Türkiye’de dini eserler alanında Türkçe ve Kürtçe olarak yayınlanmış sayısız kitaplar mevcut. Ancak bu kitapların Kürtçe olanlarının kamuoyunca bilindiği pek söylenemez. Osmanlı’dan beri süregelen medrese geleneğinde, Kürtçe dini ve edebi eserler verildiği bilinen bir gerçektir. Cumhuriyetten günümüze değin gerek medrese geleneğinden gerekse de modern formda yayınlanan Kürtçe kitapların hatırı sayılır bir okura ulaştığı da pek söylenemez. Ancak hususi ve spesifik olarak ilgi duyanların rağbet ettiği bu alanda, oldukça hem nitelik hem de nicelik açısından bir çok sayısız eserler mevcuttur.
Yıllarca Kürtçe dini eserler ve tercümeler üzerinde sayısız eserler vermiş, medrese eğitimi olan ve Avrupa’da da yaşamış olan emekli imam Hüseyin Gündüz, kendisinin tercih ettiği isimle söylemek gerekirse Mele Huseyn Êsî ile Kürtçe dini eserlerin geçmişten bugüne değin yaşanılan tarihsel süreci, karşılaştıkları zorlukları ve engelleri, anadilde eğitim ile anadilde ibadet mevzusunu, Kürtçe dini eserlerin ilgiye mazhar olup olmadığını, bunu aşmaya yönelik çözüm önerilerini ele aldığımız bu söyleşi ile Independent Türkçe’nin birbirinden çok kıymetli kalemlerin yer aldığı Dünyadan Sesler, Türkiye’den Sesler başlığından mülhem Taşradan Sesler ismini uygun gördük.
Anne ne kadar tatlı ise, insanın anadili de kendisine bu denli tatlıdır
Medrese eğitimi almış, Kürtçe eserler yayınlamış biri olarak, Kürtçe dini eserleri tercümeye ve Kürtçe dini kitap yazımına nasıl başladınız? Anadilinizde eser vermeye sizi iten saikler neler?
Ortaokul ve liseyi dışardan bitiren biri olarak, medrese eğitimim askere gidinceye kadar sürdü. Üniversite sınavında Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nü kazandım ama maddi imkânsızlıklardan dolayı gidemedim. Sonra Açıköğretim Fakültesi İşletme bölümünü bitirdim. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda imam iken, Kürtçe eserler verme ihtiyacını hissetim. Neden bu ihtiyacı hissettim? İmamlık yaptığım kimi kırsal yerlerde kahır ekseriyet Kürtçe konuşurdu. Hutbeleri, duaları, ibadetleri ve yaz Kur’an Kurslarındaki dersleri Kürtçe veriyordum. Kürtçe benim anadilim. Anne ne kadar tatlı ise, insanın anadili de kendisine bu denli tatlıdır. Bir imam olarak görevimi ifa edip, halkımızı bilinçlendirmeye çalışırken muhataplarımın Kürt olmasından dolayı dini bilgilendirmeyi sağlayan Kürtçe kitapları okumaları gerektiğini düşündüm. Bu düşünce beni bu alanda kitaplar yazmaya itti.
Bunun dışında beni bu işe girmeme yol açan saiklerden biri de vefa borcumu ödemem gerektiği duygusuydu. Çünkü Batman’ın Gercüş ilçesinin ücra bir köyünün, en fakir ailelerinden biri olarak babamın beni Batman’ın Tîlmiz köyüne bir medreseye göndermesi, hocaların karşılıksız eğitim vermeleri, köylülerin ise medrese talebelerini bağrına basıp yeme-içmelerini karşılamaları, yakacak temini ve barınma mekanı sağlamaları, yaz aylarında verdikleri harçlık gibi….sahiplenme duyguları kısacası bağırlarına basıp sahip çıkmaları, yerine getirmem gereken bir sorumluluk duygusunun baskınlı beni neredeyse hiç terketmedi. Bu duygu baskınlığını, beni Kürtçe dini eserler vermeye yöneltti. Şimdilerde varolan kimi kurumların burs karşılığında yurtiçinde ve yurtdışında tahsil gören öğrencilerden, sonraları kendi kurumlarında çalışma yükümlülüğü taşımaları gibi bir şeydi bu. Böylesi bir halkın karşılıksız ve fedakârca destekleri beni çokça etkilemişti. Çünkü buralardan çıkacak olan bir talebinin, Vali, Kaymakam veya üst düzey bürokrat olamayacağını ve dönüp kendilerine dünyalık bir faydası dokunmayacağını bile bile köydeki insanların bu karşılıksız yardımlardan geri durmamaları beni eğitim aldığım günden beri düşündürürdü. Cizre’deki Bedirhanlılar zamanında da varolan medreselere halkın sahip çıkma mefkûresi, Kürdistan bölgelerindeki medrese geleneğinin şimdilere kadar kör topalda olsa devam etmesini sağladı.
Bu anlayışla yetişen medrese talebelerinin, ilerde kendi halkına doğruyu ve yanlışı hatırlatacak insanlar olmaları, dini değerlerini yaşamalarını sürdürmeleri açısından bu talebelerin varlığı bir tür el yordamı olan bu sivil dayanışmalarla gerçekleşiyordu. Bu beni çok düşündürten bir tabloydu. Bu denli karşılıksız bir şekilde bu fedakârlığı yapan insanımıza karşı bir vefa borcumuzun olduğunu ve bu borcu yerine getirmem gerektiği anlayışı beni bu eserleri vermeye, bu tercüme çalışmalarına itti. Çünkü benim elimden gelen ve yapabileceğim şey, bu tür eserleri verebilmekti. Bundan geri durmak vefasızlık olurdu. Halkıma karşı nankörlük olacaktı. Yüzyıllardır süregelen medrese geleneğinden yetişmiş biri olarak, bu geleneğe katkıda bulunmak da benim için paha biçilmez bir değerdi. Beni harekete geçiren temel gerekçeler bunlardı. Bundan hareketle, birkaç arkadaşımla birlikte bu yola çıktım ve hala düşe kalka bunu sürdürmeye çalışıyorum.
"Anadilde eğitim hem dini hem de evrensel bir haktır"
Konuşmanızda anadilin, insanın annesi gibi tatlı bir şey olduğunu söylediniz. Hem medrese eğitimi almış, hem imamlık yapmış şimdilerde de Kürtçe dini kitaplar yazan biri olarak anadilde ibadet edilmesine ve anadilde eğitime nasıl bakıyorsunuz? Hem pedagojik olarak hem de dini, fıkhi, hukuki olarak nasıl ele almak gerekir sizce bu mevzuyu?
Anadilde eğitim, kişinin bir doğal hak olduğu gerçeği, hem dinen ve hem de evrensel kanunlara göre teyit edilmiştir. Herkesin kendi dilinde eğitim görmesi, eğitim vermesi doğal ve dini bir haktır. Kişinin anadilinin dışında başka bir dille eğitim görmesi, içindeki hisleriyle onu savaştırmak demektir adeta. Bu onu hoşnut etmeyecek bir mesuliyetin içine sürüklemek demektir. Kısacası onu fıtratıyla savaştırmaya yöneltmiş oluyorsunuz. Onun için kişinin, fıtratı itibariyle kendi anadilinde eğitim görmesi icab eder. Anadilde ibadet ise namaz hariç bütün ibadetlerini anadiliyle yerine getirebilir. Namaz ise icmaen Arapça olarak namaz kılması gerekmektedir. Ama dualar Kürtçe olarak yapılması daha uygundur. Çünkü kulun Allah’tan ne isteyeceğini bunu ancak, kendi anadiliyle arz edebilir.
Sekiz yılımızın bir cilde sığdığı Kürtçe Kur'an meali
Hocam, hangi tür eserleri yazmakla ya da Kürtçeye çevirmekle başladınız? Kürtçe çeviri dünyasını Türkiye’de nasıl bir durumda görüyorsunuz? Sizin veya diğer emek verenlerin, Kürtçe dini eser çalışmalarında ne tür zorluklar ya da engellerle karşılaştığınızı sormak isterim. Bu alanda dünden bugüne değin nasıl bir seyir izlenmiş acaba?
Kürtçe dini kitaplar veya Kürtçe çeviriler üzerine yayınladığımız eserlere ilişkin yaşadığımız zorluklar ve engelleri birçok kişi gibi ben de benzer bir şekilde yaşadım. Bu yüzden biraz kişisel olarak yaşadıklarımızdan yola çıkarak anlatacağım engeller, aslında genelin de yaşadığı engeller olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Demin bahsettiğim birkaç arkadaşla çıktığımız bu yola ilkin Yusuf el-Karadavi’nin “Alimün ve Tağiye (Bir Âlim ve Bir Tağut)” eserini Arapçadan Kürtçeye çevirmekle başladık. Sonra bir iki arkadaş, Ebubekir el-Cezairi’nin soru-cevaplı akaid kitabını Kürtçeye çevirdiler. Maddi imkânları olmadığı için bunu baskıya veremediklerini ilettiler bana. O dönem Malatya’da imamlık yapıyordum. Bu Kürtçe kitabın masraflarını bulacağımı taahhüd ettim kendilerine. Başka bir nedenden dolayı, alacaklı olduğum birinden para gelecek düşüncesiyle bu taahhüdü verdim. Aradan uzun bir süre geçmeden O borçlu kişi, beklemediğim bir zamanda borcunu ödeyeceğini iletti bana ve bu gelen parayla da, Kürtçe akaid kitabını yayınladık.
Bu çalışmaları görünce, uzunca bir süredir gündemimde olan Kürtçe Kur’an mealini gerçekleştirmeye karar verdim. Kürtlerin kendi anadilleriyle dinlerinin ana kaynağı olan kitabı çevirmekle hem gençlerin hem de yetişkinlerin bundan faydalanacaklarını düşündüm. Arkadaşlarım olan Mele Seid Girdarî ve Mele Muhemmed Bêrkevanî ile birlikte 2000 yılında Kürtçe Kur’an meali çalışmasına başladık. 2008 yılında da Kürtçe meali baskıya hazır hala getirdik ve “Qur’an’a Piroz Û Wergera Wateya Wê Ser Zîmanê Kurdî” ismiyle tüm imkânsızlıklara ve zorluklara rağmen yayınladık. Bu sekiz yılımızı bir cilde sığdırmak demekti. Diğer iki arkadaş işsiz idi ve düzenli bir gelirleri yoktu, içlerinde en zengin olanı bendim. Zenginliğim de emekli maaşımlığımdan ibaretti. Buradaki zorluklardan birkaç örnek vererek, ne denli bir süreçten geçtiğimizin özelde genç kuşaklar tarafından bilinmesini isterim. Herhangi bir karşılık almak için değil. Zaten biz bu yola, medrese eğitimimizin bir tür karşılığını vermek ya da vefa borcunu ödemek için yola çıkmıştık. Diğer iki arkadaş İstanbul’da yaşıyordu, ben ise Malatya’da. Meal çalışması için bazen üç ay İstanbul’da kaldığım oluyordu. Üç öğünümüz genellikle çorba idi. Cebimde 50 lira ile İstanbul’a gittiğim zamanlar olmuştu.
Daha başka zorluklara girmeden bu faslı geçip, sekiz yılın sonunda çalışmamızı bitirip, bunun basımını nasıl yapacağımız gibi dev bir sorunla karşılaştık. Birkaç zengin Kürt iş adamına gittik, sanırım çekindiklerinden dolayı bu işe el atmadılar. Ardından Kürt sorununa duyarlı ya da Kürtçeye önem verdiklerini düşündüğüm dini hassasiyetleri olmayan, yurtsever kimi çevrelere bu meal çalışmamızı sunduk. Para ve kâr istemediğimizi, sadece basımının yapılmasının bizim için yeterli olduğunu ifade eden tekliflerde bulunduk. Hatta yeter ki basılsın da tüm telif hakları sizin üzerinizde olsun teklifini de götürmüştük. Tüm uğraşılara rağmen, bu tekliflerimize bazıları “Kürtçe olması güzel ama biz dini eserler yayınlamıyoruz” şeklinde cevaplar aldığımız için, Kürtçe meal çalışmamızı yayınlatamadık.
Kürtçe meal çevirisini yaptığımız arkadaşlarla “Bin yıldır kardeş olduğumuzu sürekli bize hatırlatan” kimi dini hassasiyetli Türk kardeşlerimizi bu çalışmamızı götürmeye karar verdik. Gittiğimiz bu çevrelerle görüşmelerimizde, içinde kardeşliğe bolca vurgu yapılan uzun konuşmalardan sonra özetle söylemek gerekirse şu tepkilerle karşılaşarak umduğumuzu bulamadığımızı söyleyebilirim. Tepkiler şunlar idi: “Şimdi bunun sırası mı kardeşim” “bu da nereden çıktı” “bu zamanda Kürtçe ile bunu yayınlamak, memleketi gereksiz gerginliğe, tartışmalara ve hatta bölmeye götürür” şeklinde aldığımız cevaplara bir de surat asmalar, soğuk karşılamalar, yüz ekşimeleri, kem gözlü bakışlar, isteksiz isteksiz görüşme seanslarını de yaşadığımızı not olarak düşmek isterim.
Yayına hazırladığımız eseri, basmakta kararlı olduğumuz için bir de dini hassasiyetli Kürt çevrelerine gitmeye arkadaşlarla beraber karar verince, bu minvalde birkaç görüşmeler yaptık. Detayına girmeden kısa geçecek olursam, buradan da umduğumuzu bulamadık. Umduğumuzu bulamayınca da iş başa düştü seçeneği elde kalmıştı. Tüm masrafları kendimizin karşıladığı bu Kürtçe Kur’an meali, baskı parasının bir kısmını borçlanarak ve diğer kısmını taksitlerle, 3000 adet olarak bastık. Bastık da, tüm bu zorlu süreçte iki arkadaşım artık bu yola devam edemeyeceğini, bir daha baskıya verme konusunda pes ettiklerini belirterek çekildiler ve yalnız başıma kaldın. Tek başıma 3 yıl boyunca tekrar üzerinde çalışarak, Kürtçe Kur’an meal çalışmasını gözden geçiren bir süreci yaşadım. 2011 yılında bitirdikten sonra, emekli maaşımla 3000 adet daha bastırdım. Baskının bir kısmını diaspora Kürtlerinin daha duyarlı olacağı düşüncesiyle kimi Avrupa ülkelerine gönderdim. Oradan da beklenilen destek gelmedi maalesef. Baskı masraflarını tam yedi yıllık süre içinde, 2018’de kendi imkânlarımla ancak ödeyebildim. Tüccar olamadığımız için, bu işleri de beceremiyorduk bir türlü. Ticareti beceremiyorduk ama hala medreseden aldığımız o halis niyetlerle bir tür vefa borcumuzu ödemenin peşine düşmüş saf ama romantik insanlardık.
"Kürtçe; fıkıh, tefsir, akaid, hadis, siyer ve takvim yayınladık"
Bu arada sizden önce Abdullah Varlı’nın bildiğim kadarıyla Kürtçe Kur’an meal çevirisi vardı değil mi hocam?
Evet, Abdullah Varlı’nın vardı. Bir de benden önce Silvanlı Muhammed Garisî’nin de Kürtçe Kur’an meal çevirisi vardı. Muhammed Garisî Silvan’da halen imamlık yapan bir zat.
Kürtçe Kur’an meal çalışmanız dışında başka hangi çalışmalara imza attınız?
İslam’ın temeli olan, Tevhid kavramını işleyen “Tewhîd: Bingehên Baweriya Îslamê” isminde Kürtçe bir kitap yayınladım. Özellikle hurafe ve bidatlerden arınmış bir din anlayışına sahip olmak için, bu kitabı çok önemsediğimden yayınlamayı kendime bir borç bildim. Ardından Prof. Dr. M. Salih GABORÎ’nin “Kader” ismindeki eserini “Qeder” ismiyle Kürtçeye çevirdim. Sonra “Qûtê Axretê: Pêdivîya her Kurdê Musilman” isminde olan “Ahiret Azığı: Her Müslüman Kürdün İhtiyacı” eseri çıkardım. Bu kitabı okuyanlardan çok güzel tepkiler aldım. Bunların dışında Hindistan’da bir İslami cemaatin Hz. Muhammed’in hayatını kitlelere tanıtmak için yaptıkları bir siyer(Hz. Muhammed’in hayatını anlatan kitaplara verilen isim) yarışmasında birincilik ödülü almış olan Sefîyurrahman Mübarek el-Fûrî’nin siyer kitabı olan “er-Rehîq el-Mextûm” (saf, kapağı açılmamış nektari) M. Emin ULUTAŞ isimli hocaya Kürtçe çevirmesini sağlayarak, yayınlattırdım. Benim tercüme etmediğim ama tashihini, editörlüğünü yaparak baskısını ve yayınlanmasını sağladım. Ali el- Qahtanî’nin “Hısnul Müslim” ismindeki dua kitabını “Kela Mirovê Misilman” ismiyle Süleyman Kurşun hoca ile birlikte Kürtçeye çevirdik. Süleyman Hoca çok iyi derecede Kürtçe ve Arapça bilen âmâ bir âlimdir. Kur’an ve Hadislerde yer bulmuş bu dualar, kısa, öz ve çarpıcı olduklarından Kürtçe çevirisi diğer nesir yazılarına göre daha zordur. Bu yüzden Kürtçe cümle kurulumu benden daha iyi olduğunu düşündüğüm Süleyman Kurşun hoca ile çevirmeyi uygun gördüm.
Ünlü Hadis âlimi İmam Müslim’in “Sahih Müslim”in Muhtasar Sahih el-Muslim” (Sahih-i Muslimin kısaltılmışı) isimli hadis kitabının Kürtçe çevirisini yeni bitirdik. Suriyeli Kürt bir hocaya da “tashihi mana” (Hadis’in manasının doğru olup olmadığını) incelemesini verdik, tamamladıktan sonra bu eseri de inşallah Kürtçe olarak yayınlayacağız. Sahih-i Buhari’nin kısaltılmış şeklini de tekrar gözden geçirerek yeniden basımını gerçekleştireceğiz. Son olarak kısa bir tefsir üzerinde (üç cilten fazla olmamak şartıyla) çalışmamız var ve inşallah bunu da Kürtçe’ye çevirmeyi planlıyoruz. Daha yeni başladık, Allah ömür verirse iki yıl zarfı içerisinde onu da yayınlamayı planlamalarımıza aldık. 4-5 senedir çıkardığımız “Salnameya Bang” isminde Kürtçe takvimi de yayınladığımızı belirterek, sorunuza cevap vermeye çalışmış olayım.
İslami ilim dalları olan Tefsir-Meal, Fıkıh, Hadis, Akaid alanında bir çok eseri Kürtçe yayınlamışsınız ama bu eserler neredeyse bilinmiyor ya da çok az ilgilisi tarafından takip ediliyor değil mi hocam?
Evet, maalesef bu tür eserlere gereken değerin ve desteğin verildiğini söyleyemem. Bu biraz Kürtçe’ye yönelik engellerden, biraz önyargılardan çoğu zaman da Kürtlerin bizatihi kendilerinin kendi anadillerine sahip çıkmamalarından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Ama buna rağmen biz, bu yolda çalışmalarımızı sürdürmekte kararlıyız. Belki ileride bir gün birileri bu mirası devralarak, bu geleneği sürdürür ve ileriki kuşaklar bundan istifade ederler.
"Kürtler, Kürtçe yayınlara ve dillerine sahip çıkmıyorlar"
Sizin yaptığınız bu tür çalışmalara benzer Kürtçe dini eserler; Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şırnak, Ağrı, Van gibi bölgemizin diğer şehirlerinde de yapan kimseler var mı acaba? Bu alanda bir mesafe katedildiğini düşünüyor musunuz? Bu sahada çalışanların sayısı çok mu? Yıllarca bu sahada çalışan biri olarak nasıl bir tablo oluşmuş bu alanda?
Diyarbakır’da, Mardin’de, Kızıltepe’de, Van’da, İstanbul’da, Bursa’da vs…. bu alanda çalışmaları olan medrese hocası, alim, akademisyen, sivil bir çok kişi olduğunu söyleyebilirim. Sadece bir iki örnek vermekle iktifa edeyim. Çünkü sohbetimizi bu isimlerle boğmak istemiyorum. Van’da yaşayan Siirt Eruhlu Mele Salihê Dihî isimli medrese hocası Buhari ve Müslim’e ait yaklaşık 8 bin hadisi Arap alfabesiyle Kürtçe’ye tercüme eden bir çalışmaya imza attı. Bursa’da buluna Seyda Mele Muhemmed Şöşki, 6 ciltlik “Ronahiya Qelban” adında Kürtçe bir esere imza atmıştır. Bunlar gibi onlarca isim var ama pek duyulmuyor ya da bilinmiyor. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu tip dini eserleri Kürtçe yazabilecek ya da çevirebilecek büyük bir potansiyelin olduğunu söyleyebilirim. Ama her nedense elini taşın altına koyanların sayısı çok az. Bu bir yere kadar anlaşılabilir bir şey. Elini taşına altına koyulmamasının nedenlerine ilişkin söyleyebileceğim ilk şey, bu tip yayınların bir karşılığının olmadığına olan inancın varlığıdır maalesef. İkincisi, Kürt Dili, Edebiyatı, Dilbilgisi, Editörlüğü, Redaktesi vs boyutunda yetişmiş ve deneyimli insan sayısı çok az. Az olmasına karşın arkadan yavaş da olsa bir kuşağın geldiğini söyleyebilirim bu hususta. Üniversitelerde ve sivil hayatta çaba gösterenlerin az da olsa ortaya çıktığını gözlemliyorum. Üçüncüsü bu alanda kitap çıkarmak isteyenlerin mali sıkıntılarından dolayı yayınlatamamaları gerçeği var. Bir diğer neden Türkçe kitaplar gibi bir ağa, network’a veya çevreye sahip olamamayı da eklemek lazım. Tüm bunların içinde benim gördüğüm en önemli nedenin Kürtlerin bu tip yayınlara ve Kürtçeye sahip çıkmayışlarıdır. İstek var, eğilim var ama bu somut bir desteğe dönüşmüyor maalesef.
"Anadilimizdeki bu eserler bir gün insanlığın hizmetine sunulacaktır"
Kürtlerin sahip çıkmayışlarını neyle izah ediyorsunuz?
Zengin Kürtlerin bu konuda gereken desteği vermediklerini görüyorum. Bir yere kadar bunu da anlayabiliyorum. Malının-mülkünün kaybedilme riski ile karşı karşıya kalacağını düşünüyor ve insani bir refleks olan korkuya düşüyor. Bunu yaşadığım şu örnekle somutlaştırmak istiyorum. İstanbul’da kendisine başvurduğum zengin bir Kürt iş adamı ile aramızda geçen şu konuşma, çarpıcı olduğu için anlatmak isterim:
“Ona dedim ki elimizde Kürtçe’ye çevirdiğimiz bir Kur’an Meali var, bize destek ol, onu baskıya verelim ve yayınlayalım.
Bana dedi ki: Elimde kalmadı, hepsini dağıttık.
Bende şunu dedim: Bize vereceğin senin bir aylık çekirdek parandır. Fazla istemiyoruz. Cevabı ise, veremem oldu.
Sonra şunu ilettim kendisine: Bak seni anlıyorum. Korkuyorsun ve sana hak veriyorum. Ama inan ki hiç kimseye senden bahsetmeyeceğiz.
Zengin iş adamının cevabı şu oldu: Seydayê min (hocam)! Sana zekât düşer mi? Ne kadar istersen sana verecem.
Ona dedim ki: Ben zekat için kapına gelmedim diye cevap verdikten sonra,
Ben, buraya bir hizmet için geldiğimi, bir vefa borcunu yerine getirmek için buralarda olduğumu, emekli bir maaşımla ayağımı yorganıma göre uzattığımı içeren sitemkâr bir konuşma yaparak, kendilerinden müsaade isteyip o ortamdan ayrıldım.
Zengin olmayan Kürtler ise Kürtçe eserlerin olmasına seviniyor, çok da istiyor ama o da elini taşın altına koymuyor. Akademik alanda çalışma gösterenlerin ise, çok ama çok azı hariç geneli akademik kariyerlerine ve geleceklerine halel gelmesin diye gereken çabayı ve desteği vermekten uzak duruyorlar. Kürt sorununa duyarlı olan bilinçli kesimlerden dindar olan çevrelerin ise, Nûbihar gibi örneğin bu çalışmalara çok destek verdiler. Sol ve yurtsever olduğunu ileri sürenlerin ise Kürtçe diline hizmet veriliyor olmasından dolayı sevindiklerini ama dini tarafından dolayı da çekince koyduklarını bizatihi gözlemledim. Hülasa, ekonomik kaygılardan akademik çekincelere oradan da politik gerekçelere kadar birkaç gerekçelerden ötürü Kürtlerin sahip çıkmadıklarını söyleyebilirim. Bu kaygıları gidermenin yolunun da korkularını aza indirgemiş ya da korkusuz kişi ve çevrelerin olması halinde bunu aşacağımızı düşünüyorum. İnsanlar biraz da esen havaya göre hareket ediyorlar. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, eninde sonunda anadilimiz üzerine bu eserlerin insanlığın hizmetine sunulacağına olan inancımı hiçbir zaman kaybetmedim.
"Tüm badirelere rağmen Diyanet tarafından Kürtçe Kur'an mealimiz yayınlandı"
Bildiğim kadarıyla sizin Kürtçe Kur’an-Meal çevirinizin bir de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılma süreci ve badireleri var. Bize bu süreci anlatabilir misiniz?
Çözüm süreci döneminde, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ, Kürtçe Kur’an Meali yayınlama düşünceleri olduğundan, bu alanda uzun yıllar emek vermiş Nûbihar dergisine ellerinde var olan ve bildikleri Kürtçe meallerin isimlerini talep etmiş. Nûbihar dergisi veya çevresi de dört meal çalışmasını Diyanet İşleri Başkanlığına sunmuş. Bunlar Abdullah Varlı’nın Kürtçe Kur’an Meali, Muhammed Garisî’nin Kürtçe Kur’an Meali, Muhammed Hekkarî’nin Kürtçe Meali ve bizim Kur’an Meali çalışmamızı ilettiler. Diyanet İşleri Başkanlığı kararını bizim M. Seid Girdarî ile M. Muhemmed Bêrkavanî ile yaptığımız Kürtçe Kur’an Mealini basımında karar kıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kararı sonrası davet edildik ve kendilerine bu çalışmamızın sürecine dair bir sunum gerçekleştirdik. Sunum bittikten sonra yayınlardan sorumlu koordinatör, Kürtçe Meal’in, Diyanet’in bastığı Türkçe Meali baz alarak yapılmasını dillendirdi. Görüşmemiz süresince iki üç defa Diyanet’in bastığı Türkçe Meal’in baz alınmasına değinince, kendilerine bir dilden başka bir dile çevirinin zaten motamot olamayacağını, ikinci bir dilden Kürtçe’ye çevrilmesi halinde bunun aslından daha da uzaklaştıracağını bir nevi çevirinin çevirisini yapmakla amacın hasıl olmaktan uzaklaşacağını hem teknik hem de mahiyet olarak izah etmeye çalıştım. Arapça bilgi ve gramerimizin iyi olduğunu karşı tarafa bir takım örnekler vererek ikna etmeye çalıştım. Çeviri ekibinden M. Seid Girdarî’nin Arapça bir gramer kitabının olduğunu da belirtim. Bu konuda yeterliliğimizi fark etmiş olacaklar ki, basımın telif ve yayın hakları kısmına geçildi. Bu konuda içeriğine şu anda girmek istemediğim konuşmalardan sonra Diyanet İşleri başkan Yardımcısı danışmanı Abdürrezzak ATEŞ’e “Telif hakkı istemiyoruz, ücret istemiyoruz. Hatta üzerine size para da veririz ama yeter ki Kürtçe basımını yapın” şeklinde yarı ciddi yarı sitemkâr yarı da şaka yollu bir cevapta bulundum kendilerine. Sonra bizi kimi hemşehrilerimize ve yakınlarımıza araştırıp sormuşlar ve sonunda olumlu kanaatleri olmuş olacak ki, basacaklarına dair bize dönüş yaptılar. Ardından Mehmet GÖRMEZ Bey, Arapça harfleriyle bir Kur’an Meal çalışması talep etti benden. Kendisine gerekli bürokratik ve mali desteği sunmaları halinde, bu çalışmayı yapacağımı ilettim ve çalışmayı bitirip Arapça Meali Diyanet’e teslim ettim. Sözkonusu meal, 2016 yılında basılarak piyasaya sunuldu.
Diyanet tarafından basılan Kürtçe Kur’an Meal çalışmanıza yönelik tepkiler nasıl oldu? Olumlu veya olumsuz ne gibi dönütler aldınız?
Bana gelen dönütlerde epeyce okunduğunu, rağbete mazhar olduğunu gördüm. Gelen dönütlerden bazıları ise, Kürtçe çevirideki kimi hatalara dair idi. Bazı medreselerde bu meal çalışmasının derslerde okutulduğunu öğrendim. Avrupa’nın kimi ülkelerinde de oldukça olumlu karşılandığını ve rağbet gördüğüne dair telefon ve mail dönütleri aldığımı söyleyebilirim.
Çözüm süreci dönemi olan 2013-2015 yıllarında ve sonraki dönemlerde acaba Diyanet İşleri Başkanlığı Kürtçe dini eserleri yayınlamaya devam etti mi yoksa bu çalışmalar kesildi mi?
2015 yılında Van 100. Yıl Üniversitesi’nde Doç. Dr. Abdülhadi TİMURTAŞ Hoca’nın hazırladığı Siyer kitabı olan “Pêxemberê Alemê Hezretî Muhemmed” isimli eseri Diyanet İşleri Başkanlığı Kürtçe olarak bastı. Benden talep ettikleri “Kısa tecvit bilgileri ve Kürtçe Elif-Ba”yı ise, O dönemde Diyanet basıp, kamuoyuna sundu. Bunun dışında kimi başka çalışmalar olmuştur ama ben sadece bunları biliyorum.
"Kürtçe eserlerde Nûbihar Yayınevi, derin bir iz bırakıyor"
Dini olsun veya olmasın Kürtçe kitap yayınları ne durumda şu anda? İstanbul veya Diyarbakır’da varolan yayınevlerinin bu alanda Kürtçeye verdikleri hizmetleri hangi seviyede ve aşamada görüyorsunuz?
Bu alanda hakkını öncelikle teslim ve takdir edilmesi gereken kurum ve yayınevi olarak Nûbihar’ı anmam gerekiyor. Bildiğim kadarıyla 1990 yılların başından bu yana hem dergi, hem de bolca kitap yayınlamaları vesilesiyle ciddi manada iz bıraktıklarını düşünüyorum. Sol veya Kürt realitesine sahip çevrelerin yayınlarının en az Nûbihar kadar olduğunu düşünüyorum. Avesta yayınlarını da burada zikretmek gerekiyor. Avesta’da Kürtçe kitap ve yayınlar konusunda hatırı sayılır bir külliyata imza atmıştır. Bu ve bunun gibi yayınevleri veya kurumlar çözüm süreci bitiminden sonra sıkıntıları ve engellemeleri yaşasalar da, bu alanda vazgeçme gibi bir davranış içine girmediklerini gözlemliyorum, yaşadıkları tüm sıkıntılara rağmen. İsimlerini burada anmadığım diğer yayınevleri de çokça kitapların yayımını üstlenmekle büyük fedakârlıklarını hala sürdürmektedirler.
Kürtçe dini eser veren veya bu alanda hizmetleri olan isimlerin yıllık buluşma gerçekleştirmeleri, sempozyom veya kongreler düzenlemeleri gibi çabaları ya da deneyim ve çalışmalarını birbirlerine aktarımlarını içeren yıllık toplantılar vs gibi girişimleri var mı? Yoksa kopukluk mu sözkonusu kendi aralarında ne dersiniz?
Devasa ve ümitvar olacak şekilde olmasa da küçük çaplı buluşmalar ve biraraya gelmeler zaman zaman olmaktadır. Fakat bunun sistemli ve düzenli olduğunu söyleyebilecek durumda değilim. Kimi medrese âlimleri olan dernek veya inisiyatifler zaman zaman buluşmalar yapsalar da sizin bahsettiğiniz çapta sivil, akademik ve medrese hocalarını da içeren çapta buluşmalar, yıllık toplantılar şeklindeki çalışmalara en azından ben şahit olmuş değilim. Kimi Üniversiteler; konferans, sempozyum yapıyordur ama sizin bahsettiğiniz sivil alandakilerin buluşmalara dair bir bilgim yok.
"Kürtçe dini eserler konunsunda ciddi bir mesafe alındı"
Osmanlıdan bu yana Melayê Cizîrî, Ehmedê Xanî vb gibi Kürdistan coğrafyasında yetişmiş medrese âlimleri ve edebiyatçıların Kürtçe yayınladıkları dini eserleri düşündüğümüzde o dönemden bugüne değin bir ilerleme mi kaydedildiğini düşünüyorsunuz yoksa bir gerileme mi görüyorsunuz?
Bahsettiğiniz dönem ile kıyaslandığında, şu anda büyük bir gelişme olduğunu veya bir ilerleme katedildiğini düşünüyorum. Melayê Cizîrî ve Ehmedê Xanî gibi ünlü şahsiyetlerin bugüne kadar gelen eserlerine bakıldığında şimdiki yayınların bu denli nitelikli olup olmadıkları tartışılabilir ama çokça eserlerin olduğunu söyleyebilirim. Devletin engellemelerine ve Kürtlerin yeterince sahip çıkmamasına rağmen, kör topal da olsa bir ilerleme kaydedildiğini düşünüyorum. Buradan bir geriye dönüşün artık olmayacağını, mali, siyasi ve psikolojik tüm engellere rağmen daha da ileri bir seviyeye dönüşeceğine inanıyorum bu yayınların.
© The Independentturkish