Kendisine 'Tanrı'nın Gölgesi' unvanını veren Şah Rıza Pehlevi'nin son günleri

Şah Muhammed Rıza, artık sarayında da güvende olmadığını ve iktidarını tamamen kaybettiğini anladı. Gerekli hazırlıkları yaptı ülkeden ayrıldı. Enver Sedat'ın daveti üzerine Kahire'ye geldi ve 27 Temmuz 1980'de burada hayatını kaybetti

Kolaj: Independent Türkçe

Temmuz ayının son günlerinde Kahire'nin kavurucu sıcağı altında Meçhul Asker Anıtı'nın bulunduğu bölgeye bir koruma ordusu eşliğinde güzel giyimli yaşlı bir kadın gelir.

Sessiz sedasız bir mezarı ziyaret ettikten sonra bölgeden ayrılır. 

Kimseyle konuşmayan ve her sene bu seremoniyi aksatmadan yerine getiren kişi bir zamanlar tüm Ortadoğu'nun ilgi odağında bulunan Kraliçe Farah Pehlevi'den başkası değildir. 

Ziyaret ettiği kişi ise İran'ın devrik lideri ve kocası Şah Muhammed Rıza'nın kendisidir. 
 

Farah Diba ve Şah Rıza.png
Farah Diba ve Şah Rıza


Farah, o meş'un günlerin en önemli tanığıydı.

Kendisine verdiği unvanlara göre Krallar Kralı, Aryanların Işığı, Tanrı'nın Gölgesi, Şia'nın Muhafızı Şah Rıza Pehlevi, o sabah her zaman yaptığı gibi erkenden uyanmıştı.

Evin kâhyası Şah'ın özel tostunu, portakal suyu ve gazetelerle birlikte istihbarat raporunu getirmişti.

Komünizmle mücadele, darbe girişimleri, terör eylemleri, refah ve Avrupai bir hayat; Şah Rıza, uzun iktidarı süresince ihmal etmediği portakal suyunu sarayında son kez gönül rahatlığıyla ve Şah olarak içiyordu.
 

Şah Rıza ve ailesi.png
Şah Rıza ve ailesi


Farah'ın mezarın başında düşündüğü son şeyler bunlar olabilir miydi? 

Şah'ın 1979 senesinde huzurlu günleri geride kalmış, cennetin krallığı yıkılmış ve modern İran tarih sahnesinden çekilmişti. 

Bunlar elbette, Şah ailesinin durup baktığı yerden görünenler. SAVAK'ın katlettiği sayısız masum İranlı'nın annelerin başlattığı büyük yürüyüş Şah'ın huzurunu kaçıran belki de en önemli nedendi. 

26 Ekim 1919 dünyaya gelen ve 1941 tarihinde de İran tahtını ele geçiren Rıza Pehlevi'nin öyküsüne biraz daha yakından bakmak adına 4 Şubat 1949 tarihine dönmemiz gerek. 


Tahran Üniversitesi'nde bir suikast girişimi

Tahran Üniversitesi'nin 4 Şubat 1949'da önemli bir misafiri vardı. Bu kişi ülkede politik gücünü büyük oranda yitirmiş ve sembolik bir makamı temsil eden İran Şahı Muhammed Rıza idi. 

Muhammed Rıza, 1941 yılında sürgüne gönderilen babasının yerine tahta oturduğundan beri Ruslar ve İngilizler arasında denge gözetmeye çalışarak tahtını koruyan, iç siyasette ise esamisi okunmayan düşük profilli bir Şah'tı. 

Bu durum 4 Şubat günü Tahran Üniversitesi ziyaretinde tamamen değişecekti.

Tahran Üniversitesi'nde Şah Muhammed Rıza'nın bulunduğu bir sırada üst üste duyulan kurşun sesleri okulun koridorlarında kargaşaya sebep oldu.

Naser Hüseyin Mir Fakhraei isimli genç Rıza'ya beş el ateş etmişti ve şahı yüzünden yaralamıştı.

Şah'ın korumalarının karşı ateşiyle Naser Hüseyin Mir Fakhraei oracıkta öldürülmüştü, ama suikastçı gencin üzeri arandığında Feryad-ı Millet ve Perçom-i İslam gazetelerine ait iki gazeteci kartı bulunmuştu. 
 

Suikast Sonrası Şah.png
Suikast Sonrası Şah


Muhammed Rıza, bu teşebbüsten sonra devlet idaresinde dizginleri eline alarak ülkenin en büyük siyasi partilerinden birisi olan Tudeh'i suikastın arkasındaki asıl güç olduğu iddiasıyla kapattırdı ve siyasi temsilcilerini hapse attırdı.

Ardından aynı yıl İngiltere'ye giden Şah Rıza, İngilizlerden İran Anayasası'nı yeniden şekillendirmek için izin istedi ve onayı aldıktan sonra ülkesine dönerek şahlık kurumunu baştan düzenledi. 

Silahlı kuvvetlerin gücünü de arkasına alan Muhammed Rıza, ülkede kontrolü iyiden iyiye eline almasını sağlayan düzenlemeleri gerçekleştirmişti.

Buna göre; Rıza, meclisi kapatabiliyor ve doğrudan kendisinin atadığı üyelerden oluşan bir senato kurabiliyordu.

Şahın tekelinde kurulan Senato'nun ilk icraatı; Şah'a "Kebir" sıfatını vererek devlet otoritesindeki yerini daha da güçlendirmek oldu.

Şah'ın bu engellenemez yükselişi ise devrik Kaçkar Hanedanlığı'nın mütevazı bir temsilcisi olan Başbakan Muhammed Musaddık tarafından engellenecekti. 

Musaddık, Şah'ın ülkeyi adeta Batıya peşkeş çeken uygulamalarına karşı "Milli Cephe" isminde bir ittifak kurarak karşı duracaktı.
 

musaddık.jpeg
Muhammed Musaddık


İran Petrollerini millileştiren Musaddık, İngiltere'ye karşı verdiği mücadeleyle yalnızca İran'ın değil tüm uluslararası kamuoyunun kahramanı haline geldi.

Şah Rıza, ise o günlerde politik hırslarına fazlasıyla yenilmiş durumdaydı. İngiltere donanmasının İran karasularını çevirdiği sıralarda ülkeden kaçıp Musaddık'a karşı muhalefetini açıktan yapmayı dahi deniyordu.

Oysa Musaddık, Şah'ın ülke dışına çıkma talebini şu sözlerle geçiştiriyordu; 

Bu zamanlarda İran milletinin dünyanın büyük devletlerinden biriyle mücadele halinde olduğunu ve bu yolculuğun iyi etkisi olmayacağını ve Şehinşah'ın vaziyetlerden razı olmadığı için ülke dışına çıkmak istiyor şeklinde intiba bırakacağını…


Şah, bunun üzerine İngiltere, ABD ve İsrail'in hazırladığı Ajax Darbe planının son halkası olarak cuntaya katıldı. 

Şah Muhammed Rıza'ya yakınlığı ile bilinen Tümgeneral Fazlullah Zahedi'nin başını çektiği cunta 1953 yılının 16 Ağustos gününde harekete geçti.

İlk darbe girişimi halkın Musaddık'ın yanında durması sayesinde bastırıldı. 

Başbakan Musaddık ise kargaşa içerisindeki İran siyasetinden faydalanarak kendisini desteklemeye gelen halkın içindeki siyasi muhaliflerini de tasfiye etmeye karar verdi.

Özellikle Tudehlilerden kurtulmak için doğru bir zaman olduğunu düşünen Musaddık, kendisine karşı darbeye teşebbüs eden orduyu, bu kez Tudeh'e karşı kışladan çıkardı.

Oysa ordu bütünüyle Tümgeneral Fazlullah Zahedi'ye ve Zahedi de tüm kalbiyle Şah Rıza'ya bağlıydı.

Sonuç olarak darbe başarıya ulaştı ve Musaddık 19 Ağustos'ta devrildi.

Şah artık tek adamdı ve ülkesini gönlünün dilediği gibi idare edebilecekti. 


Refah yılları

Şah iktidarı tamamen ele geçirdikten sonra Batı ile yakın ilişkiler kurdu. Sovyetler karşısındaki tutumu sayesinde özellikle ABD ve İngiltere ile yakınlaştı.

Şah'ın en büyük politik başarısı 1973 Petrol Krizi ile gerçekleşti.

Petrol fiyatları bir anda iki katına çıkınca İran ekonomik anlamda Basra Körfezi'nin en güçlü ekonomisi haline geldi. 

Şah, bu paranın önemli bir kısmı ile eğitime ciddi yatırımlar yaptı. Sadece 12 yıl içerisinde 15 üniversite kurdu ve 200'e yakın yeni eğitim enstitüsü oluşturdu.

1974 senesinde Time Dergisi Şah için Petrol İmparatoru manşetini atacaktı. 

Her şey bir rüya gibi ilerliyordu. 

İran, yurt dışında kolay ve büyük krediler buluyor, ülke tam bir refah içerisinde yüzüyordu. 

500 bine yakın Avrupalı yabancının yaşadığı İran, adeta Batının Ortadoğu'ya açılan limanı gibiydi.

Bugün 'Büyük Şeytan' denilen ABD'nin dahi 52 bin vatandaşı İran'da yaşıyordu.


Beyaz Hareket

Yurt dışından alınan kredilerin; yanlış yatırımlar, yolsuzluklar ve müsrif devlet adamlarının elinde yok edilmesi İran'da ekonomik dengeleri tersine çevirmeye başladı. 

İsrail gibi ülkelerle kurulan yakın ilişkiler, SAVAK isimli İstihbarat Birimi'nin acımasız operasyonları Şah'ın halk arasındaki teveccühünü azaltan gelişmelerdi. 

Bu süreçte Şah'ın 'Beyaz Devrim' isimli reform paketi halk arasındaki rahatsızlığı ciddi boyutlara ulaştırdı. 

Beyaz Devrim'e karşı içinde Humeyni'nin de bulunduğu 8 kişilik bir ulema grubu sert bir protesto bildirisi yayımladı.

Şah, bu bildiri karşısında büyük bir öfke duydu ve ulemaya haddini bildirmek için Kum'a bizzat geldi. 

Oysa Şah'ın gelişi ve burada yaptığı konuşma ulema içindeki rahatsızlığı daha da artırdı. 
 

Humeyni.jpg
Humeyni


Humeyni, bu öfkenin en ateşli vaiziydi, henüz bildiri tartışmaları sürerken Nevruz Kutlamasının bidat olduğuna dair fetva yayınladı.

Nevruz İran'ın İslam öncesi dönemine bir atıftı ve milli kimliğin bir unsuru olarak görülüyordu.

Oysa Humeyni bu fetva ile İranlıların İslam'dan başka bir kimliği olmadığı mesajını veriyordu.

Şah'ın Humeyni'ye duyduğu kişisel öfke, bu ihtiyar mollayı bir anda sessiz yığınların sesine dönüştürdü. 

Humeyni'nin tutuklanmasının ardından on binlerce molla sokaklara indi ve Şah'a geri adım attırmayı başardı.

Bir din adamının başına bela olmasındansa ülkeden çıkartmaya karar veren Şah, Humeyni'yi Türkiye'ye sürgüne gönderdi.

Oysa bu onun iktidarını bitirecek en önemli hatalarından birisiydi. 

Humeyni önce Türkiye'ye ardından Irak'a gitti. Irak yönetimi, bu Şii din adamının gücü karşısında endişeye kapıldı ve ülkesinden çıkardı. Humeyni'nin bu kez durağı Fransa oldu. 

Şah geç de olsa muhaliflerinin yurt dışında etkili olduğunu fark etti. SAVAK'ı onları izlemelerini ve mümkünse öldürmelerini emretti. 


Kalabalıklara bir slogan armağan eden suikast Ali Şeriati

Şah'ın yurt dışında yaptırdığı en önemli operasyon Ali Şeriati suikastı olacaktı.

Humeyni kalabalıkların manevi lideriydi; ama basit bir üniversite hocası olan bu sosyolog onları harekete geçiren asıl dinamikti. 
 

ali şeriati.jpg
Ali Şeriati


"Hayat, iman ve cihat" gibi Tahran sokaklarını inleten sloganları mimarı bu aydının yok edilmesi için operasyon başlatıldı. 

Ali Şeriati, İran'da kalırsa öldürüleceğini biliyordu, ölümden korkusu yoktu; fakat zihninde şimşekler çakıyordu ve kısa olacağını çok önceden sezdiği ömründe üretmek istiyordu. Sahte bir kimlikle önce Belçika'ya geçmeyi başardı ve ardından da İngiltere'ye geçti. Şeriati'nin amacı Amerika'ya gitmekti; ama SAVAK ve İngiliz istihbaratının ortak operasyonu ile 19 Haziran 1977 yılında kaldığı otel odasında öldürüldü. 

Cinayeti kayıtlara kalp krizi olarak geçirilse de ne ailesi ne de sevenleri Şeriati'nin eceliyle öldüğüne hiçbir zaman inanmadı. Onun ölümü İran'da devrimin ilk kıvılcımlarından birisi oldu.

(Ali Şeriati: Bazen diyorum ki feryad edeyim,
yine görüyorum ki sesim kısılmış - Independent Türkçe)

 

Rejim Protestoları.png
Rejim protestoları


Şah kendisine yönelik artan protesto ve muhalefete karşı sert bir politika izledi; ama bu onun iktidarının sonunu daha da hızlandıracaktı.

1979'da yapılacak seçimlerde iktidarın Humeyni taraftarlarına geçmesi ihtimali üzerine ordu bir direniş ve darbe planı hazırlayarak Şah Rıza'ya getirdi.

Buna göre petrol bölgeleri güvenlik kordonuna alınacak ve Tahran sokaklarında Şahlığı destekleyen sivillerle direniş başlatılacaktı. 

Kum uleması, kanlı bir savaşa hazırlanan Şah'ın planına karşı Humeyni'yi uyardı. 

Bunun üzerine Humeyni; devlete su ve elektrik faturalarını ödememelerini emretti.

Şah, bu talimattan sonra halkın çok büyük bir bölümünün faturalarını ödememesi sonucu Humeyni'nin sahip olduğu gücü kavradı. 

Generallerin tüm darbe planlarına rağmen Şah Rıza, ülkeden ayrılma planları üzerine ciddi şekilde kafa yormaya başlamıştı. 

Önce ailesini yurt dışına gönderen Şah, olayları son ana kadar izlemeye karar verdi. 
Yanında yalnızca Kraliçe ve üç çocuğu kalmıştı.

Kraliçe Farah, en bunalımlı zamanlarda bile sarayda kalmayı reddediyor ve basının ilgisinin üzerinde olmasını istiyordu; fakat bir akşam sarayda bulunan bir kâğıt tüm şah ailesinin durumun vahametini anlamasını sağladı.

Yemek için yemek masasına geldiklerinde sofranın ortasındaki kâğıtta şunlar yazıyordu:

Şaha ve Kraliçeye ölüm!
 

Şah ülkeden ayrılırken.png
Şah ülkeden ayrılırken


Şah Muhammed Rıza, artık sarayında da güvende olmadığını ve iktidarını tamamen kaybettiğini anladı. 

Gerekli hazırlıkları yaptı ülkeden ayrıldı. Önce Mısır'a ardından Fas'a geçti. Daha sonra pankreas kanserini gerekçe göstererek ABD'ye geçti.

Bu sırada İranlılar ABD Elçiliğini basarak Şah'ın iadesini istedi. 

Son olarak Enver Sedat'ın daveti üzerine Kahire'ye geldi ve 27 Temmuz 1980'de burada hayatını kaybetti. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU