Avustralya Başbakanı Scott Morrison, birkaç ay önce Fransız denizaltı anlaşmasını iptal etme kararını açıklama sadedinde Fransa Cumhurbaşkanı Macron'a ülkesini çevreleyen stratejik ortamın değiştiğini söyledi ve dolaylı olarak Fransız denizaltılarının yeni ortamın yükleriyle yüzleşmede etkisiz kalacağını ima etti.
Burada dikkatleri çeken iki husus var. Birincisi, Avustralya'nın Çin tehlikesine dair farkındalığı öyle büyüdü ki, onunla yüzleşmek için Fransa'dan daha büyük bir güce güvenmek gerektiğini gösteriyor. Fransız askeri teknolojisinin Çin denizcilik alanındaki meydan okumasını karşılamak için daha az etkili olmasıdır.
Özellikle ikinci boyut, Fransa'nın resmi öfkesinin boyutunu açıklıyor. Çünkü bu, özel olarak denizaltı endüstrisini değil, genel anlamda Fransız askeri endüstrisini hedef alıyor.
Fransa'yı Pasifik'teki güvenlik sisteminden dışlama veya en azından varlığını azaltma fikrinden bahsetmiyorum bile.
ABD, Birleşik Krallık ve Avustralya arasındaki AUKUS ittifakı ya da ortaklığı, Çin'in tehlikeli bir düşman olmaya yakın olduğu varsayımından hareketle Pasifik bölgesindeki güç yapısını yeniden şekillendiriyor.
Öte yandan, ABD'nin Çin büyüklüğünde bir düşmanla yüzleşmesinin, en çok etkilenen bölgesel güçler tarafından bir yük paylaşımı gerektirdiğine dair başka bir görüş daha var.
Nitekim Hindistan, Avustralya, Japonya, Güney Kore, Vietnam ve diğer Asya ülkeleri, Çin'in yükselişini kendi çıkarlarına yönelik bir tehdit olarak görüyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu iki varsayım, Demokrat Başkan Barack Obama'nın on yıl önce Avustralya Parlamentosu'nda yaptığı bir konuşmada dile getirdiği Amerikan eğilimini yansıtıyor.
Obama bu konuşmasında, ülkesinin sadece Çin'i kuşatma altına almak için değil, aynı zamanda küresel olarak Amerikan liderliğini güçlendirmek için Asya ile güvenlik, siyasi ve ekonomik düzeylerdeki ilişkilere daha fazla odaklanacağını söylemişti.
Çünkü Asya, ekonomik olarak gelişen ülkeleri, kültürel açıdan çeşitli toplumları ve doğal kaynaklarının çeşitliliği ile küresel ekonomik ve teknolojik ilerlemenin odağı haline geldi.
Obama'nın ABD liderliğini korumak için uzak doğuya odaklanma sloganı altındaki vizyonu, farklı yöntemler ve araçlarla eski Başkan Trump tarafından da takip edildi.
Trump'ın paylaşımlarında ve açıklamalarında 'Çin tehlikesi meselesi' sıkça tekrarlandı ve Çin'in ekonomik, ticari ve teknolojik üstünlük kaynaklarının sınırlandırılmasının gerekliliği, ülkesinin küresel liderliği için bir zorunluluk olarak değerlendirildi.
Öte taraftan ticari yaptırımların tekrarlanmasının amacı, sadece ABD'nin Çin ile olan ticari açığın azaltılması değil, aynı zamanda Çin'in belirli alanlardaki -özel olarak yapay zekâ ve beşinci nesil iletişim- teknolojik ilerlemesini etkilemekti.
ABD, Hindistan, Avustralya ve Japonya'nın ortak olduğu ve Quad adıyla bilinen dörtlü ittifak, güvenlik ve askeri amaçlarla kuruldu.
Bu kuruluşun ana fikri, 2016 yılında eski Japonya Başbakanı Şinzo Abe'nin "Pasifik bölgesindeki dengeyi korumak için" uluslararası güçlerin işbirliği yapması yönündeki önerisine kadar uzanıyor.
Bu, Çin'in yükselişinden kaynaklanan tehlike ve tehdit durumuna işaret eden bir davettir ve Washington tarafından büyük bir olumlulukla karşılanmıştır.
Bu fikir, seyrüsefer özgürlüğü, bölgesel güvenlik ve serbest piyasaları teşvik etmek amacıyla, ABD'nin işbirliğinde bölge ülkelerinin çok taraflı bir askeri ve güvenlik yapısı oluşturma sürecine dönüştü.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Ekim 2020'de Tokyo'da dört ülkenin dışişleri ve savunma bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda, ittifakı NATO benzeri ancak Asya kapsamında bir organizasyona dönüştürmeye odaklandı ve işbirliğinin nihai amacının ortakları Çin hegemonyasından, yolsuzluktan ve baskıdan korumak olduğunu belirtti.
Japon vizyonu ise bölgeye bir bütün olarak zarar veren çatışmaların çıkmasını önlemek için bölgedeki büyük güçler arasında istikrarlı dengeyi bir derece koruyacak bölgesel ve uluslararası çoklu güvencelerin mevcudiyetine odaklandı.
Burada, istikrarlı bir denge ile güvenceler sağlamak ve işbirliğini Çin'i muhasara altına alma hedefine yönlendirmek arasında büyük bir fark var.
Yeni AUKUS ittifakı, Quad adıyla bilinen dörtlü ittifaktan ikisini içeriyor: ABD ve Avustralya.
Burada bir de bir yanda Avustralya, diğer yanda ABD ile özel bir ortaklığı olan Birleşik Krallık da bulunuyor.
Bu üçlü ortaklığın Çin hedefli olmadığı ne kadar söylenirse söylensin, Pasifik ve Hint Okyanusu bölgelerindeki stratejik ortamın tüm unsurları bunun özellikle Çin ile ilgili olduğunu ve onu güvenlik ve stratejik olarak muhasara altına alma amacını taşıdığını teyit ediyor.
Bu işbirliğinin ayrıntıları, aynı zamanda riskler ve yüzleşme araçları açısından yeni stratejik ortamın unsurlarını da gözler önüne seriyor:
Yapay zeka, bilgi işlem, hipersonik füzeler, siber silahlar ve derin deniz savaşı.
Bunlar, Çin'in bu alanlardaki üstünlüğüne meydan okumak amacıyla her üç ülkenin askeri sanayilerinin katılacağı alanlardır.
Sayılarının 8 ila 10 arasında olduğu tahmin edilen Amerikan nükleer denizaltıları konusu ise esasında bu tip gelişmiş denizaltıları inşa etmek için Amerikan teknolojisinin en fazla iki yıl içinde Avustralya'ya aktarılmasıyla ilgilidir.
Ayrıca Avustralya, ABD'nin topraklarında ve özellikle de ülkenin güneyinde birkaç askeri üs kurmasına izin verecek.
Bu, hem Birleşik Krallık hem de ABD ile uzun süredir organik bir bağ oluşturmasının yanı sıra Avustralya için askeri ve teknolojik olarak büyük bir sıçramayı temsil ediyor.
Nitekim burada güvenlik, teknik, stratejik ve ekonomik boyutlar iç içe geçiyor. Kısacası Avustralya, son on yılda Çin yatırımları ve ticari alışveriş alanlarında önemli bir kaynak olan Çin'e yönelik temkinli politikasını terk etti.
Oysa bu, Avustralya'nın toplam denizaşırı ticaretinin yaklaşık yüzde 20'sini ve Çin'e ihracatının yüzde 33'ünü oluşturuyordu. Bu iki durumun, ekonomik istikrarda ve enflasyonun kontrolünde doğrudan getirileri vardı.
Öte taraftan bir ihtiyat politikasından kuşatma ve çatışmaya giden bir yola girişin, doğrudan ekonomik sonuçları olur.
AUKUS ittifakının birtakım paradoksları da yok değil. Bunlardan en belirgin olanı, çifte standart ve Washington'un -kendiyle çatışan güçler karşısında stratejik bir siyasi ikon olarak gördüğü ve kullandığı- nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ilkesini ihlal etmesidir.
Bununla birlikte, Birleşik Krallık'ın 'Brexit' dönemindeki politikaları ve Washington'a yönelik keskin eğilimi, bir yandan Avrupa güvenliğine, diğer yandan NATO içindeki etkileşimlere büyük bir yük oluşturacaktır. Bu ise meseleyi daha ayrıntılı şekilde ele almayı gerektirmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil
© The Independentturkish