Türk siyasetinde düğmeye basılmıştı.
Darbe geliyorum diyordu ve ortam buna son derece müsaitti.
Cumhuriyet gazetesi, 18 Ekim 1958'deki manşetinde Zile'deki olayları birinci sayfasından görmüş ve büyük puntolarla şunları yazmıştı;
Zile'de dün müessif hadiseler oldu
Spotta ise öyle cümleler kullanılmıştı ki okuyanın tüylerini diken diken ediyordu;
Polis ile jandarma, İnönü'yü karşılayan kalabalığı dağıtmak için göz yaşartıcı bombalar attı, cop ve dipçik kullandı, havaya ateş edildi, karışıklık 15 dakika sürdü
Oysa Zileliler bu haberleri yalanlıyor, bölgede bulunan tek muhabirin yalanlarından başka bir dayanak olmadığını iddia ediyordu.
Aynı yıl benzer bir provokasyon Bediüzzaman Said Nursi istismarı üzerinden sahneye konuldu. Tek parti rejiminde türlü eziyet ve sürgünlere maruz kalmış, hissiyatı incitilmiş bu İslam âliminin Menderes'e iltifat etmesinden daha doğal bir durum olamazdı.
Menderes'in Afyon'a yaptığı ziyaret sırasında bazı muhabirler Said Nursi'nin talimatıyla "Menderes dün yeşil bayrakla karşılandı" gibi manşetlerle halkı yeniden provoke edecekti.
Dönemin önemli gazetecilerinden Güngör Yerdeş, bu manipülasyonu şu sözlerle aktaracaktı;
İçimizden yine bir ağabeyimiz 'Ben hepinizin adına takip eder, sizlere de yazarım' deyince sanki dünyalar genç meslektaşların oldu. Ankara-Afyon arasını bir toz yumağı halinde tamamlayan gazetecileri, tali köy ve kasaba yollarında kim bilir neler bekliyordu! Cumhuriyet'in kıdemli Ankara muhabirinin bu teklifi hepimizi memnun ve mesut kılmıştı…
Evet, Emirdağ ve diğer yerlerdeki karşılamalarda neler olmuştu… Neler mi olmuştu? Kıdemli ağabeyimize göre neler olmamıştı ki… Laik bir memleketin gazetecilerine Başbakanın tekbirli, tespihli, Arapça yazılı bayraklar açılarak, develer, mandalar kurban edilip, sureler okunarak karşılama yapıldığını söylerseniz, üstelik o gazeteciler muhalefetin borazancılığını da yapıyorlarsa, o habere dört elle nasıl sarılmazlar…
Cumhuriyet muhabiri ağabeyimizin elindeki çoğaltılmışları âdeta kapıştık ve sırası gelen geçti İstanbul'a… Ankara dönüşü masamda bir not buldum. Emniyet Genel Müdürü Kemal Aygün beni aramıştı ve hemen makamına gelmemi istiyordu…
Beni makama aldıklarında rahmetli Kemal Aygün'ün arkası dönüktü. 'Gel Güngör evladım, otur şöyle' dedi… Heyecan ve korkudan titrediğimi itiraf edeyim…'Ne imiş bu yeşil bayraklar, nerede kimler tekbir getirmiş?' diye pek sakin, pek babacan bir şekilde sordu…
Ben susmaya devam ettim, o hep konuştu: -Böyle bir şeyin katresi olmamıştır. Biliyorum, sizler Afyon'da kaldınız, sizin adınıza malûm arkadaşınız takip etti ve hepinizi kandırıp maalesef âlet etti… Senden bundan sonraki hadiseler için bir isteğim var.
Hakeza Uşak, İstanbul Üniversitesi ve Meclis vakalarında medyanın önemli bir manipülasyonu söz konusuydu.
Tüm bu hadiseler yaşanırken Genelkurmay Başkanı, Menderes'e bir mektup yazarak şu maddeleri sıralayarak yerine getirilmesi halinde darbenin olmayacağını belirtiyordu;
Cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Çünkü bütün fenalıkların bu zattan geldiği hakkında genel bir kanaat vardır.
Kabinede iyi kabul edilemeyen ve suistimalleri bütün memlekete yayılmış bulunan zevat çıkarılmalı ve yeni kabine mutlak, dürüst, makul, zorcu değil adalet ve şefkat hissi taşıyan zevattan kurulmalıdır.
İstanbul, Ankara Valileri ve Emniyet Müdürleri süratle değiştirilmelidir.
Ankara Örfi İdare Kumandanı derhal değiştirilmelidir.
Tutuklu gazeteciler bir af kanunu ile kısa zamanda tahliye edilmelidir.
Bu maddelerle hükümet esir alınmak isteniyordu. Menderes'in bunu kabul etmesi siyaseten intihar etmesi demekti.
Elbette Demokrat Parti'de pür ü pak değildi;
CHP'nin mallarına el koyup, hazineye devretmesi, kendisine alternatif olması nedeniyle Millet Partisi'ni kapatması, sırf kendisine oy vermedi diye Kırşehir'i il olmaktan çıkarıp ilçeye dönüştürmesi ve yüzbinlerce memuru haksız yere emekli etmesi politik provokasyondu.
Lakin ulusal ve uluslararası medya tam bir insicam içerisinde darbeye zemin hazırlıyordu.
Uluslararası basın ve Demokrat Parti
Demokrat Parti, darbe öncesi, basınla tam bir savaş başlatmıştı. Menderes Türk basınını 'Doymak bilmez bir ejder' olarak tanımlıyordu ve birçok gazeteci tutuklanarak cezaevine gönderiliyordu.
Durum uluslararası basında da farklı değildi. Amerikan ve İngiliz basını mütemadiyen Menderes'i diktatörlükle suçluyor ve hükümetlerini Türkiye'ye yaptırım yapmaya davet ediyordu.
CBS Televizyonuna katılan Amerika Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Fulbright, darbeden hemen önce şunları söyleyecekti;
İktidara gelişlerinden pek az sonra gazeteleri kapatmaya başladılar… Kemal Atatürk yeni bir azimle Türkiye'yi yeniden yarattı. Ondan sonra gelenler çok akıllıca bir hareketle serbest seçimler yaparak muhalefetin iktidarı almasına müsaade ettiler. Bu büyük bir devlet adamlığıdır. Hâlbuki şimdi iktidar partisi başlanan teamül üzerine gideceği yerde muhalefeti hapse atmaktadır. Zannederim bu, gelişmenin zıddı bir tutumdur.
The Guardian, The Daily Telegraph gibi İngiliz gazetelerinin yanı sıra birçok Amerikan gazetesi Menderes'e karşı tam bir cephe aldı. Tüm bunlar darbeye giden süreci kolaylaştıran ve olgunlaştıran unsurlar oldu.
Darbe sonrası Türk medyası
Türk medyasını Tek Parti rejiminin sıkı politikalarından kurtararak ona sınırsız haklar tanıyan Demokrat Parti idi.
Meşhur 15 Temmuz Basın Kararlarında verilen bazı haklar şöyleydi;
Gazete çıkarmak için hükümetten icazet gerekmez,
Basın mensupları özel mahkemelerde yargılanarak herkesin saldırısına açık olmaktan korunmuştur,
Bir gazeteci suç işlerse suçu şahsidir, gazete sahibi sorumlu tutulamaz…
Bu ve benzeri haklar bağımsız medyayı cesaretlendirmiş ve daha özgür bir medya ortamın doğmasını sağlamıştı.
Bu değişikliklerle zamanla Demokrat Parti, gazetecilerin bir kısmını baskı yerine parayla satın almaya başlayacaktı. Artık Türk basınında milyoner gazeteciler doğmuştu ve ahlaki seviye oldukça aşağıya çekilmişti.
Şevket Sürayya Aydemir, durumu şu sözlerle özetleyecekti;
Mesela Demokratçı bir yazarın kitabında belirttiğine göre, iktidar organları sayılan Zafer ve Havadis gibi gazetelerin tirajları toplamı 70.000'e düştüğü halde, iktidara karsı çıkan gazetelerin tirajları toplamı 1.500.000'e varmıştı.
Kaldı ki, iktidar gazetelerinin, köylere kadar varan resmi veya mecburi abone sayılarıyla, iadelerini de bu yekûnda hesap etmelidir. Demek ki, basında ibre, iktidar aleyhine isliyordu.
Büyük bir ahlaki yoksunluğa düşmüş Türk basını darbeden sonra daha da pespaye manşetler atacaktı.
Darbeden önce Demokrat Parti istikakı ile geçinen birçok gazeteci herkesten fazla ihtilalci olacak ve süratle medya organlarını değiştirecekti.
Bunda başarılı olamayanlar da 'itirafçılık' adı altında türlü yalan ve iftiralarla paçasını kurtarmaya çalışacaktı.
Darbeden hemen sonra atılan bazı manşetler ise şöyleydi;
Sabık Cumhurbaşkanı 1500 Harbiyelinin imhasında hiç mahzur olmadığını söylemiş.
Milliyet Gazetesi - 13 Temmuz 1960
Şehitleri tespit için komisyon kuruldu. Üniversitelileri öldürdükten sonra meçhul yerlere gömen polisler sorguya çekiliyor. Dikilecek abidenin istismar edilmemesi istendi.
Tercüman Gazetesi 31 Mayıs 1960
K. Aygün, belediye tahvillerini kırdırıp kendi hesabına toplamış. Bekçi aidatlarının da yenildiği anlaşılıyor.
Akşam Gazetesi - 12 Temmuz 1960
Menderes 10 yılda 480 bin lira maaş ve tazminat almış. Sabık Başbakanın 1954 ve 1957 seçimlerinde yaptığı propaganda gezileri için de yolluk aldığı tespit edildi.
Milliyet Gazetesi - 13 Temmuz 1960
Bayar kahve ithali işinde de ortakmış.
Akşam Gazetesi - 27 Eylül 1960
Kıssadan hisse
Hikâyeyi bilirsiniz, rivayete göre kurumları rüşvete bağlayan Ahmet Mithat Efendi, rüşvetini almaya Terkos su idaresine geldiğinde, Duyun-ı Umumiye İdaresi'nin atadığı kayyum, rüşvet vermeyi reddederek Ahmet Mithat Efendi'yi kovar.
Ey Müslüman İstanbul ahalisi suyunuza domuz cesedi karışmıştır, sakın ha içmeyin!
Durumu geç de olsa kavrayan Fransız, Ahmet Mithat Efendi'ye rüşvetini misliyle gönderir. Bunun üzerine Tasvir-i Efkâr'da konuyla ilgili şöyle bir haber verilir;
Müjde ey Müslüman ahali! Avcılar domuzun cesedini suyun kenarında bulmuştur. Suyunuz şimdi helaldir.
Ne yazık ki Menderes'in idamına giden süreçte medyanın da en az cuntacılar kadar elleri kirliydi.
Öyle ki Menderes'in öğrencileri kıyma makinesinde öğüttüğünü manşete çekiyor ve çarşaf çarşaf şehit öğrenci listeleri açıklıyordu.
En acısı bu manşetleri atan gazete ve gazetecilerden hiçbirisi bir tekzip dahi yayınlama ihtiyacı duymadılar.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish