Dünyanın birçok bölgesinde farklı zamanlarda ortaya çıkan ekonomik krizler insanların geleceklerini ve hayallerini de etkiliyor.
Bir Amerikan dolarını geçen sene sonunda 7,37 Türk lirasına satın alabilirken şimdi neredeyse iki katını ödeyecek konuma geldik. (Bu haberin yayımlandığı saatlerde bir dolar 13,76 liraydı)
Özellikle son dönemde Türk lirasındaki değer kaybı hızlandıkça gündemin merkezine ekonomi oturdu.
Kurlarda ve marketlerde sürekli değişen rakamlar pek çok kişinin başını döndürüyor. Sosyal medyadaki paylaşımlar kaygı ve ümitsizlik yayıyor.
Toplumun ruh sağlığıyla ilgilenen uzmanlar da bu kasvetli havadan endişelenmeye başladı.
Önceki yıllarda gündeme gelen vakaların önemli kısmının ekonomiyle ilişkili olduğunu biliyoruz. Bu da mevcut buhran havasına dair kaygıyı artırıyor.
CHP'nin mayıs sonunda açıkladığı intihar raporunda Ocak'ta 94, Şubat'ta 99, Mart'ta 112, Nisan'da 129 kişinin kendini öldürdüğü bildirildi. Yılın ilk 5 ayında bu yolla ölen en az 600 kişiden 150'sinin gerekçesi ekonomik sorun oldu.
Rapora göre, 2019 yılında "geçim zorluğu" gerekçesiyle yaşanan intiharlar 321 ile son 17 yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştı.
Araştırmada, "2002-2019 yılları arasında gerçekleşen 53 bin intihardan 4 bin 801'inin gerekçesi resmi raporlara intihar nedeni, geçim zorluğu" ifadesi kullanıldı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu haberi okuyan pek çok kişi, güncel intihar rakamları için neden resmi verilerin kullanılmadığını merak edebilir. Bunun gerekçesi, TÜİK'in konuyla ilgili yayımladığı son verilerin 2019'a ait olması.
Bu bütün haberciler için yazması oldukça zor bir konu. Çünkü her bir intihar haberi, kendini öldürmeyi normalleştirme ve özendirme tehlikesi taşıyor.
Ancak sorunlar toplumsal boyuttaysa, sebeplerinin ve baş etme yollarının da kamuoyu önünde uzmanlar tarafından konuşulması gerekiyor.
Twitter hesabında yaptığı paylaşımla bu konunun haberleşmesini sağlayan Psikiyatrist İlker Küçükparlak'ın görüşlerini aktarmadan önce, kendisinin işaret ettiği akademik çalışmanın özetini ve benzer araştırmaların sonuçlarını aktarmak faydalı olacak.
İşin benim için en korkutucu boyutu https://t.co/7HQTSHOOpX
— İlker Küçükparlak (@IKucukparlak) November 24, 2021
Birleşik Krallık ve Tayvan'dan bilim insanları 2009'da Social Science & Medicine isimli akademik dergide yayımladıkları makaleyle 1997 temmuzunda başlayarak kıtanın doğusu ve güneydoğusunu etkisi altına alan Asya mali krizini ele aldı.
Akademisyenler, ekonomik krizin Japonya, Hong Kong, Güney Kore, Tayvan, Singapur ve Tayland'daki intiharlara etkisini inceledi. Boşanma, evlilik, işsizlik, kişi başına gayrisafi yurtiçi hâsıla, alkol tüketimi de ekonomik krizle birlikte intihara etkisi araştırılan unsurlar oldu.
İntihar kaynaklı ölümler, Singapur haricindeki tüm bu ülkelerde 1980'lerin sonunda düşüp 1990'ların başında artıyordu. Singapur'daki intihar olaylarıysa araştırmanın kapsadığı süreç boyunca düşüş gösteriyordu.
Erkek intiharları bir önceki yıla kıyasla 1998'de Japonya'da yüzde 39, Hong Kong'da yüzde 44, Güney Kore'deyse yüzde 45 artmıştı. Tayland'da da artış görüldü ancak veriler sağlıklı bulunmadı.
Kadınların kendilerini öldürme oranlarındaysa dikkat çekici bir yükselişe rastlanmadı.
Ortak nokta: İşsizlikteki artış
Japonya, Hong Kong ve Güney Kore'de krizin başladığı 1997'den sonraki yıl, 10 bin 400 daha fazla intihar tespit edildi.
Ekonomik krizin gayrisafi yurtiçi hâsılayı ve işsizliği daha az etkilediği Tayvan ve Singapur'daysa benzer artışlar görülmedi.
Bilim insanları, en büyük korelasyonun erkek intiharlarıyla işsizlikteki artış arasında olduğunu buldu.
2014'te yapılan bir başka araştırma, 2007-2008 yıllarında Avrupa'yı sarsan ekonomik krizi ele aldı. Bu çalışma da kriz sonrası erkek intiharlarının arttığını ortaya koydu.
2015 tarihli bir araştırmaysa intiharla işsizlik arasındaki korelasyonun, kriz öncesinde işsizliğin daha düşük seyrettiği ülkelerde daha güçlü olduğunu gösterdi.
Ben de deneyimli psikiyatrist İlker Küçükparlak'a "Ekonomik krizin intiharları tetiklemesinden şu noktada korkmalı mıyız? Sadece ekonomik krize dayanan bir intihar olabilir mi?" diye sordum.
Bahsi geçen akademik çalışmalara referansla konuşan Küçükparlak, tüm insan davranışları gibi intiharın da yalnızca tek bir sebebe dayanamayacağını vurguladı. "Bazı ekonomik krizlerde intihar oranlarının neredeyse iki katına çıkabildiğini biliyoruz. Kuvvetli unsurlardan bir tanesi" dedi.
"Kültür hem koruyor hem de risk oluşturuyor"
İntihara kalkışan kişilerin genellikle bu düşünceyle hayatlarına devam ettiğini ve çok anlık kararlarla eyleme geçtiğini belirterek "Hayatları pamuk ipliğine bağlı bir durumda gidiyorken o pamuk ipliğini koparan bir unsur olur. O pamuk ipliğini koparacak tetikleyici unsurların önüne geçemeyiz, herhangi bir şey olabilir çünkü. Bir insanın pamuk ipliğine bağlı hale gelmesinin önüne geçebiliriz" ifadesini kullandı.
Türkiye'deki intihar ortalamalarının neden pek çok ülkeye göre düşük olduğunu sorduğumda, Küçükparlak şöyle konuştu:
Kültür çok önemli bir etken; koruyucu tarafı da var, risk oluşturan tarafları da… Çok ciddi şekilde intiharı düşünen pek çok kişi, dini açıdan affedilmeyeceğini düşündüğü için intihar etmiyor. Türkiye'de bu, pamuk ipliğini tutan en kuvvetli unsurlardan bir tanesidir. Ya da namus kavramı, "namusun kirlenmesi" düşüncesi risk faktörü oluşturabiliyor.
Küçükparlak, herkesi etkileyen ekonomik krizlerin, Türkiye gibi toplumsal cinsiyet rollerinin daha keskin bir şekilde belirlendiği toplumlarda daha çok erkeklerin intiharını artırdığını ifade etti.
"Habercilerin dikkat etmesi gerekiyor"
Psikiyatrist İlker Küçükparlak'a "Kim, ne yapmalı?" diye sordum. O da ilk olarak medyanın kendisine düşen sorumluluğu alıp bazı kurallara uyması gerektiğini vurguladı.
"İntiharla ilgili, haberleştirmenin de çok hassas tarafları var. Örneğin intihar yöntemlerini ifade etmemek lazım. Bu sefer kopya intiharlar olabiliyor. Bunun aslında Türkiye'de de ne yazık ki yaşadık. Ya da intiharın kaçınılmaz bir sonuç olduğu, bazı unsurların intihara kaçınılmaz biçimde yol açtığı yönünde göndermeler barındırmadan haberleştirmek gerekiyor" ifadelerini kullandı.
"Yakınlarınız için de psikiyatristlere ve psikologlara gidebilirsiniz"
İkinci olarak altını çizdiği husus, yakınlarımızı götüremiyorsak bile onlarla ilgili danışmanlık almak için ruh sağlığı profesyonellerine başvurabileceğimiz oldu. Bunun için üniversitelerin hem psikiyatri klinikleri hem de psikoterapi merkezleriyle uygun koşullarda hizmet verebildiğini ifade etti.
"7/24 çalışan, donanımlı telefon hattı gerekiyor"
Üçüncü olarak polis, itfaiye, ambulans servislerine erişmek için kullanılanlar gibi üç haneli bir telefon hattı kurulması gerektiğini vurguladı:
Gelişmiş, sosyal devlet yapısına sahip ülkelerin hepsinde intihara ilişkin 'hotline' dediğimiz 7/24 ulaşılabilir, ucunda bir profesyonelin bulunduğu bir telefon hattı vardır. Pamuk ipliği noktasına gelindiğinde çok önemli müesseselerdir. Bizde halen böyle üç haneli numaralar yok.
Bazı kişiler intihar davranışı içinde bulunduktan sonra da burayı arayabilir. Bu kişinin telefon sinyalinden konumunun tespit edilebileceği imkanlara sahip donanımda bir merkez kurmak gerekir ki hakkıyla bu hizmet verilebiliyor olsun.
"5 dakikalık randevuda insana temas etmek mümkün değil"
Dördüncü olarak Türkiye'de devlete bağlı kurumlarda 5 dakika aralıklarla psikiyatri randevuları verilebildiğine işaret etti. "Bir insana temas etmek 5-10 dakika içerisinde mümkün değil. Dolayısıyla ruh sağlığı hizmetlerinin de iyileştirilmesi çok önemli" dedi.
Türkiye'nin nüfus başına düşen psikiyatrist oranı bakımından Avrupa ya da OECD ortalamasının "fersah fersah altında" olduğunu ifade eden Küçükparlak, ülkenin hekim kaybetmeye devam ettiğini söyledi.
"Durumu çözmektense oluşmamasını sağlamak daha önemli"
Ancak Küçükparlak'ın en çok dikkat çektiği konu, "hekimliğin en önemli tarafı" olarak tanımladığı koruyucu hekimlik oldu:
Koruyucu hekimlik, bir durumun oluştuktan sonra düzelmesi ve tedavi edilmesinden çok, o durumun oluşmasının engellenmesine kafa yorar. Bu örnekte, öncel koruma aslında ekonomik krizin olmaması, oluyorsa da bundan ağırlıklı olarak zarar görecek kesimlerin finansal olarak kendilerini daha güvende hissetmeleriyle mümkün olur.
Ekonomik kriz örneğinde koruma, psikiyatrinin ya da sağlık alanının konusu olmaktan çok ekonomi politikalarının konusudur. Bunun altını çizmezsek, biz bu toplumsal risk oluşturan durumu bireylerin kendi patolojileri, gariplikleri ya da eğilimleri üzerinden okumaya başlayarak durumu medikalize ederiz ve aslında toplumsal açıdan daha zararlı bir noktada oluruz.
İşsizlik ödeneklerinin daha sağlam olması, kapsamının arttırılması ve özellikle gelir düzeyi anlamında en alt durumda olan kişilerin finansal olarak daha kuvvetli desteklenmesi en önemli konular. Bunlar olmadan diğer konuları konuşmak çok iyi fikir değil gibi.
© The Independentturkish