I- Kürt sorunu geldiği noktadan nasıl çıkar?
Epey bir zamandır Kürt sorunu tartışılmıyor, sanki hiç yokmuş gibi davranılıyor. İzmir'de işlenen cinayet nedeniyle tekrar alt perdeden de olsa konuşulmaya başlandı.
Yaşanan birçok sorunun şu ya da bu şekilde bu sorundan kaynaklandığı bilindiği halde bilmezden geliniyor. Nitekim son günlerde ortaya saçılan mafyozi (mafya-siyaset-devlet) ilişkilerin temel nedeni bu sorundur.
Bu perde arakasında, beka, vatan ezan denilerek her türlü kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, siyasi suikastlar yapılıyor, cinayetler işleniyor.
Topluma da sürekli bu bahar olmasa diğer bahar kökünü kazdık, bu sorun bitti denerek yıllardır ölü sayıcılığı ile sorunun bitirileceği söyleniyor. Bunlar gerçekleri yansıtmıyor, sadece günü kurtarmaya çalışanların boş sözleri.
Sorun orda durmaya, can yakmaya devam ediyor.
Gerçek ne?
Gerçek, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu Kürt sorunu bütün sorunların ana "nirengi" noktasını oluşturmakta ve can yakmaya devam etmekte olduğudur.
Bu sorun tahlil edilmeden ve çözülmeden diğer sorunlar yaşadığımız sorunlar doğru ve kalıcı çözümlere kavuşturulamazlar:
Bu sorundan kaynanklanan meseleler çözülmediği için Türkiye bugün Suriye batağında ilerliyor, mafya ile cebelleşiyor, sistem tıkanıyor, siyaset kirleniyor, içerde kamplaşma ve kutuplaşmalar oluşuyor, her türlü vesayetçi heves hortluyor.
Olayın özü şudur:
Kürtler, Türkiye'nin temel bir gerçeği olmasına rağmen resmi ideoloji bu gerçeği 70 yıl inkar etmiş. "Kürt yok; herkes Türk'tür" demiş; ancak gelinen noktada, birçok zikzaktan sonra, bu sefer de "Terör sorunu var, o yüzden çözülecek bir Kürt sorunu yok" denilerek sorunun üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
İktidar, FETÖ darbe girişimi sonrası, MHP ve Avrasyacı kliklerle yaptığı "mecburi koalisyon" neticesinde güvenlik politikalarına yönelmiş, sorunun barışçıl yollarla çözümü iyice unutulmaya terkedilmiştir.
Ne kadar çok ölüm o kadar az çözüm!
Dün nasıl sorunu sadece güvenlik politikalarıyla çözerim diyenler yanıldılarsa; sadece yanılmayla kalmayıp bu sorunun büyümesine neden oldularsa, bugün aynı yöntemle sonuca giderim diyenler aynı derecede yanılmakta; sadece yanılmayla kalmayıp sorunu çözümsüzlüğe doğru itmektedirler.
O halde bir gerçeği artık kabul etmek durumundayız: Türkiye'de Kürt sorunu ve bu sorundan kaynaklı problemler hala bütün şiddeti ile sürüyor ve bu sorun statükocu anlayış ve güvenlikçi bakışla çözülemez.
Artık sorunu öldürme diyalektiğinden çıkarmak gerekir. Bir asrı aşkındır bu sorundan kaynaklı ölümler ne zaman sorunu çözdü ki şimdi de çözsün.
Herkes bu yaklaşımın sorunu çözmediğini bilmiyor mu? O halde bazı şeyler bile bile mi yapılıyor?
Güvenlik ve baskı politikaları belki birilerinin cebini doldurabilir ama halkın aidiyet duygularını zayıflatmaktan ve çözümü daha da zorlaştırmaktan başka işe yaramaz.
Ölmeyle, öldürmeyle bu sorun çözülemez. Aksine ne kadar az ölüm o kadar çok çözüm demektir. Tersi de söz konusu: Ne kadar çok ölüm o kadar az çözüm demektir.
Temel gerçek ise daha can alıcı; Türkiye Kürt sorununu çözmeden yoluna devam ederse; gelişmiş modern ve demokratik ülkeler kervanına katılamaz.
Güvenlikçi yaklaşım terkedilmeli
Yukarıda vurguladık; bugün devlete hâkim bakış açısı, militer bir yönelim ile bu sorunun askeri ve güvenlik politikalarıyla "kökünün kazınacağı" yönündedir.
Bu yöntem 1979'da sıkıyönetimle başladı, 1984'ten sonra PKK'nın ortaya çıkmasıyla 1992'de barış arayışı ve 93'te Özal'ın ölmesi ya da öldürülmesiyle akamete uğradı.
Demirel ve Çiller'in devletçi ve güvenlikçi politikaları birtakım zikzaklara sürdü. Mesut Yılmaz'ın "AB yolu Diyarbakır'dan geçer" söyleminin altı doldurulmadı.
AKP "hukukla çözeceğim" dedikten on yıl sonra bundan vazgeçti, askeri çözüm lehine "iktidar kalmasıyla" sonuçlanan bir sürece kaydı.
1979'da doğan bir çocuk şimdi kırklı yaşları yaşıyor. Düşünsenize, böyle bir kişi neredeyse 21 yılını olağandışı idarelerle, sıkıyönetim ve olağanüstü hal yasaları ve baskıları altında geçirmiştir.
2002'de Kürt Sorununu çözme vaadiyle iktidara gelen AKP ise her seçim öncesi bu konuda çıtayı yükselterek seçim kazanmış, ancak her seferinde "...çözüyormuş gibi" davrandığı halde hiçbir zaman tam olarak sorunu çözmeye yanaşmamıştır.
Peki. ne oldu?
AKP, bu sorunun siyasi rantını yedi ama siyasi çözüme gitmedi, sonuçta o da diğerlerinin yaptığı hataya düşerek sorunu askere ve güvenlik politikalarına havale etti.
Peki, ne olacak?
Şunun görülmesi lazım: Sorunu askere havale ederek "çözerim" diyen mantık mutlaka değişmeli. Geçmiş deneyimlerden de görüldüğü gibi bu yaklaşım sorunu çözemediği gibi (ısrarla görülmek istenmeyen) başka iki şeye neden oldu:
Daha fazla kan ve daha fazla gözyaşına neden oldu; sorunun çözümünü daha da ağırlaştırılmasına ve içinden çıkılmaz bir hale getirmesine yol açtı.
Buna rağmen, geçmişte bir Türk-Kürt kavgası yaşanmadığı gibi, bir iç çatışma ve kaos da olmamıştır. Ama korkarım ki, şimdi uygulanan politikada ısrar, bizi böyle bir noktaya götürrbilir.
Bunun yerine, sorunu sadece PKK ile askeri mücadeleye indirgenmeden, ortak akılı devreye sokup çözebilir. Toplum artık yeter diyor.
Artık ölüm, cenaze, gözyaşı istemiyor. Üstelik ülke sonsuza kadar bu sorunla yaşayamaz. Bu zorlamalarla bunu yaşamaya kalkıştığında ise şöyle bir tablo ile karşı karşıya kalmaktadır.
Bütçesinin önemli bir kısmı her yıl savunma giderlerine ayırmakta; çatışmalar bölgenin iç dinamiklerini ve ulusal zenginlikleri, köylerini, kasabalarını, kentlerini, ormanlarını, topraklarını, hayvanlarını ve hatta insanlarını yok etmekte; devlet, çözemediği sorunun çözümünde, koruculardan medet ummakta, koruculuğu yaygınlaştırmakta, bunu yaparken hem sorunu besleyen çağdışı kurumları korumakta ve geliştirmekte hem de iç barışı sağlayacak toplumsal dengeyi dinamitlemektedir.
Yanısıra uluslararası arenada insan hakları konusunda zor durumlar yaşanmakta, Türkiye söylemde çağdaş dünya (Avrupa) ile entegre olmayı istediği halde bunu kendi elleriyle engelleyen bir düalizme (ikiciliğe) düşmektedir.
Öte yandan demokratikleşme şartını terör engeline bağlayarak ülkenin iç dinamikleriyle (Kürtlerin Türklerle, Alevilerin Sünnilerle, işçinin işverenle, laiklerin İslamcılarla ve bugünün geçmiş tarihle) barışması engellenmektedir.
Suriye önemli bir çıkış noktası olabilir
Şimdi de Suriye'de yanlış politikaya bir yenisini ekleyerek birçok bahaneyle, tarihsel ve akrabalık bağlarından ötürü koruyup kollaması gereken ve Suriye'de ancak bu yolla etkin olması olası, Kürtleri karşısına alarak kazanımlarını sönümlendirmeye uğraşmaktadır.
Bu politikayla sadece Suriye'deki Kürtleri kaybetmekle kalmamakta aynı zamanda Türkiye'deki Kürt sorunuda tehlikeli bir çıkmaza (çatışmaya) sürüklemektedir.
Sonuç itibarıyla bugün devleti yönetenler sorunu çözememektedir. Bu yaklaşım, yöntem ve anlayışla çözmeleri de mümkün değil.
Çünkü bu politikla ve uygulamalar toplumu temel uzlaşı noktalarında germekte, toplumsal dokunun zedelenmesine ve uzlaşı ortamının ortadan kalkmasına neden olmakta, siyasi çıkarlar uğruna kutuplaşmayı körüklemektedir.
Bu yol yol değildir. Sorunu çözmek için uygulanan yöntemler çözümün değil sonuçta sorunun bir parçası haline geliyor. Eninde sonuda çözülcekse bu sorun, o taktirde olan bu arada heba olan değerlere olacaktır.
O halde bilinç ve sorumluluk sahibi siyasetçiler, sorunu tekrar gündemlerine alarak, zaman kaybetmeden Türkiye'nin birçok sorunu yanında bu sorunun gerçekçi çözümüne talip olmalıdır.
II- Kürt sorunun bu hale gelmesi kimsenin yararına değil
Gündüz gerçeğe gözünü kapatan dünyayı sadece kendine gece yapar
Peki, bir türlü çözülemeyen Kürt sorunu neden hala kanamaya devam ediyor. Üstelik de darbe girişimi sonrası sanki hiç yokmuş gibi davranılarak...
Oysa bugün yaşanan mafya-siyaset-devlet ilişkileri bu sorunun ortaya çıkardığı bir netice değil mi?
Kürt sorunu çözülmeden gerecek bir demokrasi gelebilir mi?
Demokratik bir ortamda ise mafyozi ilişkiler yaşayamaz, bu kadar basit. Bu gerçek bugün görmezden gelinerek yol alınmaya çalışılıyor.
Güvenlik politikalarıyla, sorunu çözeceklerini sananlar ya tarih bilincinden yoksundurlar ya da aslında neyin ne olduğunu biliyorlar ama başka birtakım şeyleri örtmek için böyle yapıyorlar.
Son zamanlarda net bir tabloyu gördük. Vatan-memleket-sakarya hamaseti yapanların, beka beka diyenlerin aslında düşündükleri tek şeyin kendi kişisel bekaları olduğu ayan beyan ortaya çıkmadı mı?
Yazık günah. Bu yaklaşımlar sadece zaman kaybıdır. Çünkü gündüz gerçeğe gözünü kapayan gerçeği yok etmez, sadece gündüzü kendine gece yapar.
Peki, bu göz kapamaca nereye kadar sürecek ve kim sorumlu bundan?
Bu sorunun çözümünden hepimiz sorumluyuz.
Tarihe karşı olan görevimizi yerine getirmek için sorunu bütün çıplaklığıyla tespit etmek; tanımlamak ona göre olanca cesaret ve kararlığımızla çözmek zorundayız.
İnanıyoruz ki Kürt sorununu çözecek parti ve onun öncü kadroları Türkiye'nin geçiş sürecindeki bu kavşak noktasına damgasını vuracak tarihe mal olacaktır.
Bunu başarabilmek için can alıcı iki soruyu sormak ve buna doğru cevaplar vermekle süreç başlatılabilir:
- Çözüm için ne isteniyor?
- Bugüne kadar niye çözülmedi?
Birinci soruya cevap şudur: Kürt nüfusunun büyük çoğunluğunun temel talepleri üç noktada özetlenebilir. Eşitlik, idare siyaseti ve birlikteliğin gücü.
- Birinci talep eşitliktir ki, bu zaten gerçek bir demokrasinin olmazsa olmaz koşulu değil midir?
- Kimliğinin tanınmasını ve bunun gereğinin yapılmasını istiyor ki bunlar sadece siyasi değil aynı zamanda temel insani bir haktır.
- Bölgenin gözden çıkarılarak Türkiye'nin çağdaş ve demokratik bir ülke olmayacağının bilinmesini istiyor. Bu noktada yerel yönetimlerin ademi merkeziyetçi bir anlayışla güçlendirilmesi önem kazanıyor.
Yani Kürtler kendilerini yönetenlere "demokrat olun'', "bize kendi kimliğinizi dayatmayın'', "bizi 'olsa da olur olmasa da tarzında bir kardeş olarak değil ailenin bütünlüğü, refahı ve geleceği için mutlaka olması gereken bir unsur' olarak görün'' diyor.
Bu üç kabule tamam deniliyorsa o zamanda "bunun gereğini yapın'' diyor.
Eşitlik ve dil meselesi sorunun turnusol kağıdıdır
Eşitlik denildiğinde, "zaten eşit değiller mi?" sorusuyla karşılaşılıyor. Netleştirelim ve herkes bunu empati ile düşünsün.
Kürtler diyor ki "hayır eşitlik yok". "Var mı" deniliyor, o zaman "Türk kardeşlerimiz Türk olarak hangi haklara sahipse bizde Kürt olarak aynı haklara sahip olmak istiyoruz, ne bir eksik ne bir fazla..."
Örneğin anadilde eğitim, sadece hukuki değil, aynı zamanda insani ve vicdani bir hak değil mi?
Bu eşitliği, kimlik (ki insanın şerefidir) kabulünü, yönetim mekanizmasını demokratik bir biçimde yasal ve anayasal çerçeveye kavuşturun mesele biter.
Yani, yıllardır süren, katı merkeziyetçi, bürokratik, anti demokratik anlayışını özellikle ve öncelikle dil ve idare siyasetini değiştirin.
Kabul etmek lazım ki; bunlar yüzyıllarca birlikte yaşamış olan bir halk için doğal, haklı ve yaşamsal taleplerdir. Bunlar bölünmeye değil güçlü bir beraberliğin temelini atmaya götüren temel tespitlerdir.
Peki, Kürtler bugüne kadar neden bu sorunu çözemedi
Çünkü Kürtlerin bugüne kadar oluşturdukları oluşumların bir ayağı, Türk ayağı, hep eksik oldu. O nedenle de bütün Kürt girişimleri sonuçta hep tökezledi. Sorunları hep kendi kendilerine anlatmaları bir işe yaramadı.
Aynı şekilde Türklerin de sorunu çözmeye yeltenen hareket ve stratejilerinin Kürt ayağı hep eksik kaldı. Bir adım daha ileriye giderek Kürtler yok sayıldı.
Yoklukla malul, ret ve inkara dayalı olarak sorun çözülmeye daha doğrusu üstü örtülmeye çalışıldı.
O halde şu can alıcı tespit şudur:
Türkiye'de Kürt sorunu yalnız Kürtlerle çözülecek bir sorun değildir. Bu sorun ancak Kürtler ve Türklerle beraber çözülebilir.
Bu noktada yapılacak şey Türkler ve Kürtlerin yanlışlarından sıyrılması ve sorunun çözümü için aynı platformda yer alması, fedakârlık ve feragatte bulunarak ortak bir noktada buluşmasıdır.
Bu sorun var oldukça her iki halkın asla rahat edemeyeceği rahata eremeyeceği bilinmelidir.
Türkiye artık bir yol ayrımında
Türkiye ya sorunlarını çözerek, bütün gücüyle çağdaş, demokratik, hukuk devleti olmaya çalışacak ya da doğuya doğru aralık bıraktığı kapıya yönelerek üçüncü dünyada yer alan İslami devletlerin teokratik rengine bürünecektir.
Çatışma, değişim isteyenler ile istemeyenler arasında cereyan ediyor. Türkiye'nin vereceği kritik karar bu. Bu karar aynı zamanda değişimden yana olanlar ile olmayanların mücadelesi biçiminde cereyan ediyor.
Hiç kuşkusuz halkların yararına olan birinci seçenektir. Yani modern demokratik dünyanın eşitlerinden biri olmaktır. Bu yol benimsendiği takdirde o zaman buna göre kurumları oluşturmak, kuralları geliştirmek gereği vardır.
Gerçek bir demokrasi ile işleyen kurumları olan; insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü tesis eden; farklılıkları teke indirgeme politikalarını terk etmiş, farklılıkları zenginlik olarak gören; halka her yönde kendilerini geliştirme olanaklarını sağlayan yeni bir yapılanma gerekir.
Modern demokratik dünyanın işleyişine ve anlaşmalarına uyan yeni gerçek bir demokratik model. Böyle bir model ancak Türkiye'nin sorunlarını çözmesine yardım edebilir.
Ve ancak sorunlarını çözmüş bir Türkiye çağ atlayabilir...
III- Kürtler ne istiyor?
Bir hak hukuk gündeme geldiğinde, "Kürtler ne istiyor?" diye soruluyor.
"Çocuğunuza Baran ismi de koyabiliyorsunuz daha ne istiyorsunuz" deniliyor.
"Bakan, başbakan, hatta cumhurbaşkanı da oluyorsunuz, niye rahat durmuyorsunuz", deniyor.
Bunların hiçbiri doğru değil, hiçbiri gerçek değil, bunların hiçbiri gerçeği yansıtmıyor.
Gerçek şu: Vergi veriyoruz, askere gidiyoruz, kurtuluş savaşında birlikte savaştık, Çanakkale'de birlikte öldük. Bu ülkenin büyük ve güçlü olmasında büyük katkımız var.
Ama dilimiz yasak, eşit değiliz, bize adil davranılmıyor, diyor Kürtler. Yapılan araştırmalar bunu kahir ekseriyetle net olarak ortaya koyuyor.
Özgür değiliz, kendimizi yönetmek istiyoruz izin verilmiyor. Şehirlerimiz kuşatılıyor, kadınlarımız, çocuklarımız, yaşlılarımız ölüyor. Cenazelerimiz yerde kalıyor…
Göçe zorlanıyoruz, evimiz yıkılıyor, hiçbir şey yapamıyoruz... "Yapmayın... Bu yanlıştır" diye feryat ettiğimizde, "terörist" oluyoruz.
'Bu mu adalet, bu mu kardeşlik, bu mu eşitlik, bu mu birlik?.. Bilen varsa beri gelsin' diye haykırıyorlar.
Kürtler diyor ki;
'Kürtler bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olabiliyor' deniyor, bu yalan, büyük bir yalan. Hiçbir Kürt, Kürt olarak bakan, başbakan olamaz. Bırakın bunları, daha aşağı kademede bile olamaz.
'Ben Kürdüm' dese derhal 'Kürtçülük yapıyor' diye hakkında soruşturma açılır. Sürülür, atılır, hapsedilir... Geçmişte yüzlerce örneği var. Evet, Kürtler her şey olabiliyor.
Ama Kürtler, Kürt olamıyor. Kürtler, Kürt olarak bir şey olamıyor. Artık bu adaletsizlikten vazgeçilmeli. Bu paranoya terkedilmelidir, diyor.
Peki, Kürtler ne istiyor?
Eşit olmak istiyor, tek istekleri bu.
Eşit koşullarda bir arada yaşamayı istiyor. Bir ağaç gibi tek ve hür bir orman gibi kardeşçesine. Kardeşlik nasıl olacak? Kardeşlik boş lafla olmaz. Hukukla olur.
Kardeşlik eşitliği getirmez, ama eşitlik hukuku kardeşliği getirebilir.
Eşitlik nasıl olacak?
Yukarıda söylendi: Madem kardeşiz, Türkler, Türk olarak hangi haklara sahipse; Kürtler de Kürt olarak aynı haklara sahip olmak istiyor ne bir eksik ne bir fazla.
Bunun için yasalar değişmeli evvel emirde. Çünkü yasalar insanları eşit kılacak tek şeydir. Ancak bir şey daha var:
Eşitsizlik yasada olabilir, değiştirirsiniz.
Zihniyette olursa değişmesi zor.
İşte asıl mesele bu zihniyette.
Önce, zihniyet de değişmeli.
Önce zihniyet…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish