Asıl tartışma Sezen Aksu'ya gösterilen tepkinin gölgesinde kaldı: Siyaset, cami, okul ve kışlanın göbeğinde

Geçmişte siyasetçiler caminin çıkışında bile açıklama yapmamaya özen gösterirlerdi. Şimdi ise imamın namaz kıldırdığı mihraptan bile tehdit içerikli siyasi mesajlar veriliyor. Cami, okul ve kışla tamamıyla siyasetin esiri mi oldu?

Herkes, istediği şekilde inanmaya devam etsin ve yine herkes din ve devletin ayrılması gereğine inansın. Camiye, okula, kışlaya siyaset sokulmasın.

Bu sözler, 27 Ekim 1999'da Kırıkkale'yi ziyaret edip Kırıkkale Üniversitesi'nde bir konuşma yapan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ait.

Sadece Demirel değil, sayısız siyasetçi benzer açıklamalarda bulundu. 

Öyle ki "Camiye, okula, kışlaya siyaset sokulmasın" ifadesi adeta bir slogan haline geldi. 

Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğinin tartışıldığı platformlarda buna hep vurgu yapıldı. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Cami çıkışı ve avlusunda açıklama yapılmazdı

Bu nedenle de geçmişte cumhurbaşkanları ve başbakanlar başta olmak üzere siyasiler, cami çıkışlarında ve avlularında açıklama yapmaktan kaçınırlardı. 

Namaz vakitlerinde kameraların yaklaşamadığı siyasiler, katıldıkları cenaze namazlarında kendilerine mikrofon uzatıp soru sormaya çalışan gazetecilere, "Burası ibadethanedir. Cami avlusunda açıklama yapılmaz" diyerek cevap vermezlerdi. 

Açıklamalar, genellikle kamu kurumlarında ya da çeşitli toplantı ve etkinliklerin yapıldığı otel gibi mekanlarda yapılırdı. 

Gelinen aşamada ise cami çıkışı ve avluları değil artık imamların namaz kıldırdığı mihraplarda bile siyasi açıklamalar yapılıyor. Sadece bu da değil. Cuma günü camilerin çıkış kapısı veya avlusunda demeç vermek bir alışkanlık haline getirildi. 

sezen-aksu.jpeg
Mihrap, cami ve mescitlerde imamların namaz kıldıkları yerdir. Burada namaz kıldırılır ve dua edilir. / Fotoğraf: Independent Türkçe


Mihraptan "dil koparma" mesajı verildi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen Büyük Çamlıca Camisi'nde imamla birlikte mihrapta durarak bir açıklama yaptı. 

Sanatçı Sezen Aksu'nun 5 yıl önce dillendirdiği bir şarkısında Hazreti Adem ve Hazreti Havva'ya yönelik "cahil" ifadesine tepki gösteren Erdoğan, "Hakaretlerin bini bir para. Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz. Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir" ifadelerini kullandı. 

Gerçi mihraptan verilen mesajın basında yer almaması için çok çaba gösterildiği belirtildi. Ancak, o sözlerin sarf edildiği video pek çok basın kuruluşunda yer aldı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün katıldığı programda ise "hitabının muhatabının Sezen Aksu" olmadığını iddia etti. 

Sezen Aksu'nun Türk sanatına büyük katkılar sunduğunu söyledi. Ancak Sezen Aksu'ya gösterilen tepki nedeniyle mihraptan verilen siyasi mesaj çok fazla tartışılmadı. 

Cami avlusu.jpeg
Cuma günü namaz sonrası cami avlusu veya çıkışında açıklama yapmak gelenek haline getirildi / Fotoğraf: AA 


Çıkıştan avluya, avludan mihraba

Oysa cami çıkışındaki siyaset, zamanla avluya daha sonra da "mihraba" taşındı. 

İlahiyatçılara göre imamdan başka kimsenin söz söylememesi gereken makamda bir siyasetçi, "dil koparma" tehdidinde bulundu. 

Türkiye "nereden nereye" kadar yol aldı? Öyle ki siyasetçinin mihraptan verdiği tehdit içerikli mesaj bile artık sorgulanamaz oldu. 

Emevi ve Abbasi dönemini geçti mi? 

Peki, gerçekten "camiye, okula ve kışlaya" siyaset sirayet etti mi?

Pek çok ilahiyatçıya göre siyaset caminin zirvesinde. Din, Emevi ve Abbasi dönemini bile geride bırakacak kadar siyasallaştırıldı. 

Bu konuyu bir ilahiyatçı, bir eğitimci ve bir asker değerlendirdi. 

Üç uzmanın ortak görüşü şu: Siyaset bu kurumlar zirvesinde. Artık cami de okul da kışla da fazlasıyla siyasallaştırılmış durumda. 

camide-siyaset-671.jpeg
Siyasetin camiye taşınması tepki çekiyor / Fotoğraf: Sözcü gazetesi


Dindar olmayan birisi cumhurbaşkanı olursa… 

Özellikle AK Parti yetkilileri zaman zaman bu yönlü eleştirilere "Cumhurbaşkanı dindar bir insandır. Onun için camide görünmesi ve konuşması normal" diyor. 

Peki, yarın öbür gün iktidar değiştiğinde ve ülkenin başına dindar olmayan birisi seçildiğinde bu kişinin caminin mihrabında vereceği siyasi demeçler için söylenecek söz bulunur mu? 

Prof. Dr. İsrafil Balcı'nın buna cevabı kısa ve net: "Ektiklerini biçecekler, söyleyecek sözleri olmaz." 

İmam ve ilahiyatçı profesörün tweetleri

Çok beklemeye gerek bile yok galiba. Zira tepeden aldıkları cesaretle durumdan vazife çıkarıp sosyal medyada "dehşete" düşüren imam ve ilahiyatçı profesörler var. 

Bu örneklerden birisini Samsun'da görevli olduğu belirtilen bir imam yaptı. Sosyal medya hesabında Sedef Kabaş'a tepki gösteren imam Vedat Aydın, "Muhtemelen gece kullanmıştı kelepçeyi. Bu çapta bir kadının fantezilerinin sınırlarını kestirmek kolay değil. Üzülme, gündüz yoksa gece vardır kelepçe" dedi. 

Bu kimileri için çok şey ifade etmeyebilir. Fakat ibadete açılan Ayasofya Camisi'nin imamlığını bir süre yapan Prof. Dr. Mehmet Boynukalın ise milyonlar için rahmet ve bereket olarak kabul edilen kar yağışının Allah'ın bir gazabı olduğunu iddia etti. 

Boynukalın'ın şu ifadeleri ilahiyatçıların tepkisine neden oldu: 

"Hz. Adem ve Havva annemize yapılan hakareti savunanı Allah karla çarpar; öyle elinizde balık ve rakıyla kala kalırsınız... Gereken dersi herkes çıkarır inşallah..." 

Artık "dini zehirleyen" bu ve buna benzer sayısı örnek bulmak sıradanlaştı.

Siyasetin camiye, okula ve kışlaya sokulup zirveye çıkışını Prof. Dr. İsrafil Balcı, Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ve emekli Tuğgeneral Nejat Eslen yorumladı.

"Camiye siyasetin sokulmaması esastır"

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsrafil Balcı: 

"Demokratik anlayış, hak, hukuk açısından baktığımız zaman birleştirici yer olduğu için camiye siyasetin sokulmaması esastır. Camide cemaat vardır. Cemaat arasında farklı insanlar vardır. Buraya siyaseti soktuğunuz zaman ister istemez ayrışma girer. Bu tarihi tecrübeyle sabittir. Bu mesele İslam'ın erken döneminden beri gündeme geldi. Özellikle de Emevilerle beraber. Cemaat tamamen konsolide edilerek insanlar propaganda yapılmaya başlandı. Yani birleştirici olan cami rakibi izam etme yerine dönüştürüldü. İktidarlar hiçbir zaman "Camiyle siyaseti birbirinden ayıralım" demediler. Çünkü din herkesi ilgilendiriyor. Herkesi ilgilendirdiği için de insanları en iyi etkileme yolu cemaat toplu hitap edebilme yolu olduğu için buraları kullandılar. 

Ama şimdi bakıyoruz mihrabından minberine kadar ne bileyim işte hutbesinden bütün kürsüsüne kadar buram buram hem camideki din görevlisi iktidar rüzgarıyla yapıyor hem de siyasetçilerin bunu sıklıkla yaptıkları bir döneme girdik. Maalesef cami siyasetin bir parçası, bir öznesi ve siyasi mesajların yeri oldu. Bu son derece yanlış ve dine aykırı bir şey. Kaldı ki camide, caminin görevlisinin dışında bir başkasının konuşması, çok daha büyük sorunları beraberinde getirmiştir. Geçmişte Emeviler veya Abbasiler yaptılar. 

İsrafil Balcı.jpeg
Prof. Dr. İsrafil Balcı / Fotoğraf: Independent Türkçe 


"Camide siyaset insanı dinden soğutur" 

Camiler, insanları tehdit edilecek yer haline getirilemez. Buralar toplumun geneline dini mesaj verme yerleridir. Buralar kendi propagandalarını duyurma yeri haline getirildiğinde düpedüz ayrımcılık yapılmış olur. Buradan ne Müslümanlar ne siyasetçi yararlı çıkar ne de dine bir hizmet yapılmış olur. Aksine insanları dinden soğutur.


"Okulda AKP vesayeti hakim oldu" 

Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan: 

"Eğitimde, kışlada ve camide başka güçlerin vesayeti gitti şimdi AKP vesayeti geldi. Bu vesayet sadece cami okul ve kışlaya sirayet etmemiştir. Sosyal yaşamımızı da zehirlemektedir. Bu vesayet sayesinde hayatta kalıyorlar. Bu durum ülkenin geleceğine büyük zarar verecek. Akademideki vesayeti rektörler eliyle yapıyorlar. Üniversiteleri kendilerine bağlamış durumdalar. Atadıkları liyakatsiz rektörler aracılığıyla dilediklerini yaptırıyorlar. Diledikleri üniversitede küçülme kararı alırken diledikleri üniversitelerde ise hiç gerek duyulmadığı halde yeni fakülteler açıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi bunun en bariz örneğidir. 

Özcan.jpeg
Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan / Fotoğraf: Twitter


Önce bir rektör getirdiler. Bu yapamayınca onu görevden alıp yardımcısı rektör olarak atadılar. Yeni getirilen de kabul görmedi. Ama üniversitede istenmediği halde hukuk fakültesi açmaya karar verdi. Bütün mesele eğitim kurumlarını kendi kontrolleri altına anlaya çalışmaktır. Onun için AKP vesayeti diyorum. Pek çok alanda benzer uygulamaları hayata geçirdiler. Liyakatsiz adamların yönettiği hiçbir üniversitemizin bir başarısı yok. Ama çok da ümitsiz olmamak lazım. Liyakat sahipleri geldiklerinde bu tür olumsuzluklar ortadan kalkabilir." 

"FETÖ tipi yapılar ordunun içerisinde ikili bir emir komuta yapısı oluşturur" 

Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen: 

"Dünya çok hızlı bir değişimden geçiyor. Amerika ile Rusya ve Çin arasında bir güç mücadelesi veriliyor. Bu güç mücadelesi bizim coğrafyamızı da etkiliyor. Dünyada üç tane güç merkezi var. Birincisi Amerika'nın liderliğini yaptığı Atlantik cephesi. İkincisi Rusya'nın oluşturduğu Avrasya cephesi üçüncüsü de Asya Pasifik'in lider ülkesi Çin'in oluşturduğu Asya Pasifik Cephesi. Şimdi bu üç güç merkezinin de coğrafyamızla ilgili çıkarları var. Yani bir yerde bu güç merkezlerinin jeopolitik nüfus alanlarının kesiştiği yerdeyiz. Dolayısıyla bu güç merkezi için de vazgeçilmez bir önemdeyiz. Küresel güç mücadelesi devam ederken ve bu çekişmenin nasıl gelişeceği ile ilgili belirsizlikler varken güçlü bir Türkiye'ye ihtiyaç artıyor. 

Nejat Eslen.jpeg
Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen / Fotoğraf: Facebook


Güçlü Türkiye demek, güçlü silahlı kuvvetler demektir. Ordu devletin bel kemiğidir. Bel kemiği ne kadar güçlü olursa Türkiye Cumhuriyeti Devleti de o kadar güçlü olur. Türk ordusu şu an PKK karşı bir mücadele veriyor. Irak'ta ve Suriye'nin kuzeyinde aynı şekilde bir mücadelenin içinde ve Türkiye'nin Suriye'yle ilgili yaşamsal çıkarları var. O zaman nasıl bir ordu olmalı? Kara gücüyle donanmasıyla ve hava gücüyle ve hava savunma sistemleriyle çok güçlü bir orduya ihtiyacımız var. Bu güçlü ordunun da çok iyi bir şekilde idare edilmesi gerekir. Yani moral ve motivasyonun yüksek olması gerekiyor. Onun içinde ordudaki emir komuta zincirinin rasyonel bir şekilde çalışması gerekir. Eğer orduya siyaset ve tarikatlar sızarsa tıpkı FETÖ olayındaki facia ile karşılaşırız. FETÖ tipi yapılar ordunun içerisinde ikili bir emir komuta yapısı oluşturur. Bu da ordunun etkinliğini büyük çapta zarar verir. Türkiye'nin bu kritik geçiş sürecinde geleceği açısından siyasete bulaşmamış tarikatlarının etkisi altında kalmamış güçlü bir orduya ihtiyacı giderek artıyor."

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU