna krizini İsrail sahnesinden nasıl okuyorsunuz?
Savaşa ve Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısına şaşırmadım. Çünkü aylardır Rusya'nın Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'in davranışları, NATO ile yakınlaşma ve NATO'ya girme konusundaki arzusu hakkında büyük endişe duyduğuna dair işaretler vardı.
Elbette bizim tavrımız, savaşlara ve sivillere zarar verilmesine karşı. Bu da ancak Rus kuvvetlerinin geri çekilmesini talep etmekle mümkün. Fakat bununla birlikte şunu söylemek isterim ki; ABD, Rusya'nın örneğin Meksika ve Kanada'da üsler kurmasına izin vermeseydi.
Dünya aynı arka planı Küba'daki füze krizinden anımsıyor. Ancak Filistin halkının bir üyesi ve İsrail işgalinin bir karşıtı olarak beni endişelendiren şey, bir yanda Batı dünyasının, diğer yanda özellikle de Rus işgaline karşı olduğunu söyleyen ancak dünyanın en uzun işgalini gerçekleştiren İsrail'in çifte ahlaki standardıdır.
İsrail medyası, kendileri daha fazla bombardıman gerçekleştirip daha fazla insanın ölümüne yol açarken Putin'i, bombardıman gerçekleştirmesi nedeniyle suçlu olarak nitelendiriyor. Ben herhangi bir sivilin veya herhangi birinin öldürülmesine karşıyım.
İsrail medyası birdenbire Rus askerlerine karşı Molotof kokteyli hazırlamaktan olumlu bir şekilde bahsetmeye başladı. Oysa öte yandan Molotof kokteyli kullanan Filistinliler bozguncu olarak nitelenip doğrudan üzerlerine ateş açılarak öldürülüyorlar.
İsrail onlarca yıldır uluslararası toplumun kararlarına saygı duymadı. Buna rağmen İsrail, Rusya'nın saldırı ve işgalinin uluslararası hukuku ihlal ettiği ifadesini değil, bu işgalin uluslararası sistemi etkilediği ifadesini kullandı.
İkisi arasında büyük bir fark vardır. Çünkü Rusya'nın, Filistin topraklarını işgal ettiklerini, Golan'ı işgal etmelerini ve uluslararası hukuku ihlal ettiği doğrultusunda göstereceği tepkisinden korkuyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarını arka arkaya uygulamayı reddeden yine İsrail'in kendisidir.
Naftali Bennett'in Ukrayna Devlet Başkanı ile görüşmesinin ayrıntılarını kimse bilmiyor. Ancak bu arabuluculuk yönteminin, bu tarafın yanında durup diğerine karşı net bir pozisyon almamak için yeterli olduğuna inananlar var.
Ukrayna Devlet Başkanı, İsrail'in ve Naftali Bennett'in politikasından rahatsız. Kendisine yeterince destek verilmediğine inanan Zelenski, daima Yahudiliğini öne sürerek, İsrail'in desteğini bırakmasından duyduğu hayal kırıklığını dile getiriyor.
Ayrıca, bu bağlamda Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski'nin bir yıldan daha az bir süre önce İsrail'in Gazze'yi bombalamasına destek verdiğini hatırlatmak isterim.
Tabi şimdi söyleyebilirim ki, Filistinliler bombardıman altındayken ne hissediyorsa o da aynısını hissediyor. Binaları, kuleleri, okulları, evleri başlarına yıkılan, aileleri tamamen yok olan Gazze'deki Filistinliler, isimleri tüm nüfus kayıtlarından silinen onlarca aile…
Sivillerin kurtulması için bu savaşın derhal sona ermesini ve durmasını istiyoruz. NATO'nun Rusya'ya komşu ve Karadeniz'e kıyısı olan tüm ülkelere tecavüz etmemesini talep eden Rusya'nın tavrını anlayarak, bu krizin herkes için ulusal güvenliği garanti edecek şekilde çözülmesini talep ediyoruz.
"Türkiye'nin Ukrayna ile Rusya arasında arabuluculuk yapma konusunda İsrail'den daha kararlı olduğunu düşünüyorum"
Moskova'ya seyahat etmek isteyen herhangi bir uluslararası liderin Putin tarafından hemen kabul edileceğini düşünüyorum. Batı'daki diğer liderler, bu şekilde arabuluculuk talebinde bulunmadıkları için Moskova'yı ziyaret etmek istemediler.
Putin'in Ukrayna'nın kontrolünü tamamen ele geçirme planını sürdürdüğünü düşünüyorum. Türkiye'nin Rusya ve Ukrayna ile temaslar yoluyla bir rol oynadığına dikkat çekmek istiyorum. Ukrayna ile Rusya arasında arabuluculuk yapma konusunda İsrail'den daha kararlı olduğunu düşünüyorum.
Öte yandan bir başka noktada da çifte ahlaki standart uygulanıyor. İstila konusunda benzeri görülmemiş yaptırımlar söz konusu. Tüm istilacı ve işgalcilere karşı mütekabiliyet söz konusu olmalıdır.
Batılı ülkelerin hiçbiri bu anlamda İsrail işgaline karşı bu miktarda, hatta Moskova'ya uygulanan bu yaptırımların yüzde 10'u oranında bile yaptırım uygulamayı düşünmedi.
Bu yaptırımlar Moskova'ya uygulandı ve ironik olan şu ki, İsrail işgalini en çok destekleyenler, şimdilerde Rusya'nın Ukrayna işgaline en çok karşı çıkanlardır
- Siz Filistinlileri tarif ederken "Filistin üçgeni" fikrini öne sürüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Ben genellikle Filistin halkının üç taraflı bir yapıya sahip olduğunu söylerim; Batı Şeria'daki yani Kudüs ve Gazze'deki Filistinliler, en uzun kenarı oluşturan diasporadaki Filistinliler ve sayıca en küçük kitleyi oluşturan üçüncü kenar, iç kısımdaki Filistinlilerdir.
Biz olmasaydık, Filistin halkının geometrik üçgeni tam olmazdı, çünkü biz bu halkın ana parçasıyız. Bunun yanı sıra bir de vatandaşlık davası var; 1948'den yani Nekbe'den sonra uyruk ve vatandaşlık sorunu söz konusu.
Bugün sayıları 1 milyon 600 bin olduğu tahmin edilen dünya üzerindeki Filistin halkı ve kitlelerin geri kalanı, İsrail Devleti'nde ve İsrail vatandaşlığına sahip.
Ben, Filistinli Arap halkı tarafından kendi meselelerini parlamentoda vicdanım ve siyasi programıma göre temsil etmek üzere seçilen bir İsrail Parlamentosu üyesiyim. Benim mücadelem, Celile, üçgen, Necef (Negev) ve kıyı kentlerindeki Filistinli Arap halk kitlelerinin mücadelesi.
Onları bu zamana kadar İsrailliler ve Siyonistler olarak niteliyorlardı. Bugün bu bakış açısı tamamen değişti. Biz bu milli aidiyetin meşalesini koruyanlarız ve topraklarımızda sebat ettik. Filistin mirasını ve anlatısını koruduk. Özellikle Kudüs, Mescid-i Aksa'daki kutsalları savunan, bizim halkımızdır. Kudüs, cami ve kiliselerinde Filistinlilerin rolüne tanıklık ediyor.
Burada, bu konudaki rolümüzün artmasını önemsiyorum. Filistin kültüründe önemli bir rol. Rahmetli Mahmud Derviş, Tevfik Ziyad, Semih el-Kasım ve diğerlerini oraya çıkaran içerideki insanlarımızdır. Bunlar, Türkiye'de, Arap ve İslam dünyasında kendilerini tanıyan bir kitleye sahip tüm siyasi liderlerin yanı sıra bir gurur kaynağıdır. Onları tanımaya ve çalışmalarını, faaliyetlerini, açıklamalarını ve tutumlarını takip etmeye başladılar.
Bu, Filistin ulusal bileşeni ve İsrail vatandaşlığına sahip olmamızdan kaynaklanan sivil bileşen olmak üzere iki bileşenden oluşan kimliğimizin ayrılmaz bir parçasıdır.
- "Filistin asıllı olup Siyonist olmayan İsrail vatandaşı olma çelişkisi" sorunu çok konuşuluyor, ne düşünüyorsunuz? Siz Knesset'te Filistin asıllı bir Arap temsilcisiniz. Sayısı bahsettiğiniz gibi bir milyon 600 bin kişi olduğu tahmin edilen Filistin sokağına aitsiniz. Dr. Ahmed et-Tibi ya da 20 yılı aşkın bir süredir siyasi blok olarak verilen siyasi mücadeleye rağmen, kitle tabanını genişletmeyi neden başaramadı? Siz bir İsrail vatandaşı olarak neden İsrail'in iç kesimlerine hitap edemediniz? Bu "Filistinli Arap" söylemi, neden kitle tabanını genişletebilecek bir tür İsrail söylemine dönüşemedi?
Keşke işler bu kadar basit olsa. Çünkü birden fazla kültürden bahsettiğimiz tek bir homojen devletlerin yer aldığı Avrupa'da yaşamıyoruz, daha ziyade İsrail-Yahudi tarafı ile Filistinli Arap tarafı arasındaki sert bir ulusal çatışmanın sonucu olarak felaket yaşayan bir memlekette yaşıyoruz.
Örneğin, İsrail anlatısını benimsemeden dünyaya hitap eden resmi bir İsrail söyleminin temsilcileri olamayız. Resmi İsrail söyleminin bir parçası olabilmek için İsrail anlatısını benimsemek, devletin Yahudiliğini, Siyonizm'in kavram ve tezlerini tanımak gerekiyor.
Belki de 'Yahudi ulus devlet' yasasına uygun yaşamalı ve reddetmemelisiniz. Arapçanın ikincil bir dil olduğunu ve geleneksel bir dil olarak bu ülkede resmi dil olmaya hakkı olmadığını kabul etmelisiniz.
Belki de bir savaş suçu olan yerleşimlere yönelik eleştirilerinizi yumuşatmalısınız, biz Ortak Liste olarak o noktada değiliz. Ulusal hareketler ve partilerdeki Arap temsilciler, Knesset'teki varlıklarıyla bir yanda Filistin anlatısını, diğer yanda İsrail'deki sivil Arap kitlelerin hak arama çabası içindeki acılarını ve taleplerini taşıyorlar.
İsrail Parlamentosu'nda bulunmamızın nedenlerine gelince:
Öncelikle, vatandaşlık davaları için. İkincisi, milli söylemimizin her platformda ve her mekânda yer alması için. Ki parlamento bu açıdan çok önemli bir mekandır. Şurada burada bir medeni hak ve ayrıcalık ya da şurada burada bir bütçe karşılığında, ulusal hak ve ulusal onur arasında bir kıyas yapmamız mümkün değil.
Biri çıkıp bana "Neden Likud Partisi'nin veya İşçi Partisi'nin çatısına katılıp birleşmiyorsunuz?" diye sorabilir, belki de kulağınıza gelmiştir. Biz bunun içinde değiliz, bundan uzağız çünkü milli ve ideolojik taleplerimizden vazgeçemeyiz.
Bu arada, Ortak Listede bizlerle birlikte Ofer Cassif adında ilerici bir Yahudi milletvekili var ve onun İsrail müesses nizamının işgaline ve ırkçılığına karşı siyasi duruşu dünyadaki birçok Arap'ın pozisyonundan daha iyi.
"Knesset'in Filistinli üyesi için kırmızı çizgilerimiz"
- Bu söylem İsrailliler aracılığıyla İsrail'in içine yayılabilir mi?
İsrail toplumunun geniş kesimleriyle ve İsrail soluyla iş birliğinin önemine inanıyoruz. Örneğin, birkaç hafta önce, toprakları Givat Ronen adlı bir İsrail yerleşimi tarafından tehdit edilen Filistin'in Burin köyünde bir gösteriye katıldım. Meretz milletvekillerinden Gaby Lasky ve Mossi Raz, bunun yanı sıra yüzlerce İsrailli solcu aktivist de bize eşlik etti. Ortak çabalarını çok takdir ediyorum.
Aynı zamanda işgal altındaki Filistin topraklarına ulaşacaklarını, işgalci askerlerin karşısında duracaklarını ve cesur bir tutum sergileyeceklerini umuyorum.
Evet, bu insanların alanını ve bu insanlarla iş birliğinin kapsamını genişletmek istiyoruz. Ancak örneğin, yerleşim fikrini ortaya atan Haham Druckman ile iş birliği yapamam. Tıpkı Binyamin Netanyahu hükümetinde olamayacağım gibi… Taviz veremeyeceğim şeyler var; çünkü onlar benim aklım ve vicdanımın bir parçası.
"Sorun bizim tutumumuzda değil, Netanyahu'da"
- Bu bağlamda son bir soru. Eleştirmek adına sizin için -ki bu aslında Netanyahu'nun tezi- İsrail vatandaşlığına sahip olduğunu ve İsraillilerin sahip olduğu tüm haklardan yararlandığınız söyleniyor. Siyasettesiniz fakat herhangi bir bağlantınız yok. Bu nedenle, sınır dışı edilmeniz veya sizden kurtulmaları gerekir. Çünkü resmi İsrail anlatısı veya Siyonist anlatı ne olursa olsun, verdiğiniz örnekler dışında vatandaşlıkla ulusal bir bağınız yok. Yani yanınızda duran Ofer gibi bir milli aidiyetiniz yok.
Sürgün meselesi bakımından, Filistin halkını defalarca sürdüler. Nekbe'de Filistin halkı sürgün edilip katledildi. Etnik temizlik uyguladılar. Yüzlerce Filistin kasaba ve köyünü yok ettiler. Bir kavram olarak Filistin medeniyetini yok ettiler. Aidiyet açısından ise evet, mevcut İsrail aygıtının dayandığı Siyonist ideolojiye veya Siyonizm'e ait değiliz. Çünkü biz halk olarak bu Siyonizm'in kurbanlarıyız.
Bazen bizden bu mefhumu benimsememizi istiyorlar. Fakat biz bunu tamamen reddediyoruz. Öte yandan, evet, biz vatandaşız ve vatandaşlık durumunu iyileştirmek istiyoruz. Çünkü hayatın her alanında ırk ayrımcılığı söz konusu. Netanyahu benden memnun olsun diye bu ırk ayrımcılığına boyun eğmiyorum.
Sorun bizim tutumumuzda değil, Netanyahu ve İsrail müesses nizamının, 1948'deki Nekbe'nin etkilerinden 1967'de yeniden nüksetmesinden bugüne kadar hala acı çeken Filistinli azınlığa karşı tutumunda. Bizim bir ayrıcalığımız var. Bizim kendi halkımızdan ve meselelerinden başka bir şeye ait olmamız mümkün değil.
Mesela ben bir Filistinli olarak Gazze, Nablus, Yermuk kamplarındaki ve Lübnan'daki kardeşlerimden farklı bir özelliğim var. Çünkü İsrail vatandaşlığına sahibim. Bunların kurum için hukuki sonuçları var. Bu bizim parlamenter çalışmamızın bir parçası.
"'İsrail Arapları' doğru bir isimlendirme değil ve kullanılmasını istemiyoruz"
- "İsrail Arapları", "48 Arapları" gibi pek çok isimlendirme var; peki tercih edilen isimlendirme nedir ve tüm bu ifadelerdeki sorun nedir?
Biz insanlar arasında en fazla isimlendirmesi olan topluluğuz. Fakat bu halkın önemli bir parçasıyız. "İsrail Arapları", Filistinli kimliğimizi ve aidiyetimizi silmek isteyen İsrail düzeninin ifadesidir. Aslında, İsrail içindeki Arap kitlelere karşı olumsuz bir tavır sergiliyor. Kendilerinden bir parça olmasını kabul etmiyorlar. Smotrich ve başkaları gibi tehcir ve sınır dışı etmeyi düşünenler var.
Dolayısıyla bu isimle bizi vatandaş değil, İsrail'e tabi Araplar olarak görüyorlar. Çeşitli isimlendirmeler söz konusu; İsrail vatandaşı Araplar, ki bunlar Filistinli Araplar, kimliğimizle birçok yönden çelişen İsrail Arapları. 48 Arapları; biz sayı halkıyız. "48 Arapları", "67 Arapları" ve "2000 Arapları" bu isimlendirmelerden bazıları…
Yeşil Hat içinde kararlı bir duruş sergilemeleri nedeniyle onlara içerideki Filistinliler diyenler var. Her ismin siyasal, yasal ve toplumsal sonuçları var. Fakat İsrail Arapları doğru bir isimlendirme değil ve kullanılmasını istemiyoruz.
"Filistin kefiyesi Arap saygınlığının bir simgesidir"
- Dr. Ahmed et-Tibi, ister İsrail içindeki Filistin sahasında, isterse de rahmetli Cumhurbaşkanı Yaser Arafat ile çalışmanızı onun siyasi danışmanı olarak anlatan bir tarihtir. İki devlet kurulup barış sağlanmış olsaydı tabii olarak Filistin İçişlerinin Temsilcisi veya Büyükelçisi olacağınız söyleniyor. O dönemdeki siyasi vizyonunuzdan ve rahmetli Yaser Arafat'tan komik bir anınızdan ile bahseder misiniz?
Öncelikle bu, kariyerim, işim ve hayatımın en gurur duyduğum kısmı. Çünkü bu davayı her yere taşıyan Yaser Arafat bir semboldü. Ben de ona yakın olmam hasebiyle nasıl yaşadığına şahitlik ederim. O günü hatırlıyorum, Gazze Şeridi kuşatılmıştı. Ben ve içerideki liderler bölgeye girmeye çalışıyorduk. Birkaç denemeden sonra başarılı olduk.
Bir keresinde kuşatmayı birkaç saatliğine kaldırıp ziyarete izin verdiler. Bunun üzerine ben ve el-Fetih Hareketi'nden bazı kardeşlerle ona ulaştık. Bir defasında da yanına Muhammed Berake kardeş ve içeriden başka arkadaşlarla birlikte gittik. Garip olan şuydu ki yanına gittiğimizde, kuşatma altında olduğu halde bizi cesaretlendirip halimizi hatırımızı sorardı.
Kuşatma sırasında telefonla halimizi hatırımızı kontrol eder, çocuklarımızı, kardeşlerimizi, babalarımızı sorardı. Kardeşim Muhammed Berake ile yanına gittiğimizde bize güçlü bir irade göstermeye kararlıydı. Yaser Arafat her zaman böyleydi. Krizi prestije dönüştürürdü. Kefiyesini tutup, "Biz bu kefiyeyi savunmaya geldik. Bu Kefiye Arap saygınlığının simgesidir. Bu düşerse, Arapların saygınlığı da düşer" dedim. Gözlerinin yaşardığını fark ettim. Bu cümleden çok etkilenmişti.
Bunu gerçekten inanarak söylemiştim. Çünkü Filistin sorunu, bugünün halkları arasında kesinlikle Arap ulusal sorununun özüdür. Yaser Arafat, ölümünden sonra bile unutulmaz bir sembol olmaya devem ediyor. Bir keresinde Kalandiya kontrol noktasındaydık ve işgal askerleri bizi durdurdu. Bir televizyon kanalına canlı yayınlanacak bir röportaj verecektim.
Bu nedenle 'Kardeşim, zalimler menzili aşmış' ifadelerinin yer aldığı bir slogan attım. Bu olay canlı bir şekilde yayınladı. Gazze Şeridi'nde kuşatma altında bulunan Ebu Ammar bunu izlemiş. Beş dakika sonra telefonum çaldı ve kuşatma altındaki Ebu Ammar, şöyle dedi:
"Kardeşim, zalim menzilini aşmış, cihad ve fedakârlık vacip oldu."
İlerleyen zaman içinde seneler boyunca bana bu olayı hatırlattı. Ondan bahsettiğimde tüm Filistin halkı ve ben de onun yokluğunu daha çok hissediyorum. Arafat, Filistin mücadelesinin mevcut durumunu ve Filistin birliğini temsil ediyordu. Pek çok kişi hatta o dönemdeki Hamas liderleri bile Yaser Arafat ile aynı fikirde değildi. Arafat'ı çok eleştirdiler. Fakat onunla ilişki kurmak, bir lider, bir yönetici veya bir sembol ile iletişim kurmaya benzerdi. Bu nedenle, bu dönemde pek çok kişi Şehit Yaser Arafat'ı rahmetle anıyor.
"Filistinlinin anavatanı nehirden denize kadardır ama devlet için durum başkadır"
- Ebu Ammar'ın Oslo'dan son Camp David anlaşmasına kadar Filistin devleti kurmak için barış fırsatlarını kaçırdığı söyleniyor mu?
Yaser Arafat için Oslo, büyük ve acı verici bir tavizdi. İki devlet fikri de acı verici bir tavizdi. Bu orta halli bir çözümdü. Filistin devletinin vatan topraklarının yüzde 23'ü üzerinde kurulmasına dayanıyordu. O sıralarda ben ve sevgili arkadaşım merhum Mahmud Derviş, Yaser Arafat'ın huzurunda bu konuyu tartışıyorduk.
Mahmud Derviş'in bu konuda ne dediğini dün gibi hatırlıyorum. "Vatan ile devlet arasında fark vardır. Devlet coğrafi sınırlardır ve vatan, özellikle Filistin örneğinde, devletten çok daha geniştir" demişti. Daha fazla açarak ben de şöyle diyorum: Filistinlinin anavatanı nehirden denize kadar Kudüs, Yafa, Tayba, Rahat, Sahnin ve Gazze'dir. Ancak uluslararası söylem bir devlet hakkındadır ve bu durumda devlet anavatandan küçüktür.
"Yitzhak Rabin, Filistinliler ve Araplarla barış arayışında olduğu için öldürüldü"
Uluslararası olarak kabul edilen devlet, 1967 sınırlarıdır. Hatta birbirini izleyen İsrail hükümetleri, bu acı verici uzlaşmadan bile kaçındı. Buna engeller koyup işlevsiz hale getirdi. Bu nedenle her zaman söylediğim bir söz vardır:
İsrail Başbakanı'nın önerebileceği en fazla şey, bir Filistin başkanının kabul edebileceği en düşük şey değildir.
Yapılabilecek en büyük öneri bir özerk yönetim kurulması çözümüdür. Bir defasında Knesset'te Başbakan olarak görev yaptığı sırada Netanyahu ile konuşuyordum. Konuşurken sözümü kesti. Ona, "Size meydan okuyorum, Bağımsız ve Egemen bir Filistin Devleti demeye hazır mısınız?" Hemen cevap verdi ve cevabının özü 'Hayırdı'.
Bugüne kadar, 1967 sınırları içinde bağımsız, egemen bir Filistin devletinin kurulmasını kabul eden hiçbir İsrail başkanı veya lideri olmadı. Olmert buna en yakın kişiydi. Bu nedenle onunla Başkan Abbas arasındaki müzakerelerde ileri bir aşamaya gelindi. Ancak Mescid-i Aksa ve Kudüs meselesi çözülmedi.
Yitzhak Rabin'e gelince, o Filistinlilerin kemiklerini kıranlardan farklı davrandı. Askeri tarihinde Nekbe, Remle, Ludd ve benzerleri varken, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) tanıdı. Seçim kampanyalarından birinde bize "Arap vatandaşlara uygulanan ayrımcılıktan utanıyorum" demişti.
Rabin, FKÖ'yü tanıdığı ve bir anlaşmaya varmaya çalıştığı için öldürüldü. İsrail halkı, liderleri onları kışkırttığı için tarihi bir çözüme ulaşmaya hazır değil. Bazen insan, İsrail sokağının mı yoksa yönetiminin mi daha radikal olduğu konusunda bir karar veremiyor.
Bir keresinde 'Filistin devleti' ifadesini kullanmış olmasına rağmen bazı durumlarda Netanyahu sokaktan daha radikaldi. Ki bu ifadeyi kullanırken yalan söylüyordu. Bu ifadeyi iki ya da üç kez kullandı. Bir yalan detektörüne bağlı olsaydı, çok yalan söylediği için cihaz yanacaktı, çünkü gözünü kırpmadan yalan söylüyordu. İşgali sona erdirmeye dayalı bir Filistin devleti kurma fikrini kabul edecek herhangi bir İsrail lideri yok.
"Tüm Yahudiler aynı tarafta değil ve ırkçılık İsrail toplumunda merkezi bir konuma sahip"
- İsrail siyaseti ve İsrail sağı ile solu arasındaki çatışma hakkında sık sık konuşuluyor. Sağcı hükümetler, sizin de belirttiğiniz gibi, İsrail sokaklarını soldan daha fazla teşvik ediyor. Bir barış kavramına ulaşma bağlamında İsrail politikası Yitzhak Rabin ve Olmert benzerlerini ortaya çıkarır mı?
Tüm Yahudilerin aynı tarafta olduğu gibi saçma söylemlerde bulunan biri değilim. Çünkü aralarında sağcılar, solcular, ırkçı olmayan askerler, işgalci askerler ve hizmet etmeyi reddeden ve bunu reddettikleri için hapse atılan askerler bulunuyor. Hepsi aynı olarak nitelenemez. Fakat İsrail sokakları sağcı bir eğilimde. Irkçılık, İsrail toplumunda merkezi bir konuma sahiptir.
Netanyahu'nun düştüğü son duruma bakın. Herhangi bir alternatif yok. Ne uzlaşmacı ne de solcu bir alternatif bulunmuyor. Alternatif Naftali Bennett'ti, fikirleri açısından Netanyahu'dan daha sağcı ve aşırıcıydı Binyamin Netanyahu'nun iktidardan indirilmesine çok sevindik.
Tekrar siyaset sahnesine dönmesini istemiyoruz ve her pazartesi ona karşı oy vermeye devam edeceğiz. Çünkü o, siyasi duruşu ve yerleşimlere verdiği destekle İsrail'in bize karşı en provokatif liderlerinden biri.
"Sol ve Arap partilerinin geri kalanı, var olmayı hak etmeyen Naftali Bennett hükümetine bir kılıf"
Bana hangi hükümetin; Netanyhau mu yoksa Bennett hükümetinin mi daha radikal olduğunu soracak olursanız, Naftali Bennet hükümeti, 'değişim hükümeti' olarak adlandırıldı. Dünyayı ve aramızdaki bazı Arapları kandırdılar. Sanki bu hükümet, herhangi bir hükümet değil de bu hükümet siyasi bir çözüm getirecekmiş gibi. Naftali Bennett hükümeti, yerleşim operasyonları için Netanyahu hükümetinden daha fazla bütçeye sahip.
Bu hükümet döneminde Mescid-i Aksa'ya yapılan baskınlar, Netanyahu dönemindeki saldırılardan çok daha fazla. Yerleşimci şiddeti, bu hükümetin gözleri önünde ve müsamahasıyla giderek artıyor. Bu hükümet döneminde Necef'teki Araplara muamele önceki hükümetlere göre daha katı, agresif ve ırkçı bir boyut kazandı. Necef'te geniş alanlar mevcut ve Arap Bedevi halkımız bu bölgelerin sadece yüzde 3'ünde yaşıyor.
Hatta bu hükümet onları işgalci olarak görüyor. Asıl işgalciler Necef'e gelip çiftlikler kuranlardır. Her bir çiftlik, bin dönümlük araziye sahipken, 10 metrekarelik arazi üzerine kurulan evleri yıkmak istiyorlar. Bu hükümet, Başbakanı'nın alenen, "Siyasi bir çözüm olmayacak ve Başkan Abbas ile görüşmeyeceğim" dediği ilk hükümettir.
Anlaşılması zor olan Netanyahu bile böyle bir şey söylemedi. Sadece toplantılarında Filistin Devleti ifadesini kullanarak insanlara yalan söyledi. Bunlar oldukça radikaller. Suça ortak olan uluslararası toplum görüyor, duyuyor fakat hiçbir şey yapmıyor. Bir İsrail başbakanının siyasi bir anlaşma olmayacağını ve Başkan Abbas ile görüşmeyeceğini söylemesi normal bir şeymiş gibi.
Bu hükümetin geleceği ile ilgili olarak Lapid ile Naftali Bennett arasında bir görev değişimi olacağından şüpheliyim. Her hafta Koalisyon bileşenleri arasında sorunlar yaşanıyor. Arap solu ve sağının da bulunduğu bu hükümette korkunç çelişkiler var.
Fakat içerisindeki hâkim güç, sağ görüşü benimsiyor. Bu hükümette Naftali Bennett'in, İçişleri Bakanı Ayelet Shaked'in, İskân Bakanı Zeev Elkin'in, Adalet Bakanı Gideon Sa'ar ve Maliye Bakanı Avigdor Lieberman'ın ayrı ayrı politikaları var.
Bu mevcut hükümet, diğer sol partiler ve Arap partileri, bana göre var olmayan hak etmeyen bu hükümet için bir kılıf. Sosyal açıdan bile başarısız bir hükümet olduğu için fiyatları yükseltiyor ve hayat pahalılığı artıyor. Bu hükümeti tutarlı kılan şey, Netanyahu'nun yurtdışındaki varlığıdır, yani Netanyahu kaybolduğunda bu hükümet de ortadan kalkar.
Netanyahu savcılıkla bir anlaşma imzalamazsa, aleyhindeki suçlamalar çok büyük olduğu için hapse girecek. Hakkında rüşvet, dolandırıcılık ve güveni kötüye kullanma suçlamaları bulunuyor. Eninde sonunda bir anlaşma imzalayacak. Bir ay önce imza atmak üzereydi. Savcılık vazgeçti ardından o da vazgeçti.
Şimdi yeni bir hukuk danışmanı atandı. Bence mesele birkaç ay sürecek. Netanyahu ve avukatları bunun farkında. Ona da ya anlaşma imzalayacağı ya da hapse atılacağını bildirdiklerini sanıyorum. Bence hapse girmektense sonunda anlaşmayı imzalamayı tercih edecek. Netanyahu, bu imzayı attığında mevcut hükümetin sayılı günü kalacak.
Peki, ya bundan sonra ne olacak, bu konudaki senaryolar neler? Seçim mi yapılacak yoksa içeriden başka bir hükümet mi çıkacak? Bence Netanyahu anlaşmayı imzalayıp ortadan kaybolursa Likud içinde seçimler gerçekleştirilir. Likud'daki birçok kişi Netanyahu'nun siyasi hayattan ayrılmasından memnun olacak. Ya da bir başka seçenek olarak seçim düzenlemek yerine Knessett içinden yeni bir hükümet kurulacak. Başka senaryolar da söz konusu olabilir.
Türkiye ve Netanyahu İsrail'i
- Bu noktada Netanyahu'nun kişiliği neden uluslararası partiler tarafından bile rahatsız edici olarak değerlendiriliyor? Netanyahu ile kişisel sorunları olan devlet başkanları var, sorun Netanyahu'da olduğu kadar İsrail'de değil. Burada Türkiye-İsrail ilişkileri hakkında konuşabiliriz. İsrail Cumhurbaşkanı'nın önümüzdeki ayın 9'unda Türkiye'ye bir ziyaret gerçekleştirmesi bekleniyor. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin eskisi gibi normale döndüğü ve gecikmenin Netanyahu ve onunla olan kişisel sorundan kaynaklandığı söyleniyor. Bu yalnızca bir örnek. Aynı durumun İsrail-ABD ilişkileri için de geçerli olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde Avrupa'nın İsrail ile olan birçok ilişkisinde de bir Netanyahu düğümü var, bu düğüm nedir?
Bu düğüm, Netanyahu'nun kendisidir. Bunun dışında, karizmatik, dili iyi kullanan, akıllı ve deneyimli bir politikacı. Ancak doğası gereği kötü bir insan. Kesinlikle vefalı değil. Her şeye sahip olmak istiyor ve ne rolü ne de ağırlığını etrafındakilere kaptırmak istiyor. Binyamin Netanyahu'nun nasıl devrildiğini biliyor musunuz? Onu devirenler, en yakınındakilerden başkası değil.
Lieberman ve Elkin ona en yakın isimlerdi. Shaked ofisindeydi, Naftali Bennett Ofis Müdürü'ydü. Sa'ar da yakın isimlerdendi. Kendilerine kaba davrandığı ve çevresindekilere saygı duymadığı için ona sırt çevirdiler. Birçok dünya lideri için de benzeri bir durum söz konusu. Bunların bazılarından bahsettiniz; (Türkiye-İsrail ilişkileri konusunda Netanyahu bu ilişkilerin önünde bir engeldi.Bence Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ona saygısı yoktu ve bunda haklıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Netanyahu'nun Filistin meselesindeki tutumunu, Mavi Marmara gemisinde yaşananlar ve benzeri olayları dikkate alıyordu) Netanyahu, dünya liderlerine ondan uzak durmaları için nedenler veriyordu. Böylece antipati oluştu.
