İsmail Beşikçi Vakfı araştırdı... Türkiye akademisinde Kürt çalışmaları: Sansür, otosansür, yasak sarmalı

2000’li yıllardan sonra Türkiye’de yaşanan siyasal dönüşümler ve Kürt sorununda şiddet dışı çözüm yollarının gündeme gelmesiyle Kürtlerle ilgili akademik bilgi üretimi ilk defa gerçek anlamda mümkün hale geldi

İsmail Beşikçi Vakfı, üniversitelerde Kürt çalışmalarına yönelik hazırladığı raporda toplumsal barışın bozulması sonrasında Kürt çalışmalarının sekteye uğrama süreçlerini belgeledi. 58 akademisyenle görüşülerek hazırlanan rapora katılımcıların yüzde 63’ü akademik raporlara sansür uygulandığını anlattı. Dicle Üniversitesi’nde Kürtçe tez yazımının yasaklandığına dikkat çekilen raporda, Zazaca eğitim verilen bölümlerde Zazacayı Kürtçeden ayıran bir politikanın uygulandığı öne sürüldü.

İsmail Beşikçi Vakfı Genel Koordinatörü Ayşe Tepe Doğan koordinasyonunda Gülistan Yarkın tarafından kaleme alınan raporda; Kürt çalışmalarının 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye üniversitelerinde kabul gördüğü, 2009 yılından sonra Kürtçe bölümler açılmaya başlandığı ancak tezlerde ve akademik yayınlarda sansürün ve otosansürün devam ettiği belirtildi. Rapora göre; Kürt Çalışmaları Alanı’ndaki akademisyenlerin çoğu, akademik çalışmalarını yürütürken veya derslerde öğrencileri ile fikirlerini paylaşırken hangi fikirlerin ve kavramların devletin kırmızıçizgilerini aşacağını ya da cezalandırılabileceğini, öngörmeye çalışıyor. Otosansürün oldukça yaygın olduğu belirtilen raporda, “sömürge”, “koloni”, “anti-kolonyal” gibi konu ve kavramların tabu olmaya devam ettiği ve çalışmalara konu edildiğinde çeşitli yaptırımlarla karşılaşıldığı ifade edildi.

‘Kürtçeye yapılan muamele ‘yabancı dil’ kategorisinde’

2009 yılında bazı üniversitelerde Kürtçe bölümlerin açılması ve faaliyete geçmesinin Türkiye üniversite tarihi açısından çok önemli bir gelişme olduğu belirtilen raporda şu vurgular yer aldı:

“Üniversitelerde Kürtçe eğitim veren bölümlerin açılmasının Kürt Çalışmaları açısından büyük bir “devrim” niteliği taşıdığı söylenebilir. Öte yandan bu konuya Türkiye akademisi dışından baktığımızda bu gelişmenin Kürtlerin anadilde eğitim talebi başta olmak üzere talepte bulundukları hak ve özgürlüklerin çok gerisinde kaldığını da belirtmek gerekir. Üniversite dönemine kadar anadilde eğitimden mahrum bırakılan, Türkçe eğitim alan ve çoğunluğu Kürtlerden oluşan ve kısıtlı sayıda öğrencinin eğitim aldığı bu bölümlerde eğitim gören öğrenciler, Kürtçe eğitimi Almanca, İtalyanca, Latince gibi yabancı bir dil kategorisinde ve “Yaşayan Diller” adı altında almaktadırlar.”

Kürtçe yükseköğretim alanında ilk defa faaliyete geçen üniversite Mardin Artuklu Üniversitesi (MAÜ) olduğu hatırlatılan raporda, üniversitede Kürt çalışmalarının nasıl bir süreç izlediği özetle şöyle ifade edildi:

“MAÜ deneyimini Kürt Çalışmaları yürütülen ve Kürtçe bölümlerin olduğu diğer üniversite deneyimlerinden ayıran en önemli özellik, ilk rektör, Serdar Bedii Omay’ın iktidar yanlısı muhafazakâr Mardinli yerel dinamikler,- bazı Mardinli esnaf, dernek ve yerel yayın organları- üniversite içindeki bazı gruplar ve YÖK tarafından ihbar ve suçlamalar yoluyla devrilmeye çalışılmış olmasıdır. Mardin’deki birçok muhafazakâr kurum, üniversitenin diğer birçok üniversiteye göre kısmi özerk ve kısmi özgürlükçü politikalarından oldukça rahatsız olur ve üniversite yönetimine karşı kamusal alanda kampanyalar yürütürler. Bu kampanyalar, ihbarlar ve rektörlük ile YÖK arasındaki gerilimlerin ardından ilk rektör henüz diyalog süreci sona ermeden, 2014 yılından görevden alınır ve ilk rektörün yerine gelir gelmez despotik ve baskıcı bir yönetim anlayışını hayata geçirecek olan İlahiyat Fakültesi dekanı Ahmet Ağırakça YÖK tarafından rektör olarak atanır.”

 

Artuklu Üniversitesi’nde ‘buldozer’ dönemi

Raporda MAÜ’de ikinci rektör olan Ağırakça döneminde yaşananlar ise şöyle anlatıldı:

“MAÜ’de çalışmış olan görüşmeciler 2. Rektör Ahmet Ağırakça Dönemi’ni; “gerileme”, “karabasan” ve “karanlık” gibi sıfatlar kullanarak tanımladılar. Bir görüşmeci Ağırakça Dönemi’ni adlandırmak için “Ağırakça bizim üstümüzden buldozer gibi geçti. YÖK hangi dönemde, hangi insanları, nereye getireceğini çok iyi biliyor” ifadesini kullandı. Rektörlük görevine getirildiğinde “Erdoğan’ın temsilciyim” ifadesini kullanan Ağırakça, farklı disiplinlerde çalışmalar yürüten akademisyenlere karşı birçok hak ihlali gerçekleştirmiş ve Serdar Bedii Omay Dönemi’nde oluşturulan akademik kadrolar önemli ölçüde üniversiteden tasfiye edilmiştir. Bu dönemde MAÜ’de çalışan Avrupa kökenli akademisyenler de dâhil olmak üzere birçok yabancı uyruklu akademisyenin işine son verilir.”

Zazaca-Kürtçe gerilimi

Rapora göre Zaza Dili ve Edebiyatı bölümlerinin olduğu Bingöl ve Munzur üniversitelerinde ise, bambaşka sorunlar var. Raporda bu sorunlar şöyle ifade edildi:

“Zazalar ile ilgili tartışmalar inkar ve asimilasyon politikaları kapsamında başlamış ve kendilerini Kürt olarak tanımlayan Zazaların, Kürt olmadığına ilişkin argümanlar üretilmiştir. Bingöl Üniversitesi’nde yer alan Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Jacobson/Ware alfabesi kullanılırken, Munzur Üniversitesi’ndeki Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Zülfü Selcan’ın geliştirdiği alfabe kullanılmaktadır. Sadece iki üniversitede bulunan Zaza Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde iki farklı alfabenin kullanılması, Zazaca alfabede standardizasyonun üniversite yönetimleri tarafından desteklenmediğini ve alfabeler arası farklılıkların/ayrışmaların üniversiteler aracılığı ile derinleştirildiğini açıkça gösterir.”

 Zazaca eğitim veren akademisyenlerin iki ayrı alfabe kullanılmasını devletin “Bingöl’de yaşayan Sünniler ile Dersim’de (Tunceli) yaşayan Aleviler arasındaki ayrıştırmayı derinleştirmek amacıyla yaptığı” kaydedilen araştırmada şu iddia da yer aldı: “Devlet Zazalığı Kürtlükten ayrı bir etnisite ve Zazacayı da (Kirmanckî) Kürtçeden tamamen ayrı bir dil olarak değerlendiriyor ve üniversitelerde bu perspektifi güçlendirmek istiyor.”

Tezlerde, derslerde ve yayınlarda otosansür

Her ne kadar Kürt Çalışmaları 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye üniversitelerinde kabul görmeye ve 2009 yılından itibaren Kürtçe bölümler açılmaya başlansa da tezlerde ve akademik yayınlarda sansür ve otosansürün devam ettiği belirtilen raporda, tez danışmanlarının tez başlıklarında ve mümkünse tez içeriklerinde bazı kavramları kullanmamalarını tavsiye ettiğine de dikkat çekildi. Raporda yer alan ankete göre akademisyenlerden 41’i akademi yayınlarda otosansür uyguladığını kabul etti. 37 akademisyen “Derslerinizde otosansür uyguladığınızı düşünüyor musunuz?” sorusuna ‘evet’ yanıtı verdi.  Yine anketi yanıtlayanların yüzde 53.45’lik kısmı tez danışmanının “sorun çıkabilir” gerekçesi ile tezindeki kavramlara tavsiye veya uyarı yoluyla müdahale ettiğini dile getirdi.

