Eğer sen yine İstanbul'san
Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
AğlayanAtilla İlhan
Ada çocuğuydu.
Almanya'nın Baltık Denizi'ndeki en büyük adası Rügen'de dünyaya geldiğinde tarih 15 Eylül 1859'du.
Babası Prusya Krallığı'nın defterdarıydı.
Zaten adını da ondan almıştı: August.
1877'de mimarlık eğitimi almak için Berlin'e gitmişti, August Jasmund.
Königliche Bauakademie yani Krallık Mimarlık Akademisi'ne kaydolmuştu.
Okulu tamamladığında karnesinde en çok dikkat çeken, "çizim" daha doğrusu "teknik resim" dersine olan becerisiydi.
Eğitmenleri bu dersteki verimliliğini "mükemmel" olarak niteliyordu.
Krallık Teknik Sınav Komisyonu kendisine "uygulayıcı mimar" unvanı verdi.
23 yaşında Bayındırlık Bakanlığı'na atandı.
Daha sonra Berlin'deki Kültür Bakanlığı binasının inşaatında görev almaya başladı.
Bir yandan çalışıyor bir yandan yaptığı işler değerlendiriliyordu genç mimarın.
Krallık Teknik Yüksek Sınav Dairesi çalışmalarını incelediğinde sadece çiziminin değil, binanın ayrıntılı iç tasarımları, süslemesi ve dekorasyonuna da "çok iyi" notu vermişti.
Tarih 1887'ydi ve artık o Krallık mimarıydı.
Kadroya atanmasını talep etti.
Ve bir dilekçe hazırladı resmi makamlara sunmak için...
1 Ocak 1889'a kadar mimari incelemelerini, gözlemlerini tamamlamak için kendisine izin verilmesini istiyordu.
İstanbul'a bir araştırma gezisi yapacaktı.
Farklı kültürleri, farklı yapıları, başka binaları da görmek istiyordu August Jasmund.
İki talebi de kabul gördü.
11 Ocak 1888'de İstanbul'a geldiğinde daha 28 yaşındaydı.
Pera'nın yolunu tuttu.
Kumbaracı Sokak, 93 numaraya yerleşti.
Çok geçmeden kenti gezip incelemeye başladı August Jasmund.
O gelmeseydi de Sirkeci Garı olurdu şüphesiz.
Ama bu kadar ihtişamlı olur muydu, orası meçhul işte...
Multikulti'nin erken döneminin mekânı: Sirkeci Garı
İstanbul'un ve kuşkusuz kent kültürünün hala ayakta durabilen yapısı Sirkeci Garı, 131 yaşına bastı bugün.
Açıldığı gün seçkin bir kalabalık vardı Sirkeci Garı'nda…
Davetliler Ahırkapı'dan hareket eden özel bir trenle gelmişlerdi.
Trenin önündeki tabelada "Padişahım Çok Yaşa!" yazıyordu.
Bu özel güne tanıklık edenleri içeride büyük bir ziyafet bekliyordu.
Mayonezli levrek balığı mı dersiniz, av eti böreği mi, tavuk dolma mı, sığır filetosu mu, hindi kızartma mı, karışık dondurma mı?
Ne ararsanız vardı kısacası.
İmparatorluğun gerileme dönemindeki o ihtişamlı menü belki de batı ile doğu sentezi gözetilerek hazırlanmıştı.
Nüfusu neredeyse 1 milyonu aşan Dersaadet ile Bilad-i Selase'ye bu yaraşırdı!
Ez cümle, saray mutfağı Avrupa'ya da selam ediyordu memlekete de…
Tıpkı tarihi yarımadada yer alan Fatih, Sirkeci gibi, tıpkı tam da oraya inşa edilen bu yeni yapı gibi her iki tarafa da göz kırpıyordu sanki…
Sahiden de Batılılara göre doğunun kapısı, Osmanlı'nın gözünde ise batıya açılan kapıydı Sirkeci Garı.
Farklı kültürlerden insanların doğu gezilerini yapmayı sağlayan, batının yarattığı egzotizmin ne kadarının sahi ne kadarının hayal gücü olduğunun anlaşılmasını sağlayan mekandı.
Esasen batılı ülkelerle ilişkilerin yoğunlaşmaya başladığı Tanzimat döneminden itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nda demiryolu yapımına ilgi artmıştı.
1888'te Osmanlılar ile Almanlar yakınlaşmaya başlamış, Almanya'nın nüfuzunu sağlamlaştırması ise Osmanlı'nın eski müttefiki İngiltere'yi pek rahatsız etmişti.
O İngilizler ki; Osmanlı İmparatorluğu'nun Anadolu topraklarındaki ilk demiryolunu İzmir-Aydın hattında 10 yıl gibi bir sürede inşa etmişlerdi; bittiğinde tarih 1866 idi…
Almanların birkaç yıl sonra Osmanlı Devleti'nde elde edecekleri demiryolu inşa imtiyazları ve bir dünya gücü olmayı hedefleyen "Weltpolitik" siyaseti İngilizlerin hiç hoşuna gitmemişti.
Ve şans bu ya, kentin ihtişamlı garının inşası da bir Almana nasip olmuştu.
Yazar Gökhan Akçura'nın deyişiyle demiryolları 19'uncu yüzyıl çocuğuydu.
7 Ekim 1869'da Rumeli demiryollarının imtiyazını elde eden Baron von Hirsch, Rumeli Demiryolları Şirket-i Şâhânesi'ni kurmuştu.
Von Hirsch, Brüksel'de bankerlik yapar bir Alman Yahudisiydi.
Hattın ilk bölümünün 15 kilometre olmasına karar verildi.
Gelgelelim o dönem inşa edilen hat Yedikule-Küçükçekmece arasındaydı, hizmete girdiğinde ise tarih 4 Ocak 1871'di.
Günde beş sefer yapılıyordu.
Çok geçmeden yolcular Yedikule İstasyonu'nun şehir merkezinden çok uzak olduğundan yakınmaya başlamıştı.
Hattın Sirkeci'ye kadar uzanması isteniyordu.
Gelgelelim bunun için demiryolunun Topkapı Sarayı'nın bahçesinden geçmesi gerekiyordu.
Sadece bahçeyle kalsa iyiydi…
Sirkeci projesinin ete kemiğe bürünmesi demek beraberinde birçok köşkün de yıkılması demekti.
Demiryolu şirketi talepleri saraya taşıdığında Sultan Abdulaziz öneriyi dikkate almakla kalmadı.
Rivayet bu ya; "Memleketime demiryolu yapılsın da isterse sırtımdan geçsin, razıyım" diyerek hemen izni çıkardı.
Bu artık Sirkeci'nin de demiryolu ile tanışması anlamına gelecekti.
Semtteki kâgir bir bina ile bazı barakalar istasyon olarak kullanılmaya başlandı.
İlk istasyon binası penceredeki perdeleriyle müstakil bir evi andırıyordu uzaktan ve Başbakanlık Devlet Arşivleri'ndeki belgelere göre inşası için 1 milyon Fransız frangı harcanmıştı.
Osmanlı'dan davet alan genç Alman mimar
Gelgelelim, Sultan Abdulaziz döneminde inşa edilen bu yapı, artan ihtiyaca yanıt veremez hale gelmişti.
Bir Almanın yazdığı mektuba dek bu bina kullanılageldi.
Sirkeci hattı açıldıktan 18 yıl sonrası, tarih 1889.
Almanya'dan İstanbul'a mimari keşif için gelen August Jasmund 1889'un son günleri Prusya Bayındırlık Bakanı'na ithafen resmi bir mektup yazdı.
Sultan II. Abdulhamid'ten onur verici bir davet aldığını söylüyordu.
Belli ki Abdulhamid, Sultan Abdulaziz'in hem inşa ettiği garı hem demiryolu projesini birkaç adım öteye taşımak istiyordu.
Alman mimar "Bir müddet Türk Devleti'nin hizmetine geçmek istiyorum" dedi.
Ve Prusya'dan cevap beklemeye koyuldu.
Ülkesinden onay gelirse "Osmanlı Hükümeti teknik inşaat danışmanı" unvanını taşıyacak, bir yandan da Hendese-i Mülkiye'de (1909'da Mühendis Mektebi olarak anılmaya başlanacaktı) mimari tasarım dersleri verip memlekete öğrenciler yetiştirecekti.
Beklenen yanıt 22 gün sonra geldiğinde Jasmund'un Türk hizmetine geçişinin önünde bir engel kalmamıştı.
Daha doğrusu formalite işi nihayet halledilmişti.
Zira Sirkeci Garı'nın temeli 11 Şubat 1888'de atılmıştı.
Osmanlı Devleti'nde özel veya resmi bir iş hakkında verilen padişah emriyle, İrade-i Seniye sayesinde…
1890'a gelindiğinde o kâgir bina yerini ihtişamlı Sirkeci Gar binasına bırakacaktı.
Yaşanmışlıklar garı…
Sirkeci Garı stratejik önemdeydi.
Bir kere kenti Avrupa'ya bağlayan Rumeli demiryollarının başlangıç noktasıydı.
Osmanlı aydınlarının nazarında modernlik ve çağdaşlığa hayati bir adımdı.
Zaman içinde İstanbul kent siluetinin kalıcı ve esaslı bir yansıması olacaktı.
Batılı gezginleri de Hitler faşizminden kaçan Yahudi bilim insanları da ağırladı Sirkeci Garı.
Daha kimler konuk olmamıştı, daha kimler bu garın havasını solumamıştı ki?
Diplomatlar, büyükelçiler…
Fransa Cumhurbaşkanı Paul Dechanel, İngiltere Kralı 8. Edward, Bulgar Kralı Ferdinand, Sırbistan Kralı I. Alexander, Avusturya-Macaristan İmparatoru François-Joseph…
Yurtdışına gönderilen son Osmanlı halifesi Abdulmecid Efendi, 1930'da Trakya seyahatine çıkan Mustafa Kemal Atatürk…
1934'ün ocak ayında İstanbul'da sahne almak için gelen ABD'nin dünyaca ünlü dansçı ve şarkıcısı Josephine Baker…
Balkanlara giden ya da balkanlardan gelen halk oyunları takımları ya da Balkan Harbi'nde cepheye yollanan Türk askerleri!
Sonra sporcuları ağırladı Sirkeci Garı…
İzdihama neden olan Mübeccel Namık ya da Keriman Halis gibi Türkiye, dünya güzellerini uğurladı, karşıladı.
Uluslararası petrol sanayinin öncüsü ve dönemin ünlü milyarderi Calouste Gulbenkian'ı, casus Mata Hari'yi, İngiliz polisiye yazarı Agatha Christie'yi buyur etti.
1961'in sonlarına doğru Hauptbahnhof München'e, acı vatan Almanya'ya çalışmak için giden Türk işçileri için belki de hayatlarının en duygusal yeri olarak kazındı hafızalara.
Oryantalizmden ötesi…
Avrupa demiryolu ağının son noktasıydı.
O yüzden özel bir yeri vardı.
Açılışını Sultan II. Abdulhamid adına Serasker Ahmed Muhtar Paşa yaptığı için onun adı verilse de kısa süre içinde herkesin "Sirkeci Garı" diye anacağı mekandı.
Bin 200 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuştu.
Hem konumu hem özgün mimarisiyle dikkat çekiyordu.
Binanın açıldığı zamanki konumuyla bugünkü konumu bir hayli farklıydı.
Demiryolu ile deniz arasında, denize paralel olarak tasarlanmıştı.
Zira o yıllarda deniz binanın çok daha yakınına kadar geliyor, taraçalar vasıtasıyla denize inmek mümkün oluyordu.
En az mimari üslubu kadar dış cephe süslemeleriyle de dikkat çekiyordu Sirkeci Garı.
Alman mimar August Jasmund, Prusya Krallık Teknik Yüksek Sınav Dairesi'nden süsleme ve dekorasyon için boyuna "çok iyi" notu almamıştı yani.
Öğrendiklerini İstanbul'da tatbik ediyor, dahası üstüne koyuyordu.
İlk açıldığı zamanlar yaşlı kıta Avrupa'dan gelenleri oryantalist bir üslupla karşılardı.
Resim sanatındaki oryantalizm gibi sanmayın ama!
Evet, tablolarda doğu etkileri egemendi ama mimari için oryantalizm biraz daha farklıydı.
Hem Doğu sanatının kültüründe yatan hem Batı sanatının temellerini oluşturan barok, rokoko gibi etkili süslemeler yapıya egemendi.
İstanbul gibiydi yani Sirkece Garı'nın oryantalist mimarisi.
İçinde doğu da vardı batı da…
Bu anlayışa göre inşa edilmişti.
Cephesi simetrinin hâkim olduğu bir düzene sahipti.
Merkezindeki ana giriş, köşelerde minare biçimli saat kuleleriyle sınırlandırılmıştı.
Kapının hemen üzerinde pembe beyaz renkli taşlardan örülü basık bir kemer vardı.
Bu kemerin üzerine ise on iki dilimli bir gül pencere yerleştirilmişti.
Gül pencereyi dilimlere bölen kısımda ise palmiye ağacının yelpaze biçimindeki yapraklarını andıran, antik Yunan ve Roma dönemine göz kırpan palmet motifleri vardı.
Yan cephesinde garın hizmete girdiği tarih hem Rumi hem Miladi takvime göre yazılmıştı.
Yapının ana orta mekânı, genişçe kare bir düzene göre tasarlanmış, burası yolcuların bekleme alanı olarak düşünülmüştü.
Kaidesinde granit cephesinde ise mermer taşlar kullanılmıştı.
Bunlar Marsilya ve Aden'den getirilmişti.
Sivri kemerli pencereler, ortaya ise Selçuklu dönemi taş kapılarını anımsatan geniş bir giriş kapısı konuvermişti.
Pencere ve kemer düzenlemeleri birçok mimara göre dikkat çekiciydi.
Çünkü Osmanlı mimarlığında pek de karşılaşılmayan sivri at nalı kemer silmeler içine alınmıştı.
Nusaybin'deki Mor Yakup Kilisesi'nde olduğu gibi…
Ya da İspanya'da Vizigotların yapılarında kullandığı gibi…
İkili kemer açıklıkları ise görünüm itibarıyla Erken Bizans ve Gürcü yapılarınınkine benzerdi.
Isınma için Avusturya'dan getirilmiş koca koca çini sobalar yerleştirilmişti gara…
Aydınlanma ise binanın çeşitli kısımlarına yerleştirilen 300 havagazı feneriyle sağlanmıştı.
Garın vitrayları da süslemeleri tamamlayan unsurlardandı.
O vitraylar sayesinde yapının geniş iç mekânı görkemli bir gün ışığıyla buluşmuştu.
Günün farklı saatlerinde güneş ışınları vitrayların arasından usulca süzülüyor, parlaklığına göre farklı ışık oyunlarını beraberinde getiriyordu.
Kuşkusuz bu da garın oryantalist çizgisine daha bir mistik hava katıyordu.
Bununla birlikte oryantalist romantizmin "egzotik" olarak addedildiği batının aksine Osmanlı'nın dünyaya, tekniğe, tarihe getirdiği ilerici ve yenilikçi bir üslubun yansımasıydı Sirkeci Garı.
Bugünden düne bakıldığında kimi mimarların gözünde Memluk ve Kuzey Afrika kökenleri nedeniyle yeni İslami tarzı yansıtıyor kimilerine göre ise farklı çağ ve üsluplardan özenle seçilip bir anlamda devşirilen, bir yönüyle de ulusal mimariye geçişteki mihenk taşlarından biri olarak anılıyor Sirkeci Garı.
Selçuklu, Bizans, Roma, Osmanlı, İslam, Kuzey Afrika, Avrupa sanatları…
Hepsinin yoğrulmuş haliydi.
Yani sadece Orient Express'i ağırlayan bir binadan ibaret değildi yani.
Tarihi vardı, hikayesi vardı, sanatın her türlüsü vardı, çok kültürlülük vardı, nesillerden nesile söyleyecekleri ve kuşkusuz biriktirdiği anıları vardı.
Kimilerine göre hala öyle…
Eğer anılarınız bu muhteşem yapıya ziyareti güçleştiriyor ve içine girmenize izin vermiyorsa alın yanınıza en yakın dostlarınızı ve kentin bu muhteşem köşesini geri alın; Sirkeci Garı'nı tek bir anıyla sınırlı bırakmayın.
Yeni anılar oluşturup içindeki pek de rağbet görmeyen müzesine uğrayıp yaşamınızda yeniden yer açın.
Yoksa öyle bir derdiniz…
Daha ne duruyorsunuz?
Şehrin şaheseri ya yanı başınızda ya birkaç durak uzağınızda.
Mutlu yıllar Sirkeci Garı!
Kaynakça:
August Jasmund ve Mimari Faaliyetleri, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yavuz
Sirkeci Garı Avrupa'ya Açılan Kapımızdı, Gökhan Akçura
Avrupa'nın İlk Durağı: Sirkeci Garı, Sena Durmaz
İstanbul'da oryantalist mimari örneği: Sirkeci Garı, Fatih Sarımeşe
İstanbul'da Nostalji: Sirkeci Tren Garı, İstanbul Valiliği
Sirkeci Garı: İhtişamlı Bir Oryantalist Mimari Örneği, Aslı Karadağlı
Sirkeci Garı, Wikipedia
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editoryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish