Antakya artık dillere pelesenk olmuş tabirle bir 'mozaik' kent olarak tanınır. Ancak her nedense bu mozaiğin hep adı söylenir de mozaiği oluşturanların kimler olduğu ya merak edilmez ya da bilinçli olarak 'mozaik' sözcüğü içeriksiz bırakılır.
İşte Antakya'da o mozaiğin belki de en bilinmeyen kesimlerinden birini Arapça konuşan Rum Ortodokslar oluşturuyor.
Antakyalı Rum Ortodoks toplumu yıllar süren sessiizliklerine ve unutulmuşluklarına 'Nehna' adını verdikleri bir web sitesi kurarak son vermek için bir adım attılar.
Nehna, Arapçada 'biz' demek. Bu adı seçmelerinin nedeni de toplumla ilgili; 'Antakyalı Ortodokslar', 'Antakyalı Rum Ortodokslar', 'Arap dilli Rum Ortodokslar' veya çeşitli Arapça tabirler olan 'Mesihi', 'Nasrani' gibi farklı adların kullanılması.
Onlar da kısa yoldan 'biz' demeyi tercih etmişler.
Nehna'yı oluşturan ekipten Ketrin Köprü ve Can Terbiyeli ile buluştuk ve onlar ile hem Nehna'yı hem de Antakyalı Rum Ortodoks toplumunu anlatmalarını istedik.
Ancak sohbetimize geçmeden önce, usulen önce onları tanımanızı istiyoruz.
Ketrin Köprü ve Can Terbiyeli Antakya Rum Ortodoks toplumundan.
Ketrin Köprü; İskenderun'da İnternet Gazeteciliği bölümünü bitirdikten sonra bir yandan Agos gazetesinde çalışırken, diğer yandan da Aydın Üniversitesi Gazetecilik bölümünü bitirmiş.
Suriye savaşının ayyuka çıktığı süreçte Lübnan Balamand Üniversitesi'ne bir buçuk seneliğine Arapça eğitimi almaya gitmiş. Bir süre CARITAS sivil toplum örgütünde çalıştıktan sonra, halen Uluslararası Göç Örgütü'nde çalışıyor.
Can Terbiyeli ise İskenderunlu bir avukat. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra İstanbul'da serbest avukatlık yapmaya başlamış. Bir süre amatör tiyatro ile ilgilenmiş, uzun yıllardır kimlik ve özellikle azınlıklar alanında okumalar yapıyor.
"Bir külliyat oluşturmak amacı ile bir araya geldik"
- Nehna web siteniz için tebrik ederek başlamak istiyorum. Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu Nehna?
Ketrin Köprü: Ben de öncelikle teşekkür ederek başlamak isterim, 'Nehna' ekibindeki tüm arkadaşlarım adına. Aslında ekipteki arkadaşlardan Anna ve Misel ile bir araya gelişlerimizde cemaatimiz ile ilgili kendi etnik kökenlerimizle ilgili çok sohbetler yaptık ve her birimiz bunların daha çok araştırılıp sorgulanması gerektiğini düşünüyorduk. Ve belki bir gün bunları yayımlayacak bir mecramız olur diye konuşup duruyorduk.
Nihayetinde yine ekipten olan ve Almanya'da yaşayan Ferit Tekbaş abimiz bizi bir araya getirdi. Böylece Antakya ve çevresindeki Rum Ortodoksları tanımak-tanıtmak, Antakya'nın tarihine, kültürüne, mutfağına, diline ve oradaki tüm azınlıkların birbirinden ne şekilde etkilenip, nasıl bunca yıldır birlikte yaşadığına dair bir külliyat oluşturmak amacı ile bir araya geldik.
Antakya ile ilgili birtakım Facebook sayfaları hep vardı ya da her kilisenin ayrı ayrı açtığı dinsel içerikli sayfalar mevcut ama 'Nehna' her şeyi içinde kapsayan bir platform olarak bizim topluluğumuz açısından bir ilk oldu. Umarım yolu açık olur.
"Sadece inanç sistemi olarak tanımlamak yetersiz; bu toplumun kültürü ve yaşam tarzı da anlatılmaya değer"
Can Terbiyeli: Aslında bizim bir araya gelişimizi daha önce sadece kilise ve bu kiliselerin vakıfları üzerinden kurulan temsiliyetin artık topluma yetersiz gelmesinin bir neticesi olarak görüyorum ben. Özellikle yeni nesil, sınırları belirlenmiş kurumlar yerine daha dinamik unsurlar üzerinden kimlik tanımlaması yapıyor.
Gündelik hayatı, yaşam tarzı, dinlediği müzik yediği yemek ya da içtiği kahve kimlik için en önemli unsurlar haline geldi. Tabii ki bu, 'Nehna'nın dini kurumların bir alternatifi veya rakibi olduğu anlamına gelmiyor. Sadece toplumumuzu kilise ve inanç sistemi olarak tanımlamanın yetersiz olduğu ve bu toplumun kültürü ve yaşam tarzının da anlatılmaya değer olduğu görüşündeyim. Nehna da tam olarak bu ihtiyaçtan doğdu diyebilirim.
"Ne yazık ki bir toplumu görmek, bilmek, tanıyabilmek için ya savaş çıkmalı ya bir soykırım olmalı ya da tehdit altında kalmalı"
- Kendinizi 'Arapça konuşan Antakyalı Rum Ortodokslar' olarak tarif ediyorsunuz, toplumunuzu diğer halkların da tanıması için bizimle özet bir tarihçe bilgisi paylaşır mısınız? Ne kadardır zamandır bu bölgede yaşıyorlar?
Ketrin Köprü: Evet, genel çerçevede kendimizi bu şekilde tarif ediyoruz ama tabi toplum içerisinde yani cemaat içerisinde kendini sadece Antakyalı Ortodoks, Rum Ortodoks, Türk Ortodoks olarak da tanımlayanlar var.
Toplumumuz ne yazık ki diğer halklar arasında kendini tanıtma ya da var etmeye açık bir cemaat olamadı. Bunun sebeplerinden biri Antakya sınırları içerisinde buna ihtiyaç duyulmadı olarak yorumluyorum ben kendimden yola çıkarak.
Çünkü mahallemde Arap Alevi, Sünni, Katolik, Yahudi ve Ortodoks olan insanlar vardı ve kimsenin kimseye dinini ya da etniğini sorduğunu hatırlamıyorum. Bayramlarımız, gelenek ve göreneklerimiz hep yaşandı ve yaşatıldı, diğer toplumlarla da paylaşıldı.
Ama ne zaman ki ben İstanbul'a geldiğimde, bizlerin hiç bilinmediğini-tanınmadığını bana yöneltilen sorularla fark ettim. Ama açıkçası ben bunu kendi eksikliğimiz ya da sesimizi duyuramamışlığımız olarak görmüyorum. Çünkü ne yazık ki bir toplumu görmek, bilmek, tanıyabilmek için ya savaş çıkmalı ya bir soykırım olmalı ya da tehdit altında kalmalı.
"Kiliselerimizde Rum Ortodoks inancı olmakla birlikte birincil ibadet dili Arapçadır"
Can Terbiyeli: Toplumumuzun tarihçesi tam olarak bilinmemekle birlikte; erken Hristiyanlık dönemi tarihiyle bazı fikirlere ulaşılabilir diye düşünüyorum. Toplumun, şu an için resmi kayıtlarda Hatay olarak geçen ancak tarihte özellikle Roma İmparatorluğu döneminde çok önemli bir merkez olan Antakya'nın otonom halklarından biri olduğu bilinmekte.
Özellikle İsa Mesih'in havarilerinden bir kısmının Antakya'ya gelerek yeni inancı burada yaymaya başlandığı ve İsa Mesih'e inananlara ilk kez Hristiyan tanımlamasının Antakya'da kullanıldığı şeklinde tarihsel anlatılar var. Hatta şu an toplumumuzun dinsel olarak bağlı bulunduğu Antakya Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin kurucuları Aziz Petrus ve Aziz Paulus olarak kabul edilir.
Yine bu tarihsel anlatıdan devam edecek olursak; Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu'nun devlet dini haline gelmesi ve bunun neticesinde devletin dini regüle etmesi amacıyla yapılan konsüller neticesinde Hristiyanlıkta büyük bir bölünme yaşıyor.
Bizim toplum da bu ayrışmada o dönemki imparatorluk görüşünü destekliyor ve bundan sonra toplum imparatorluğun resmi inancı olan Rum Ortodoks inancını benimsiyor. Bölgedeki diğer Hristiyan toplulukların bir kısmı ise imparatorluk görüşü ile ters düşerek ayrılıyor.
Böylece toplum dini inanış üzerinden bölünüyor. Daha sonra bölgenin Memlüklüler tarafından işgal edilmesi ve bunun neticesinde bölgenin Araplaşmasından toplum da nasibini alıyor ve bölgede diğer birçok halk gibi toplumda birincil dil Arapça oluyor.
Özellikle Fransız Devrimi'nden sonra Arap milliyetçiliğinin de etkisiyle ibadet dili de Arapçaya dönüşmüştür. Şu anda kiliselerimizde Rum Ortodoks inancı olmakla birlikte birincil ibadet dili de Arapçadır.
- Toplumunuzun Türkiye'deki inanç kurumlarını da tanımak ve tanıtmak isteriz bilmeyenler için. Nerelerde, kaç kiliseniz var, ne kadarlık bir cemaatten bahsedebiliriz?
Can Terbiyeli: Toplumun toplam nüfusu net olarak bilinmemektedir. Ancak tahmini olarak Türkiye'de 9-10 bin civarında olduğu söylenmektedir. Bunun büyük kısmı Hatay ilinin ilçeleri olan Antakya, İskenderun, Samandağ, Altınözü ve Arsuz'da yine ayrıca bir kısmı da Mersin'de yaşamaktadır.
Yine her toplumdan olduğu gibi bizim toplumdan da özellikle okumak ve çalışmak için İstanbul'a göç etmiş ve halen burada yaşayan fertler mevcuttur.
Toplumun nüfusunun yoğun olduğu Antakya'da bir adet, İskenderun'da iki adet, Samandağ'da dört adet, Altınözü'nün Sarılar ve Tokaçlı mahallerinden birer adet olmak üzere iki adet, Arsuz'da bir adet ve Mersin'de bir adet faal kilise mevcuttur.
"Bana etnisitemi sorgulatan belki de 20 tane soru sıralayabilirim"
- Nehna'nın 'Merhaba' yazısında Rumluk-Araplık tartışmaları konusunda büyük endişelerin olacağının farkında olduğunuzu belirtmişsiniz. Toplumda bu konuda bir kafa karışıklığı ya da görüş ayrılığı var sanırım? Biraz anlatır mısınız?
Ketrin Köprü: Evet, aslında birbirimizi; yani bu ekibi de biraz birleştiren de bu Araplık-Rumluk meselelerini tartışılabilir, konuşulabilir bir alan ve bir mecra yaratmak. Tabii ki öncelikli amacımız bu Araplık-Rumluk meselesini tartışmak ya da esas konumuz haline getirmek değil. Ama özellikle şimdiki jenerasyon Antakya'nın dışına çıkmaya başladığı anda kendini tanımlamakta zorlanabiliyor.
Yani bunun birçok sebebi var. Anadil Arapça dili, anlıyor ama konuşamıyor. Mesela kendimden yola çıkarak Ketrin diye yazılan bir yabancı isim, Antakya'nın Rum Ortodoks kilisesinde vaftiz edilmiş Hristiyan bir birey. Yani ilk olarak şu soru ile karşılaşmıştım:
"Eee Arapça biliyorsun nasıl Rum oluyorsun?" Ya da "Rumsan niye Rumca ya da şu an konuşulan çağdaş Yunanca bilmiyorsun?", "Antakya'ya nereden gelmişsiniz?"
Yani gerçekten şuraya bana etnisitemi sorgulatan belki de 20 tane soru sıralayabilirim. Ha bu çok mu önemli? Bunu bilmek açıkçası benim için artık eskisi kadar önemli değil. Çünkü günün sonunda ben kendimi Arapça konuşan, Rum Ortodoks kilisesine bağlı ve Antakyalı olarak tanımlıyorum.
Yani kendimde ne Arap'ım ne de Rum'um diyecek netliği hissetmiyorum. Ama tabii ki köklerime inmek, kaç kuşak Antakyalı olduğumuzu bilmek, Arapçanın anadilimiz olmasını sağlayacak düzeyde; ne kadar Arap olduğumuzu ya da olmadığımızı tartışmak, konuşmak ve öğrenmek istiyorum.
"Kafa karışıklığı olan kısım, tarihsel olarak 'Rum' ile günümüzdeki 'Rum' tanımının farklı algılanmasıdır"
Can Terbiyeli: Bu sorunuza cevap verirken kimliğin akışkan olduğunu belirtmek gerekiyor. Yani biz ya da ben kimim sorusuna benim dedem ya da babamla ben aynı cevapları vermiyoruz. Bireylerin kimliğinin değiştiği gibi zamanla toplumun kimliği de değişiyor.
Bununla birlikte bizim dini olarak Rum Ortodoks olduğumuz konusunda bir kafa karışıklığı olmadığını söyleyelim tekrar. Kafa karışıklığı olan kısım ise tarihsel olarak 'Rum' ile günümüzdeki 'Rum' tanımının farklı algılanmasıdır.
'Rum' kelimesi Roma İmparatorluğu'na atıf yapar ve o dönemde bu topraklarda yaşayan ve imparatorluğa hâkim dini inanışta olanlara verilen isim. Aynı kelime Osmanlı döneminde tüm Ortodoks tebaayı tanımlamak için kullanılmıştır.
Günümüzde ise 'Rum' denince aklımıza genel olarak Grek kökenli olan veya bu dili konuşan insanlar topluluğu geliyor. Hal böyle iken günümüzde toplumumuzu tanımlamak için 'Rum' kelimesinin yeterli olmadığı hatta genel algıya göre hatalı olduğu söylenebilir. Biz de tanım olarak Arap Dilli Rum Ortodoks tanımını kullanmanın daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
"Hatay'ın Türkiye'ye iltihakı sırasında gerçekten büyük bir göç dalgası oldu"
- Aynı zamanda göç veren bir toplum olduğunuzu da biliyorum. Göçün nedenlerine dair neler söylemek istersiniz?
Can Terbiyeli: Göç konusu bizim toplum açısından çok önemli. Biz de bu öneme atfen sitemizde 'Göç' başlıklı bir yazı dizisi yayımlamaya başladık.
Toplumumuzdaki göçlerin sebeplerini tarihsel olarak tasniflemek gerekmiyor. Örneğin bildiğimiz kadarıyla I. Dünya Savaşı döneminde tüm bölgede olduğu gibi bizim toplumda da bir göç hareketliliği mevcut. Ancak bundan sonra özellikle 1939 yılında Hatay'ın Türkiye'ye iltihakı sırasında gerçekten büyük bir göç dalgası oluyor. Bu dönemdeki göç dalgasının en büyük sebebi Türkiye Cumhuriyeti'ne duyulan güvensizlik.
Tabi bundan sonraki süreçte önce sosyo-ekonomik daha sonra ise eğitim amacıyla göçler olduğunu gözlemliyoruz. Özellikle Almanya'da yaşayan büyük bir diaspora var ve bu da göçün en büyük neticesi.
"Antakya ve İskenderun cumhuriyetin kuruluş sürecinde Türkiye'ye dahil olsaydı bu çeşitlilik bugün aynı şekilde olmayacaktı"
- Toplumunuzun çok da tanınmıyor olmasını, Antakya'nın kozmopolit yapısına bağlıyorsunuz diye okudum. Ancak yine de toplumunuzun Antakya'nın diğer Hıristiyan topluluklarından farkları vardır elbette değil mi? Bunlara biraz değinir misiniz?
Can Terbiyeli: Aslında toplumumuzun tanınmıyor olmasını, Antakya'nın Türkiye'nin diğer şehirlerine göre daha kozmopolit ve yaşanabilir olması sebebiyle İstanbul'a göçün az olmasına ve dolayısıyla ülkemizdeki İstanbul merkezli bakış açısından görünürlüğünün az olmasına bağlayabiliriz.
Antakya ve çevresi gerçekten kozmopolit ve çok kültürlü bir yapıya, tarihsel olarak da buradaki halklar birlikte yaşama kültürüne sahip. Ancak şunu belirtmeden geçemeyeceğim; şayet Antakya ve İskenderun cumhuriyetin kuruluş sürecinde Türkiye topraklarına dahil olsalardı bu çeşitlilik bugün aynı şekilde olmayacaktı. Yani Antakya ve İskenderun çevresinin o dönemde Türkiye sınırlarında olmaması aslında bizim toplumu o dönemki politikalardan korumuştur.
Bölgedeki diğer Hristiyan topluluklar ile olan ilişkilere gelirsek; bizim toplum dışında halihazırda Ermeni, Süryani ve küçük de olsa Maruni ve Levanten Katolik topluluklar yaşamakta. Bu topluluklar ile bizim toplumumuz arasında elbette inanç şekli konusunda farklar mevcut, ancak toplumlar arasında genelde dayanışmaya dayalı ilişkiler olduğunu söyleyebiliriz. Zaten nüfusu az olan toplulukların dayanışma dışında başka bir seçeneği yok.
"Anadil asimilasyonun yapı taşı belki, ama hemen arkasından kültür gelir, örf adet gelir, yemek gelir"
- Bir azınlık toplumu olarak, Türkiye'deki bütün azınlıklar gibi toplumunuz da asimilasyon tehlikesi altında. Öncelikle bunun nedenleri ve sonrasında sonuçları hakkında neler anlatmak istersiniz? İlk röportajınızın anadil konusunda olması bu açıdan önemli.
Ketrin Köprü: Asimilasyon azınlık toplumların kaderi gibi görünse de, biz Antakyalı Rum Ortodokslar her ne kadar göç versek de, anadilimizi hepimiz çok konuşamasak ya da anlayamasak da geleneklerimizden, göreneklerimizden, bayramlardaki ritüellerimizden nereye gidersek gidelim kopamadığımızı düşünüyorum ben.
Anadil asimilasyonun yapı taşı belki, ama hemen arkasından kültür gelir, örf adet gelir, yemek gelir ve bunlar nesilden nesile bir şekilde aktarılır. Ben eminim ki herkes isterdi anadilini konuşabilsin, koruyabilsin; ama Arapça için söylüyorum ne yazık ki çok İslamik bir dil olarak görünüyor ve o şekilde öğretiliyor.
Yani en büyük sebeplerden biridir bence okullarda Arapça olsa bile işe yaramaması. Ben çocukken hatırlıyorum mesela kiliselerin yaş guruplarına göre etkinlikleri, toplantıları, kursları olurdu. Ve orada Arapça kursuna da yer verilirdi.
Ama daha önce de bahsettiğim gibi bir taraftan okulda sadece Türkçe konuşmak ve öğrenmek zorundasınız, bir taraftan da Arapça gibi çok geniş ve derinliği olan anadilinizi öğrenmeye ve yaşatmaya çalışıyorsunuz. Bu, Türkiye'de gerçekten çok zordu.
"Devletle ilişkilerde çekingenlik mevcut; toplumumuz talepkâr değil kanaatkâr"
- Asimilasyon riski dışında toplumunuzun bir azınlık grubu olarak başka ne tür sıkıntıları var? Örneğin Lozan'da azınlıklara tanınan haklardan faydalanabiliyor musunuz?
Can Terbiyeli: Türkiye'de yaşayan tüm azınlık toplumlarla benzer sorunlar yaşıyoruz. Bence en temel problem tüzel kişilik problemi. Devlet toplumda muhatap olarak sadece Osmanlı döneminde kurulmuş olan vakıfları konumlandırıyor. Bu vakıflara da mal edinme konusunda sınırlar koyuyor.
Örneğin yeni kilise yapılamıyor ya da 1936 Beyannamesi diye bir kavram çıkardılar. Bu beyanı vakıf senedi olarak tanımladılar ve bu beyanda yer almayan mallara maalesef el konuldu. Cemaate ait kiliseler ve diğer yapıların mülkiyeti vakıflara ait olmak durumunda. Ve bu vakıflar hukuki olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün denetimine tabi.
Lozan Antlaşması'nın imzalandığı tarihte Antakya ve çevresi henüz Türkiye sınırlarında yer almadığı için bizim topluma uygulanması konusunda zaman zaman tereddütler oluşuyor. Ancak hukuki olarak burada tereddüt olmaması gerekiyor kanaatimce.
Türkiye Cumhuriyeti, Lozan'da tüm Müslüman olmayan azınlıklar açısından taahhütlerde bulunuyor: Tabii ki bizim toplum da bu kapsamda ele alınmalıdır. Ancak bizim toplumda devletle ilişkilerde maalesef bir çekingenlik mevcut. Toplumumuz talepkâr değil kanaatkâr.
Öncelikle toplumun talepleri ortaya çıkmalı ki; devlet bu talepler karşısında bir aksiyonda bulunsun. Maalesef diğer azınlık gruplarından ayrı olarak bizim toplumda bu eksikliği gözlemliyoruz.
"Antakya'nın kozmopolit yapısı kültüre ve yemeklere de etki etmiş"
- Son olarak Antakyalı Ortodoksların sosyolojik bazı özelliklerini de aktarmak isteriz: Örneğin Antakya'nın dillere destan mutfağındaki Ortodoks Rum etkileri hakkında bize neler anlatabilirsiniz?
Ketrin Köprü: Evet, gerçekten dillere destan bir mutafğımız var. Ama bunu Antakya'nın coğrafi yapısından tutun da şimdiye kadar yerleşmiş olan tüm toplulukların etkileşimine ve sınırlardaki ülke mutfaklarının da büyük etkisinde kalmasına borçludur.
Yani burada o yüzden 'Rum Ortodoksların kesinlikle şöyle bir katkısı vardır' diyemeyiz. Ama Rum Ortodoksların örneğin bayramlarda sofralarda olmazsa olmaz yemekleri vardır. Çok basit tariflerle yapılmış ama dinsel bir isim almış mesela "helavet İsa" yemeği vardır. Noel bayramının adeta bir simgesi gibidir. Türkçeye "İsa'nın tatlısı" olarak çevrilebilir, orijinali un ve pekmezle yapılırdı, şimdilerde irmik ve şeker ile muskat ve misk sakızı öğütülür, içine de ceviz kavrulur, sıkma seklini alır ve Noel'de İsa'nın doğumunun müjdesi bu tatlı ile kutlanır.
Örneğin, Mersin de Kılkes çorbası, Antakya'da Boraniy, Samandağı'nda Labaniye çorbası Noel bayramlarının başlangıç lezzetleridir. Bir yandan sofralar kurulur, bir yandan da konu komşuya dağıtılıp, paylaştırılır.
Can Terbiyeli: Antakya'nın kozmopolit yapısı kültüre ve yemeklere de etki etmiş diyebiliriz. Yani her toplum birbirinden gördüğü yemekleri denemiş, yapmış ve değiştirmiştir. Ancak sadece bizim toplum tarafından yapılan geleneksel yemekler de mevcuttur.
Bununla birlikte gerek diğer toplumların gerekse bizim bayramlarımız hep birlikte kutlanır. Birçok Hristiyan olmayan arkadaşımız Noel veya Paskalya kutlamalarını iple çeker ve mutlaka kutlamalarda yer alırlar.
© The Independentturkish