Ona yakın olan tek kişi Eski ABD Başkanı Donald Trump'tı. Kişilik açısından birçok ortak noktaları vardı. Trump bile 2-3 ay önce hakkında ünlü bir açıklamada bulunarak karşı safa geçti.
"Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın övülmesi gerektiğini düşünüyorum"
- Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Okuduğumuz haberlere göre İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında hızlanan temaslar ve telefon görüşmeleri var. Cumhurbaşkanı Isaac Herzog Türkiye'yi ziyaret edecek ve bunda şaşılacak bir şey yok. Türkiye-İsrail ilişkileri uzun yıllar boyunca inişli çıkışlı ve normal bir seyir izledi. Bu durum Filistin meselesiyle ilgili ve bu önemli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ilişkilerin gelgiti, sıcaklığı, soğukluğu ya da durgunluğuna Mescid-i Aksa'da yaşananlar ve Filistin halkının başına gelenleri göz önünde bulundurarak karar vermesi nedeniyle çok takdir ediyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu konuda övülmesi gerektiğini düşünüyorum.
"İran ve Arapların İsrail ile normalleşmesi ve her ne kadar farklı olursak olalım Arap ülkeleriyle ilişkilerimizi kesmemek"
- Yakın zamanda İsrail ile ilişki kuran Körfez ülkeleri de var. Aslında, bazı Arapların Filistin'i veya Filistin sahnesini terk ettiğine dair bir söylenti var. Mesela Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) veya Bahreyn'den bahsedelim. Bu insanlar Filistin gerçeğine sırt döndü mü dönmedi mi?
BAE ve Bahreyn ile bu anlaşmanın imzalanması, ABD Başkanı Trump liderliğindeki ikili temasların sonucuydu. Biz Arap temsilcilerin bu anlaşma için ret oyu verdiğimiz bir sır değil. Binyamin Netanyahu oylama öncesinde yaptığı konuşmada- ki biz bu oylamadan eminiz- şöyle demişti:
Bu anlaşmalarla amacım Filistin sorununu bir kenara bırakmak. İlerlemek için Filistin sorununu çözmeye gerek olmadığını kanıtladım.
Bölge ülkelerinin ikili çıkarları olduğunu biliyorum. İran Körfezi'ndeki durumu göz önünde buldurun. Bu faktörlerden dolayı bugün işler geçmişte olduğundan farklıdır. Ancak asıl mesele Filistin sorunudur. İşgal, hala Filistin halkını rahatsız ediyor.
Öte yandan, ne kadar farklı olursak olalım, hiç kimse BAE halkının Filistin halkını ve onların davasını destekleme geçmişini inkâr edemez. Daha iki hafta önce Gazze'de koronavirüs tedavisi için bir hastane kurdular. Ne kadar öfkelensek veya fikir ayrılığına düşsek de Filistin'deki çıkarımız Arap dünyasıyla köprüleri kesmemektir.
Filistin halkının Filistin, Mescid-i Aksa, Şeyh Cerrah, Burin'de her gün mücadele verdiği doğrudur. İşgalle tek başına mücadele ediyor fakat Filistin davası ve halkının Arap ve Müslümanların bağışlarına ihtiyacı var. BAE, bunu geçmişte sağladı hala da Filistin halkına bağış sunmaya devam ediyor. Bağışlar hakkında olumlu bir görüşe sahip olduğum bir sır değil.
Nabzı ve vicdanı Arap olan saygıdeğer Şeyh Zayid, hayatı boyunca bağışlarda bulundu. Ölümünden sonra da BAE, Filistin halkını desteklemeye devam etti. Bu anlaşmalar konusundaki tutum farkımızı korurken, sona ermesi gereken ikili anlaşmazlıklar var. Biliyorsunuz, ikili anlaşmalar imzalamış bazı Arap ülkeleri var.
Onlarla ilişkiler gelişmiş ve olumlu. Bu ve diğer anlaşmalarda farklı tutumlara sahip olsak da Körfez halkları, BAE ve Katar halkına içten bir saygı duyuyorum. İşgalin çirkinliğinin giderek arttığı ve derinleştiği yönündeki iddiamla bu konuda dikkate alınması gereken eleştirilerimiz var.
Bununla birlikte işgalin çirkinliği ve derinleştiğini vurgulamak istiyorum. Onların da eleştirileri var. Sözlerini kesmeden ya da dışlamaksızın saygıyla dinlenmeli. Bu aşamayı geçmeliyiz.
"Şeyh Muhammed bin Zayid, BAE'yi kendi başına geliştiriyor ve İsrail zihnine ihtiyacı yok"
- BAE'liler sosyal medya platformlarında, BAE'nin ve Körfezin benzer tutumlarını eleştiren bazı Filistinliler ve Araplara karşı alenen sitem etmekte. Filistinlilerin bu eleştirileri İsrail ile mükemmel ilişkiler sürdüren Mısır'ı hedef almıyor. Yine İsrail ile ilişkileri olan Ürdün'e de yönelmiyor. Neden kuruluşundan bu yana İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışan ilk İslam ülkelerinden biri olan Türkiye'ye yönelik değil?
Filistinliler, Mısır'ı Sedat'ın İsrail ile barış anlaşmasını imzalamasının ardından eleştirdi. Ancak aradan yıllar geçti ve o dönemdeki sert ifadeler ve anlaşmazlıklar bir kenara bırakıldı. Bununla birlikte Filistin halkı hala Camp David Anlaşmalarına karşı çıkıyor. Filistinli ve Mısırlı liderler arasındaki ilişkiler normal seyrine döndü. Mısır halkının, her Filistinlinin gönlünde saygı ve sevgisi vardır. Ürdün ve Filistin arasındaki kardeşlik ilişkisinden bahsetmiyorum bile. Filistin ve Ürdün arasındaki ilişkiyi bozmanın imkânı yok. Onlar tek vücut.
Ürdün halkı Mescid-i Aksa, Gazze, Burin ve ülke içinde meydana gelen küçük büyük her şeyde etkileşim halindedir. Çünkü biz tek bir milletiz. Zaman zaman derim bu, ortak bir dert. Tutum konusunda aramızdaki kültürel farkı koruyoruz. Filistin davası konusunda kapsayıcı olan Arap şemsiyesini yeniden kurmak için halkımız ve davasının çıkarlarına göre hareket etmeliyiz. Körfez'deki bazı sosyal medya platformu kullanıcılarının Filistinlilere yönelik sert ve keskin ifadelerini duyuyor ve okuyoruz.
Bu durgunluk ve antipati durumunu sona erdirmek için çaba göstermeliyiz. Filistin davasının Araplar ve Müslümanların desteğine ihtiyacı var. Araplar ve Müslümanlar her zaman Filistin davasının yanında durmadılar. Bir gelgite mahkûm oldular. Filistinliler umut, acılar ve işgal altındaki hayatlarından dolayı sitem etme ve kızma hakkına sahiptir. Özellikle de herkes Filistin davasının; ümmetin davası ve Arap dünyasının çarpan kalbi olduğunu söylerken… Bu anlaşmaya oy verdikten sonra bile oldukça açıktı.
Bazı İsrailli milletvekilleri, "Bizim aklımız onların da parası var" dedi. Bu sözler beni provoke etti ve konuşmamda "BAE gelişmiş bir ülke. Muhammed bin Zayid'in bu ülkeyi nasıl geliştirdiğini ve yönettiğini izleyin. Aklınıza ihtiyacı yok" dedim. İsrailli vekillerin onların akılları ve BAE'dekilerin de paralarının olduğu yönündeki söylemlerinde bir üstünlük algısı var. Aynı şekilde içeride de bize üstünlük taslıyorlar. Bu, kabul edilemez bir söylem. Üstünlük söz konusu değil. Göz hizasında ve kararlılıkla konuşuyoruz.
"İsrail'in geleceği de yok oluşu da İsraillilere bağlı"
- Son soru, İsrail son üç yılda peş peşe siyasi krizler, erken ve tekrarlanan seçimler, sürekli hükümetler kurma konusunda başarısızlık yaşadı. Bugün sizin de söylediğiniz gibi bu hükümetin bir geleceği yok. İsrail belki de kuruluşundan bu yana benzer krizleri hiç yaşamamıştır. Mevcut durumda olduğu gibi İsrail içerisinde siyasi olarak bölünmeler yoktu. İsrail'in çöküşünden bahseden ideolojik tahminlerin ışığında İsrail'in geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sahneyi nasıl okuyorsunuz?
En çok düşündüğüm şey Filistin halkının geleceği. Filistin'in mevcut durumu kötüye gidiyor. Filistin'in içerisinde uzun süredir devam eden bölünme, Filistin davasını geri itiyor. Bu bozulmanın ve devam etmesinin sorumlusu Filistinli gruplardır.
Her zaman derim; Filistin bütün gruplardan daha büyüktür, Fetih'ten, Hamas'tan daha büyüktür, popülariteden daha büyüktür ve politikacılardan daha büyüktür. Bu bir millettin, bu ümmetin meselesidir. Bu utanç verici ve acılı bölünmenin sona ermesinin zamanı gelmiştir.
Dolayısıyla bu nedenlerden ötürü halkımın geleceğini düşünüyorum. Ancak İsraillilerin kendileri, bu kibirli şekilde devam ederlerse, İsrail rejiminin kemiklerini kemiren bu yolsuzluk olgusu ile bu kibirli tutum ve başka bir halk üzerine güç ve işgal yoluyla egemenlik kurma devam ederse, bu siyasi yapının devam edip etmeyeceğinin kesin olmadığını söylüyor.
Son yıllarda İsrail'in Güney Afrika'dan nispeten daha güçlü olmadığını düşünüyorum. Özellikle Güney Afrika diyorum. Çünkü İsrail işgalci bir ülkedir. İşgalci bir ülkede iki rejim vardır. Bir Yahudi rejimi ve bir Filistin rejimi ve Yahudi yerleşimciler var. Filistinliler için askeri, İsrailliler için sivil adalet sistemine sahip. Bir de yerleşimcilerin bulunduğu ve Filistinlilerin girmesine izin verilmeyen sokaklar var.
Burada etnik kökene dayalı üstünlükçü bir sistemden ve ayrı bir siyasi ve yargı sisteminden bahsediyoruz. Söylenmesi gereken bu ama evet, Kudüs, Gazze ve Batı Şeria'daki işgalin ve bununla birlikte işgalin tüm çirkinliklerinin sona ermesini istiyoruz.
- İsrail'in iç politikasının sorunu bir vizyon sorunu mu yoksa bir liderlik sorunu mu?
İsrailliler işgale, tahakküme ve üstünlüğe bağımlı hale geldi, artık bu tahakkümün, üstünlüğün ve işgalin sona ermesinin zamanı geldi.
© The Independentturkish