 

Dicle Üniversitesi’de Kürtçe tez yasağı

Raporda dikkat çekilen bir başka önemli sorun alanı ise Dicle Üniversitesi’ndeki Kürtçe tez yasağı. Raporda Arap Dili ve Edebiyatı ve İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinde öğrencilerin istedikleri dilde tez yazabildiğini, ancak rektörlüğün yeni bir yönetmelikle Kürtçe tez yazımını yasakladığı şu ifadelerle anlatıldı:

“Dicle Üniversitesi’nde Kürt Dili ve Kültürü Bölümü’nde ortaya çıkan en önemi hak ihlali, bölümde Kürtçe yüksek lisans tezi ve doktora tezi yazımına izin verilmemesi ve Kürtçe tez yazımının 2017 yılında rektörlük tarafından yasaklanmış olmasıdır. Görüşmeciler Dicle Üniversitesi’nde Kürt Dili ve Kültürü Bölümü’nde bulunan yüksek lisans ve doktora programlarında bütün yazılı ve sözlü sınavların Kürtçe yapıldığını, hocalar ve öğrencilerin derslerde birbirleriyle Kürtçe konuştuğunu, doktora yeterlilik sınavının dahi Kürtçe yapıldığını ama Kürtçe tez yazımının yasak olduğunu ve bunun ısrarla engellendiğini dile getirdiler. Dolayısıyla aynı bölümde eğitimleri sırasında bütün dersleri ve sınavları Kürtçe gerçekleştiren öğrenciler tezlerini Türkçe yazmak zorunda bırakılmaktadır.”

78 bin öğrenciye 59 öğretmen

Raporda 2015 yılından sonra üniversitelerdeki Kürt Dili ve Edebiyatı ile Zaza Dili ve Edebiyatı Alanı’nda yaşanan gerilemelerin bu bölümleri tercih edebilecek öğrenciler için bu bölümleri çekim merkezi olmaktan çıkardığını da dikkat çekildi:

“Diyalog Süreci’nde Kürt şehirlerindeki üniversitelerde lisans, tezli yüksek lisans, tezsiz yüksek lisans ve doktora derecesinde Kürtçe bölümlerin açılması, özellikle Kürt öğrencilerde ve akademik çalışmalarını bu konularda yapmak isteyenlerde büyük bir coşku yaratmış ve bu bölümlere çok yüksek sayıda başvurular yapılmıştır. Başvuruların yüksekliğinde bu bölümlerden mezun olacak öğrencilerin ortaokullarda seçmeli Kürtçe derslerine öğretmen olarak atanacağı bilgisi de etkili olmuştur. Kürt Dili ve Zaza Dili Bölümleri’nde çalışan/çalışmış olan görüşmecilerin önemli bir kısmı bu bölümlere ve hem üniversite bünyesinde hem de ortaokullarda Kürtçe-Kurmancî-Kirmanckî-Zazakî seçmeli derslere olan ilginin devleti rahatsız ettiğini ve devletin Kürtçenin güçlenmesini istemediğini düşündüklerini dile getirdiler.”

2015’ten sonra ve özellikle OHAL dönemi sonrasında ise Kürtçe öğretmen ataması durma geldiğinin de belirtildiği raporda; Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre 2015-2016 eğitim ve öğretim döneminde seçmeli Kurmancî’yi 71 bin 616, Kirmanckî’yi (Zazaca) 6 bin 315 olmak üzere, toplamda 77 bin 931 öğrenci seçmeli dil dersi olarak seçtiği hatırlatıldı. Ancak buna rağmen MEB’in bugüne kadar Kürtçe seçmeli dersi için sadece 59 kişiye (Kurmancî 48, Kirmanckî 11) kadro tahsis ettiği de raporda yer alan bir başka bilgi.

‘Devlet Kürt çalışmalarını desteklemiyor’

Rapora dair Independent Türkçe’nin sorularını yanıtlayan İsmail Beşikçi Vakfı Genel Koordinatörü Ayşe Tepe Doğan, Türkiye akademisinde Kürt çalışmalarının durumunu araştırmaya neden ihtiyacı duyduklarını şu sözlerle ifade ediyor:

“Türkiye’de Kürtler başta olmak üzere farklı halklar, etnik ve dini gruplar akademik çalışmalardan ziyade  “Şark Islahat Planı” ve  “Umumi Müfettişlik Raporları” gibi devlet gizli raporlarının konusu olmuştur. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisinde de görüleceği üzere akademiden ve akademisyenden beklenen devletin resmi tezlerine bilimsel bir temel sağlamaları olmuştur. 1960’larda Kürtler Türkiye sosyal bilimlerine feodalite ve geri kalmış bölge tartışmaları çerçevesinde yeniden dâhil edilmiştir.  Tam yıllarda İsmail Beşikçi Hoca yaptığı çalışmalarla Kürtleri Türkiye akademisine sokan bir dizi çalıştırma gerçekleştirmiştir. Beşikçi Hocanın üniversiteden atılması, aldığı hapis cezaları ve Türkiye akademisince gerçekleştirilen sükût suikastı Kürt çalışmalarını Türkiye akademisinin en fazla sakınılması gereken konusu haline getirmiştir.

2000’li yıllardan sonra Türkiye’de yaşanan siyasal dönüşümler ve Kürt sorununda şiddet dışı çözüm yollarının gündeme gelmesiyle Kürtlerle ilgili akademik bilgi üretimi ilk defa gerçek anlamda mümkün hale geldi. Yaşanan demokratik açılım ve reform sürecinde belli başlı üniversitelerin tarih, sosyoloji, siyaset bilimi ve kültürel çalışmalar gibi farklı bölüm ve programlarında Kürtlerle ilgili çalışmalar gerçekleştirilmeye başlandı. 2009 yılından sonra Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümleri ile Kürt Dili ve Kültürü ile ilgili Yüksek lisans ve doktora programlarının açılması Türkiye akademilerinde bağımsız bir çalışma alanı olarak Kürt çalışmalarının doğuşunu simgelemektedir.

Bununla birlikte özellikle 2016 yılından ilan edilen OHAL süresince akademiler genel olarak çok büyük zarar gördüler.  Kürt araştırmaları ve çalışmaları başta olmak üzere bilimsel ve akademik bilgi üretimini ve bu alanda yaşanan hak ihlallerini çalışmasının merkezine alan Vakfımız akademiye yönelik antidemokratik uygulamaların Türkiye akademilerinde çok yeni bir tarihe sahip olan Kürt çalışmalarına nasıl yansıdığını araştırmak istedik.”

Ayşe Tepe Doğan_İBV Genel Koordinatörü.JPG

Ayşe Tepe Doğan

 

‘Kürt çalışmaları kriminalize ediliyor’

Ayşe Tepe Doğan, araştırmada karşılaştıkları bulgularla ilgili ise şu bilgileri veriyor:

“Kürt çalışmaları alanında karşılaşılan hak ihlallerini birkaç başlık altında toplamak mümkündür. İlk olarak devletin, Kürt çalışmaları bölümünü akademik kadro ve kurumsal alt yapı anlamında destekleyici bir tutum içinde olmadığı görülmüştür.  İkinci olarak Kürt öğrenci ve akademisyenlerinin Kürt çalışmaları alanına yönelmesini engellemeye yönelik olarak mezun öğrencilerin formasyon eğitimi alarak Kürtçe öğretmeni olmalarını ve lisans üstü çalışmalarını yürüten ve tamamlayan öğrencilerin ise akademik kadro başta olmak üzere ilgili iş alanlarında istihdam edilmelerini zorlaştıracak bir tutum içinde olduğu görülmüştür. Üçüncü olarak devletin Kürtlerle ilgili çalışmaları tekrar yasaklı ve hassas konular içinde tanımlayarak Kürt çalışmaları alanını yeniden kriminalize eden bir tutum içine girmesi birçok akademisyenin derslerde otosansür uygulamasına neden olmuştur. Aynı kriminalize edici tutum öğrencilerin lisans ve yüksek lisans eğitimi için Kürt dili ve edebiyatı ile Kürt çalışmaları alanına yönelmeleri üzerinde de olumsuz bir etkiye sahip olmuştur.”

Üniversitelerdeki Kürtlerle ilgili bölümlerin ne kadar bilimsel olduğunu ancak bu üniversitelerde eğitim gören ve veren akademisyenlerin yanıtlayabileceğini belirten Doğan sözlerine şöyle devam ediyor:

“Ancak ‘Türkiye Üniversitelerinde Kürt Çalışmaları Alanında Yaşanan Akademik Hak İhlalleri Raporu’ ile ‘Akademik Hak İhlalleri Medya Tarama Raporu 2020’ başlıklı raporlarımızın ortaya çıkardığı en önemli bulgu Türkiye akademilerinde ciddi bir sansürün egemen olduğudur. Bilimsel düşüncenin yasaklı ortamlarda sağlıklı gelişemeyeceği göz önünde bulundurulduğunda Kürt çalışmalarının bilimsel niteliği konusunda temkinli ve kaygılı olmamız gerektiği ortaya çıkar. Bununla birlikte bu alanda çalışma yürüten birçok akademisyenin bin bir zorluk ve zahmetle çalışmalarını özveriyle yürüttüğü ilgili raporlarla ortaya çıkmıştır.”

Ayşe Tepe Doğan, OHAL ve darbe girişiminin Kürt araştırmalarını çok olumsuz etkilediğini de belirterek, Kürt çalışmalarına verilen kadro desteğinin neredeyse durma noktasına geldiğini; sempozyum, konferans, yayın gibi alanlarda sağlanan kurumsal desteklerin büyük oranda durduğunu vurguluyor.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU