Kadın meslektaşlarımdan biri bana yeni hükümetlere tanınan 100 günlük süreyi ve yeni Lübnan hükümetinin bu 100 gününü sordu.
Genellikle normal devletlerde bu bahsi geçen süreç; yani hesap sorma, dolayısıyla değiştirme gücünden korkulan, iktidarın barışçıl devir teslimine sıkı sıkı bağlı olan bir kamuoyundan etkilenen demokrasilerde kabul edilmiş bir süreçtir.
Lübnan, bildiğimiz gibi böyle değil.
Ne mezhepçiliğin ötesinde bir ulusal kamuoyu ne de partizanlık ve hizipçiliğin ötesinde bir hesap verebilirliğin izi yok.
Tarihimiz gösteriyor ki hiçbir hükümet kuruluş deklarasyonunda vadettiğini gerçekleştiremedi. Hiçbiri vaatlerini yerine getirmedi.
Tabii ki, Başbakan Necib Mikati kabinesini yargılamak için henüz yeterli zaman geçmedi.
Ne var ki, yukarıda belirtilenlere ilaveten, daha kuruluş deklarasyonunun hazırlandığı gün, Hizbullah'ın Lübnan ve Suriye arasındaki yasadışı sınır geçişlerinden ülkeye soktuğu İran akaryakıtı taşıyan tırlar ile birlikte çökmeye başladı.
Hizbullah'ın bu sembolik adımı, ülkenin zayıf sınır güvenliğinin, güçsüz egemenliğinin, dizginleri kimin elinde tuttuğunun, bu hükümetin, selefleri gibi, krizi veya ülkeyi yönetme, reformları gerçekleştirme konusunda elinin kolunun bağlı olacağının yeni bir teyidiydi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Yukarıda değindiğimiz son misyon, özellikle de başbakanı mali, ekonomik ve kalkınma sorunlarını siyasi sorunlardan ayırmaya inananlardan olduğu için, en azından finansal ve ekonomik açıdan bu hükümetin kuruluş misyonudur.
Ancak son dönemde yaşanan siyasi ve güvenlik gelişmelerinin, Lübnanlıları bankalardaki mevduatların buharlaşması, ilaç ve hastaneler krizi, döviz kuru, elektrik ve yakıt, halkın üçte ikisini yoksulluk ve yoksunluk kategorisine iten ciddi geçim sorunları gibi sorunlardan tamamen uzaklaştırdığı görülüyor.
Beyrut Limanı patlamasına ilişkin devam eden soruşturma ve Hasan Nasrallah'ın savaşa ve diğer tarafı cezalandırmaya tamamen hazır 100 bin Hizbullah savaşçısı tehdidi arka planında ağırlık, Tayyuna ve Ayn er-Rummane bölgelerindeki güvenlik olaylarına kaydı.
Biz Lübnanlılar ve Lübnan, varsayım olmamasından korkulan bir iç savaştan nasıl kaçınılacağı kaygısı içine girdik.
Tüm taraflar bilerek veya bilmeyerek bu tuzağa düştüler. Kazandıkları zafer ve işgalcilere sert bir ders verme kudretleriyle neredeyse kendilerinden geçen, aşağılanmaya karşı ayaklandıklarını söyleyen, acı, yıkım ve büyük dersler vermekle tehdit eden Tayyuna savaşının galipleri arasında münakaşalar başladı.
Ülke ve halk bir kez daha krizin gerçek nedeni, ülkedeki siyasi zorlukların sebebi, Hizbullah'ın sahip olduğu aşırı güç meselesinin yörüngesine girdi.
Alışılmadık bir sertlikte bastıran mali ve ekonomik sorunlar gündemde geriye düştü.
Hem siyaset hem de ekonomide bilinmeyene doğru doludizgin ilerlemeye geri döndük.
14 Ekim'den bu yana alenen ve gizlice yaşananlardan ve yaşanmaya devam edenlerden çıkarılabilecek ders nedir?
Başlangıç olarak, olanlara ilişkin değerlendirmelerdeki keskin tezatlara rağmen, yaşananların siyasi açıklaması, hükümet, diğer kurum ve kuruluşların kontrolünün halen açık bir şekilde Hizbullah'ın elinde olduğunu gösteriyor.
Elde ettikleri zaferle gurur duyanlara hatırlatmakta fayda var ki, 7 Mayıs 2008'de yaşanan çatışmada, özellikle de Hizbullah'ın Cebel ve bilhassa da el-Şuf bölgesinde giriştiği çatışmalarda, Tayyuna'da yaşananlardan çok daha fazla kayıp yaşanmıştı.
Çatışmaların siyasi sonucu, Dürzi lider Velid Canbolat'ın tutumundaki keskin dönüşle birlikte Hizbullah ve müttefiklerinin lehine olmuştu.
İkincisi, geçen Pazartesi günü yaptığı konuşmada Nasrallah, üstü kapalı bir şekilde de olsa, halen bir ölçüde Hizbullah'ın kontrolü dışında olan iki kurumu, yargı ve orduyu hedef aldı.
Üçüncüsü, Hizbullah, Hristiyan-Hristiyan anlaşmazlığından en iyi şekilde yararlanmaya çalışıyor. Bunun en iyi ifadesi, Özgür Yurtsever Hareketi Başkanı Cibran Basil'in 13 Ekim'in yıldönümünde, genel olarak Lübnan ve özelde Hristiyan vicdanında yer etmiş acı olayları kaşıyan konuşmasıydı.
Bir başka Hristiyan lider Süleyman Frenciye de 14 Ekim olayları konusunda Hizbullah ile dayanışma göstermekten çekinmedi.
Dördüncüsü, Hizbullah'ın genel olarak müttefiki Yurtsever Hareketin, özellikle de Cumhurbaşkanı ve damadı Basil'in uğradığı güç kaybını hissetmiş ve Avn akımının mirasçısı olabilecek potansiyel Hristiyan müttefik adaylarını değerlendirmeye başlamış olması muhtemel.
Hizbullah bu konuda aşırı gücüne, Lübnan'daki siyasi güçlerin çoğunun, onun egemenliğini kabul ettiği, adapte olduğu ve şemsiyesi altında konumlarını güçlendirmeye çalıştığı gerçeğine dayanıyor.
Beşincisi, ortada bir ikilem var. Kanlı 14 Ekim olayı bir tarafta, pek çok kişinin Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri ve lideri olduğu Emel Hareketi ile Hizbullah arasında farklılaşma ve birden fazla dosyada soğukluk olduğu izlenimlerinin ardından Şii ikilisini yeniden kaynaştırdı.
Diğer taraftan, Lübnan Kuvvetleri Partisi ve destekçilerinin popülerliğine yeni bir kan pompaladı. Ama bu kan zehirli çünkü Lübnan içindeki güç dengesini değiştirmiyor ve sonuçları büyük olasılıkla iyi olmayacak bir şişkinlik ve iltihaba neden olabilir.
Gerek Şiilerin gerekse Hristiyanların durumunda, yaşananların sonuçları ülkenin çıkarına değil. Sünni Müslüman liderlerin tereddütlü ve soluk pozisyonları, Velid Canbolat'ın nihayetinde Berri'yi destekleme ve iyiliklerine karşılık verme eğilimi ortasında Hristiyanların bilhassa çıkarına değil.
Bu, içerisi için geçerli. Dış pozisyonlardan çıkarılacak derslere gelince, ana başlıkları şunlar olabilir; Fransız girişiminin sonuçları ve ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Victoria Nuland ile ABD Dışişleri Bakanı Enerji Güvenliği Kıdemli Danışmanı Amos Hochstein'ın ziyaretinin netsizliği.
Buna ilaveten, Irak'ta yaşananlar ve İran'ın müttefikleri ile milislerinin kanatlarını kesen seçim sonuçlarını reddeden tepkiler.
Husilerin Marib'i ele geçirme ve halkını cezalandırma ısrarı ve bunun da İran ile bölgede olası bir çözüme ilişkin iyimserliği azaltması.
Dolayısıyla, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ve Lübnan'dan sorumlu danışman ekibinin, liman patlamasından sonra Macron'un Lübnan'a yaptığı ziyaret ile başlayan Fransız girişiminin bugüne kadar başardıkları konusundaki hayal kırıklıklarının boyutunu hayal etmek zor.
Bu ziyaretten 15 aydan kısa bir süre sonra, bilhassa sponsoru İran ve onunla köprüler kurmaya çalıştığı Hizbullah'ın marifetiyle ülkede durum bir iç savaş tehdidi noktasına varacak kadar kötüleşti.
İran ve Hizbullah ile anlaşma, Macron'u ünlü girişiminin formatı ve içeriğiyle çelişen bir hükümeti dahi kabul etmeye ve onaylamaya itti.
Nuland'a gelince, ziyareti kapsamında Cumhurbaşkanı ve Başbakanın yanı sıra Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri ile görüşürken, Berri'nin lideri olduğu Emel Hareketi ve müttefiki Hizbullah, bazı Hristiyan bölgelere baskın düzenleyip, fitne çıkarıcı sloganlarla silahlı gösteriler düzenliyorlardı.
Ne var ki Nuland, ayrılmadan önce yaptığı açıklamada, ülkeyi tehlikeli bir silahlı çatışmaya sürükleyebilecek kanlı bir olaydan birkaç metre uzakta değilmiş ve sanki Brüksel ya da Stockholm'ü ziyaret etmiş gibi geleneksel Amerikan pozisyonunun dışına çıkmadı.
Olup bitenlerin iç yüzünü, petrol, doğalgaz ve deniz sınırları konusunda tüm tarafların neler tasarladıklarını bilen deneyimli uzman Hochstein'a gelince, kararlarının kaynağını, karar alma ve uygulama kabiliyetinin sınırlarını bildiği bir hükümetle müzakere ve arabuluculuk görevini sürdürüyor.
Tabi ülkesi, yaptırımlarına tabi olan Hizbullah'ın kontrolü altında olduğu sürece Lübnan'a doğalgaz ve petrol zenginliklerinden faydalanmasına izin verirse.
Ülke içi ve dışındaki tüm tarafların, özellikle de reform, yolsuzlukla mücadele ve ekonomik yardımın sihirli bir çözüm olduğuna inananların pusulasını düzelterek, Lübnan'daki sorunun özüne yöneltmesi ihtimalinin, 14 Ekim olayının tek olumlu yönü olarak kalması tek tesellimiz.
Hizbullah ve İran'ın Lübnan'daki rolü olarak adlandırılan ikilem çözülmeden çözüm, reform ve bir devlet olamaz.
Bu misyon, Lübnan'ın bir iç misyonu olduğu kadar, bir Arap ve uluslararası misyondur da. Bu misyon gerçekleşmedikçe, bu ülkeden geriye kalanları öldürmekte daha da ileriye gideceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil
© The Independentturkish