Şiddetin ikonlaştırdığı bir star: Bergen

Mersin'de parmaklıklar içinde bir mezar. Mezarda yatan Türkiye'nin belki de en çok bilinen kadın cinayetlerinden birinin kurbanı. Parmaklıklar, onun ölümüne şahitlik eden annesinin ölü bedeninin dahi zarar görebileceğine dair korkusunun sembolü

Kolaj: Independent Türkçe

Tam 32 yıl önceydi.

Altı kurşun isabet etmişti daha önce kezzap saçılan bedenine, oracıkta öldü.

Bu hayattan gittiğinde henüz 30'una dahi girmemişti.

Hepimizin Bergen olarak tanıdığı arabesk sanatçısı Belgin Sarılmışer, o altı kurşundan sonra katilinin beklentisinin aksine unutulmadı, hatta ölümünün üstüne eklenen her sene onu biraz daha hatırlattı, biraz daha tanıttı, biraz daha merak ettirdi.

Kadın cinayeti protestolarında afişlerde gördük yüzünü, yenilerde yapılan arabesk coverlarda şarkılarını tekrar dinledik ve şimdi Bergen, şubat ayında vizyona girecek bir sinema filmiyle yeniden gündemde.

Farah Zeynep Abdullah'ın Bergen'i canlandıracağı filmin bir diğer oyuncusu Erdal Beşikçioğlu olacak.
 

 

Bergen'i ailesinin dışında herhalde en yakından tanıyan isimlerden biri, onun hayatını bir romana dönüştüren ve romana da Bergen'in artık lakabı haline gelen 'Acıların Kadını' ismini veren müzik yazarı Yavuz Hakan Tok. 

Bergen, gerçek adıyla Belgin Sarılmışer, Mersin'de yedi çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak dünyaya geldi. Anne babası o çok küçükken boşandı, annesi küçük Belgin'i alıp Ankara'ya yerleşti.

Sonrasında konservatuarın orta bölümünde müzik eğitimi almaya başladı. Ancak konservatuar hayatı uzun sürmedi ve bir süre postanede memur olarak çalıştı.
 

Bergen.jpg
Bergen ismiyle tanınan Belgin Sarılmışer

 

Hayatını değiştiren gece ise arkadaşlarıyla gittiği Ankara Seyman Kulüp'te ona mikrofonun uzatıldığı gece oldu. Orhan Gencebay'ın 'Batsın Bu Dünya' şarkısını söyledi ve tıpkı Türk filmlerindeki gibi kulübün sahibi ona kartını uzattı, "Gel burada şarkıcı olarak çalış" dedi.

Ankara'nın o dönem pavyon olarak nitelendirilen birçok gazinosunda çalıştı. Şarkı söylemeyi seviyordu, onun için mekânın önemi yoktu. Yeri geldi Bülent Ersoy'un kadrosunda, yeri geldi Neşe Karaböcek'in kadrosunda sahne aldı.

Ve bir gün Adana'daki bir pavyondan teklif aldı. Hayatı o teklifle değişti, çünkü bilmese de o teklif onun için sonun başlangıcıydı.
 

yavuz hakan tok.jpg
Yavuz Hakan Tok

 

Yavuz Hakan Tok, annesinin hayatı boyunca Bergen'in hayatında çok baskın olduğunu, müziğe onun teşvik ettiğini ancak ailenin diğer üyelerinin bu gece hayatında süren müzik yaşamın çok da sıcak bakmadığını söylüyor ve Adana'ya gittikten sonra katili olacak kocası Halis Serbest'le tanıştığını anlatıyor.

O dönemin koşulları, gece hayatında yalnız kadın olmanın yarattığı güçsüzlükle, belki de kendisini koruyacak birine ihtiyaç duyduğu için de Halis Serbest'in ilgisinden bir süre sonra hoşlanıyor, hayır diyemiyor.

Ancak Tok'a göre, bu aşk en başından beri sağlıklı bir aşk değil. Çünkü daha çok Halis Serbest'in zorlamasıyla ve hayranlığıyla başlayan bir aşk bu.

Bergen'e her gece çiçek gönderiyor, çalıştığı pavyona gidip en ön masadan seyrediyor. Tok'a göre Bergen bir süre sonra bu ilgiye teslim oluyor.

Ancak daha en başta bu ilişkide yanlış olan bir şeyler var. O da Halis Serbest'in başkasıyla evli olduğu halde Bergen'e sahte nikah kıyarak onu evlendiklerine inandırması.
 

 

Yavuz Hakan Tok; Bergen'in bunu bir süre sonra öğrendiğini, Serbest'ten ayrıldığını ancak ilişkinin hastalıklı halinin o durumda bile devam ettiğini çünkü Bergen'in bütün bu sorunlara rağmen erkekten kopamadığını vurguluyor.

Bergen 1988'de verdiği bir röportajda ilişkisine dair şunları söylüyor:

Ben sahneyi çok seven, açıkçası sanatına ışık bir kişiydim. O ise kıskanç bir insandı. İlk başlarda bana hissettirmemeye çalıştı. Ama sonra ortaya çıktı, ilk dayağımı o zaman yedim. Beni sahneden aldı ve bir eve kapattı.


Peki hikâye nasıl sürüyor, birlikte hatırlayalım. İkili arasındaki ilişkinin dinamiği Bergen'in uzaklaştığı dönemde Serbest'in peşinden koştuğu, Serbest'in uzaklaştığı dönemde ise Bergen'in tetiklediği bir sarmal yaya dönüşüyor.

Yavuz Hakan Tok; Bergen'in hikayesinin hep anlatıldığı şekilde, bir 'kötü adam'ın çaresiz bir kadının peşinden koşma hikayesi olmadığını söylüyor, ona göre bu gerçeklikten uzak bir yorum çünkü halen böyle ilişkiler yaşandığını, kadınların halen kendisine şiddet gösteren erkeklerden uzaklaşamadığı bir gerçek.
 

 

Ve meşhur kezzap vakası.

Bergen'in eşinden annesini de yanına alarak İzmir'e kaçarcasına gittiği bir dönemde, Halis Serbest'in tuttuğu bir adamın Bergen'in yüzüne bir kova kezzap atmasıyla, Bergen'in hem sanat hayatı hem de özel hayatı bambaşka bir evreye giriyor.

Kezzap sadece yüzünde değil, vücudunda hasar yaratıyor, bir gözünü kaybediyor. Yüzünde, vücudunda, kollarında korkunç yanıklarla aylarca tedavi görüyor. 
 

 

Bergen'in hastanede yaşadıklarına şahit olan Hürriyet muhabirlerinden Erdal İpekeşen; o günlerde yazdığı yazıda şu ifadeleri kullanmış:

Talihsiz genç kadının hastaneye yattığı ilk günkü görünümü ve inlemeleri hala hafızamdan silinmemiştir. Tamamen yok olan bir yüz, kezzabın etkisiyle eriyerek ayak parmaklarına kadar, çatlamış toprak halini almış vücut ve hepsinden önemlisi o duyduğum müthiş acıyla dudaklarından dökülen inleme sesi…


Bu olay, Bergen isminin ilk defa gazetelere yansımasına da vesile oluyor. Onun henüz farkında olmayan büyük basın bile, sevgilisinin pavyon şarkıcısının yüzüne kezzap attırdığına dair haberler yayımlıyor.

Bu haberler, Bergen'in 'Acıların Kadını' olarak tanınmasının ve bu isimde bir albüm yapmasının da yolunu açıyor.

Yavuz Hakan Tok kitabında o dönemin ünlü estetik cerrahı Onur Erol'un yaptığı operasyonlarla Bergen'in yüzünün mümkün olduğunca eski hale getirildiğini, artık görmeyen gözünü bir süre bantla kapattığını, ardından da hepimizin bildiği o görüntüsünde, saçının perçemiyle gözünü kapattığı o görüntüsüyle görünür olmaya başladığını söylüyor. Tok'a göre bu, Bergen'i ikon yapan bir görüntü.
 


Yazar Tok Bergen'in kezzap olayından sonra gazeteler tarafından fark edilse de, hemen meşhur olmadığını da belirtiyor kitabında. Hatta meşhur olması için de üç-dört senenin daha geçmesi gerektiğini de.

Çünkü Bergen yaşadığı saldırıdan sonra haklı olarak uzunca bir süre sahneye çıkmaktan korkuyor, fakat onu İzmir'de saldırı yaşadığı pavyonun sahibi olan Cengiz Özşeker ikna ediyor ve stüdyoya sokuyor.

O dönemde daha çok Kibariye ve Gönül Akkor'un daha önce seslendirdiği şarkıların altyapıları üzerine tekrar kayıt yapıyor, ancak şarkıları çok da fazla ses getirmiyor.

İkinci albümü de aynı sonu yaşıyor. İkinci albümden sonra artık cesaretini toplayarak sahneye çıkıyor ve Tok'a göre enteresan bir biçimde o tek gözlü haliyle sahnede çok beğeniliyor, herkes onu sahnede görmek istiyor ve yavaş yavaş önü açılıyor.

İzmir Fuarı'na giden dönemin ünlü sanatçıları onu dinlemek için çalıştığı pavyona neredeyse her gece gitmeye başlıyorlar ve bu gidişler onun İstanbul'a gelişinin yolunu kısaltıyor.

Bergen artık İstanbul sahnelerinde boy gösterirken, ona kezzap attıran kocası Halis Serbest ise kısa bir süre sonra yakalanıyor ve yedi yıl hapis cezasına çarptırılıyor.


İstanbul'da yeni bir albüme daha imza atan Bergen ise, onu 1986'da bütün Türkiye'ye tanıtacak 'Acıların Kadını' albümünün hemen öncesinde şöhret basamaklarını küçük adımlarla tırmanmaya başlıyor.

Ve 1986'da onun isminin yanında adeta bir deyime dönüşen albümle, tüm Türkiye'nin tanıdığı bir isim oluyor.
 


Bu arada Yavuz Hakan Tok'un bahsettiği bir tür aşk-nefret ilişkisi haline dönüşen Bergen-Halis Serbest ilişkisi de yeni bir yola giriyor, çünkü Bergen kendisini adeta başka bir kadına dönüştüren Serbest'i affediyor, cezaevinde onu ziyaret etmeye başlıyor, ona paralar gönderiyor.

Yavuz Hakan Tok Bergen'in aslında Serbest'ten korktuğu, tehdit edildiği için bu yola girdiği yönünde iddialar olsa da; bunun pek de doğru olmadığını düşünüyor.

Tok'a göre; Bergen'in hapishane ziyaretlerinde ailesinin de yanında olması, aslında ailenin de erkeği affettiğinin göstergesi. Bunun günümüzde çok şaşırtıcı bir davranış gibi görünebildiğini, ancak o yılların anlayışının, yaşam tarzının dikkate alınması gerektiğini ve o dönemde bu türden davranışların çok da yadırganmadığını belirtiyor.

Tok, o yılların hem magazin kültürüne hem de yaşam biçimine örnek olarak, dönemin ünlü türkücülerinden birinin beraber olduğu kadına uyguladığı şiddetin günlerce gazetelere konu olmasını ama erkeğin bu davranışı yüzünden herhangi bir zorluk yaşamadığını hatırlatıyor.

O günlerde popüler dünyada da özellikle kadınların mağdur olduğu vakaların sıradan durumlar olarak görüldüğünü, bugünkü gibi büyük tepkilerle karşılaşılmadığını ve Bergen'in yaklaşımının da "Kocasıdır sever de döver de" mantığıyla yorumlandığını ekliyor. 


Bir müzik yazarı olarak Bergen'in hayatını derinleştirmesine araştıran Tok, sanatçının gazinolarda assolist altında sahne almayı çok sevmediğini, gazinolarda kendisine tanınan 15-20 dakika sahne sırasının kendisini çok tatmin etmediğini, o yüzden daha çok gece kulüplerinde şarkı söylemeyi tercih ettiğini de belirtiyor.

İşte İstanbul'daki o dönemin ünlü gece kulüplerinden Lutes de Bergen'in sahne aldığı yerlerden biri. Lutes, o dönem İstanbul sosyetesinin dahi Bergen'i dinlemek için sıkça gittiği bir mekân.

Ve Lutes'te tanıştığı Avusturyalı bir müzik organizatörüyle ilişkisi olduğuna dair gazetelerde çıkan haberler, Bergen için tehlikenin daha da yakınlaşmasına sebep oluyor.

Tok, arşivlerde bulup ortaya çıkarttığı bu haberlerde Bergen'in ağzından yazılan şeyleri de hatırlatıyor. Bu haberlere göre Bergen "Kocamı da seviyorum bu adamla da ahbaplığım var, kocamı mı seçsem, bunu mu seçsem karar veremiyorum" mealinde şeyler söylüyor.

Yavuz Hakan Tok, bu haberlerin ne kadarının Bergen tarafından söylendiğini ne kadarının yazar tarafından uydurulduğunu bilmediğini ama bu haberin çıkmasından bir hafta sonra Adana'daki bir konserinde sahneye çıktığında bıçaklandığı bilgisini veriyor.

Bu bıçaklanma hadisesinin azmettiricisinin kim olduğunu ne Bergen de ne başkaları açıklamasa da her gün sahneye çıkarak "ayaktayım" mesajı vermekten de geri durmuyor Bergen.


1986 yılı, müzik dünyası açısından hayli unutulmaz bir yıl oldu. Sezen Aksu'nun 'Git' albümüyle birlikte Bergen'in 'Acıların Kadını' albümünün en çok satan iki albümdü ve Bergen şöhretinin doruğuna çıkmıştı.

1988 yılına kadar kocasını cezaevinde ziyaret etti, Halis Serbest iki yıl sonra tahliye olduğunda bir açıklama yaparak sahneleri bıraktığını, artık evinin kadını olacağını söyledi.

O dönem çıkan gazetelerde Bergen'in kocası için dayayıp döşediği evde verdiği 'mutlu evhanımı' pozları hala arşivlerde.

Halis Serbest'in cezaevinden çıkmasını davullu zurnalı bir törenle kutlayan Bergen'in bu 'mutluluk' hayalleri ise kısa sürdü, çok geçmeden boşandılar.

Ama bu boşanma Bergen'in kurtuluşu olmadı, çünkü boşandığı erkek sadece resmi olarak hayatından çıkmıştı ama hep oradaydı, hangi şehre gitse yanında bitiyordu, turnelerde bir türlü rahat bırakmıyordu.

Yavuz Hakan Tok, Bergen için her şeyin o dönemlerde giderek daha fazla kötüleşmeye başladığını ve artık bunun bir aşk olmaktan çıkıp, hastalıklı bir hale dönüştüğünü söylüyor. Çünkü Bergen neredeyse Halis Serbest orada, Samsun Fuarı'nda peşinde, İstanbul'da albüm hazırlıkları yaparken peşinde.

En son takibinin hikayesi ise bildiğimiz sonla sonuçlanıyor. 14 Ağustos 1989'da İskenderun'a konsere gidecekken, ailesine çok düşkün olduğu bilinen Bergen önce Mersin'e gidip ailesini görmek istiyor.

Ve Adana Pozantı yolu üzerinde, arabalarının önü kesiliyor. Bir yol üstü restoranında önce oturuyorlar, sohbet ediyorlar, hatta bir şeyler yemek için siparişler veriliyor.

Yavuz Hakan Tok, tanık anlatımlarından ortamın çok gergin olduğunu, nitekim sohbetin bir süre sonra kavgaya dönüştüğünü ve çok geçmeden de Halis Serbest'in belinden çıkardığı silahı ateşleyerek Bergen'e altı kurşun sıktığını anlatıyor.

Ve 29 yaşında bir yaşam oracıkta son buluyor. 
 

 

Ölümünden sonra gazetelere konuşan annesi Sabahat Çakır şunları anlatmıştı:

Bergen'in Kayseri'de programı vardı, Halis Serbest kaldığımız otelin önüne gelip 'Bana dönmezsen hepinizi öldüreceğim' diye tehditler savurdu. Bu tehditleri sık sık duyduğumuz için fazla önemsemedik.
 

 

Anne Çakır kızının ölümüne dair ise şunları söylemişti:

Kızım sırtını arka taraftaki çiçeklere dönüp, 'Artık her şey bitti, sana dönmem!' dedi. Bu lafı duyan Halis'in birden gözü döndü. Belinden bir tabanca çıkarttı. Önce ayaklarına düşünce de üzerine ateş etti. Avazım çıktığı kadar bağırıp yardım istedim. Bu kez beni susturmak için tabancayı bana doğrulttu ve ateşledi. Bizi kanlar içinde bırakıp, üvey kardeşi ile arabaya binip kaçtılar.


Ertesi günün gazeteleri 'Acıların Kadını öldürüldü' haberleriyle dolsa da Yavuz Hakan Tok Bergen'in cenazesine sanat dünyasından kimsenin katılmadığını, sadece müzik yapımcısı Yaşar Kekeva'nın katıldığını yazıyor.
 

 

Şimdilerde altı kalın çizgilerle çizilse de Bergen'in katledilmesinin o günlerde toplumda çok da büyük bir tepki uyandırmadığı görüşünde, Tok.

Cinayetin ardından yurt dışına kaçan katil Almanya'da yakalanıp Türkiye'ye iade edildikten sonra yargılandı ve 15 yıl hapse mahkûm oldu. 

Almanya'da mahkûm kaldığı süre ve önceki mahkûmiyetinden alacağı düşülünce, üzerine 'iyi hal' de eklenince yedi ay hapis yatarak 13 Mart 1992 günü serbest bırakıldı.

Yavuz Hakan Tok; ne cinayete ne yargılamaya ne de şimdilerde 'iyi hal indirimlerine' ciddi bir tepkinin gösterilmediğinin de altını çiziyor.
 

 

Bergen; 1989'dan beri Mersin'de annesinin bir kafes şeklinde yaptırdığı mezarında yatıyor.
 

 

Annesi, kısa bir süre sonra serbest kalan Halis Serbest'in kızının mezarına dahi zarar vereceği korkusuyla yaptırdığı bu mezarın anahtarını yıllarca aile üyelerine dahi vermedi.
 

 

Bergen'in mezarı kadınların öte dünyada dahi rahat yüzü göremeyeceği korkusunun yaşayan mabedine dönüşmüş durumda, hayatı ve yaşadığı son ise kadınların üstündeki erkek baskısını ne yazık ki azaltmadı.

Bakalım, önümüzdeki şubat ayında gösterime girecek sinema filmi gerçeğe ne kadar dokunacak, kadınlara ne kadar değecek?

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU