"Alınlarından akan ter ile ellerinin altındaki çeliğe su veren Gölcük gemi tezgahlarının yürekleri iman dolu işçileri, mühendisleri ve başlarında bulunan komutanları günlerden beri ulvi bir heyecan içinde çalışmalarını bir kat daha hızlandırmışlardı."
Yürekte iman vardı belki ama cepte çok para yoktu.
Cumhuriyet gazetesinden Yılmaz Çetiner, 3 Mayıs 1965 tarihli haberinde Gölcük'te karşı karşıya kaldığı manzarayı bu cümlelerle özetliyordu.
"Meydana getirilen bu eser neydi, ne yapmak istiyorlardı?" diye sorduğu sorunun seneler içinde somutlaşacak yanıtı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk savaş gemisi TCG Berk olacaktı.
TCG Berk, ismini Osmanlı Donanması'nda 1908'de hizmete giren Berk-i Satvet'ten almıştı.
Esinlendiği isim Osmanlı'dan, modeli ise ABD'den mirastı.
Hızlı üretime uygun, daha ucuz bir gemi olan Amerikan Claud Jones sınıfındandı Berk.
Refakat muhrip gemisiydi.
Haberlere ilk konu edildiğinde yıl 1965'ti.
Ama Gölcük Tersanesi'nde inşasına başlandığında, daha doğru ifadeyle kızağa konulduğunda takvim 1967'nin mart ayını gösterecekti.
İktisadi ve askeri Truman yardımlarının (12 Mart 1947) 20. senesi, NATO'ya üyeliğinin ise 17. yılında Ankara kendi savaş gemisini yapmaya soyunmuştu.
Soğuk Savaş yıllarıydı.
Sovyetler ile ABD uzay rekabeti içindeyken genç cumhuriyetin derdi tasası bir savaş gemisi inşasıydı.
Kıbrıs'ın elzem kıldığı gemi
16 Mart 1964.
Başbakanlık koltuğunda İsmet İnönü otuyordu.
Bir yıl önce ABD'de Başkan John F. Kennedy suikaste kurban gitmiş, yerine gelen isim onun gölgesindeki başkan yardımcısı Lyndon Johnson olmuştu.
Yıllar sonra Kennedy'nin eşinin suikastten sonra kayda alınmış ses kayıtlarından, kocasının ölümünün ardında Johnson'ın olduğuna inandığına işaret eden cümleler dökülecekti.
Johnson sert tabiatlı bir adamdı.
Günde en az 60 sigara içerdi.
Siyasete atılmadan önce ordudaydı.
II. Dünya Savaşı sırasında Kıdemli Deniz Binbaşı rütbesiyle o dönem donanmaya operasyonel yetenek kazandırmak için faaliyette olan Birleşik Devletler Donanması Rezervi'nde çalışmıştı.
Aralık 1941'de, Japonya'nın Pearl Harbor'a saldırmasından üç gün sonra aktif göreve çağrılmıştı.
Denizleri bilir ve severdi.
Başkan olduğunda bu kez Soğuk Savaş'ın içindeydi.
Dışarda Sovyetlerle kapışıp dünyaya hükmetme yarışında koşturuyor, içerideyse ülkenin kuzeyindeki siyah ayaklanmalarını sert bir şekilde bastırmaya çalışıyordu.
Washington D.C.'nin 8 bin 727 kilometre uzağındaki Ankara'nın gözü ise o günlerde de Doğu Akdeniz'deydi.
Zira Kıbrıs adası karışıktı.
Çıkarmaya yapamayan Türkiye'den 1974'e...
Osmanlı toprağıyken, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından İngiltere'nin İstanbul hükümetinden "emaneten" kopardığı parçaydı Kıbrıs.
II. Dünya Savaşı'ndan sonraki sömürgesizleşme sürecinde, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları adanın Yunanistan'a bağlanması için seslerini yükseltmeye başlamıştı.
Kıbrıs, hem Doğu Akdeniz hem Doğu ticaret yollarına egemen bir üstü.
1950'de Kıbrıs başpiskoposluğuna seçilen III. Makarios, adadaki Rumların sözcüsü konumundaydı.
Yeni görevine başlarken ettiği yeminde "Kıbrıs'ı Anavatan Yunanistan'a ilhak politikamızdan hiçbir zaman sapmayacağıma ant içerim" diyordu.
Ortodoks Kilisesi'nin Rumlar arasında yaptırdığı halkoylamasında, Rumların yüzde 95,7'si Enosis'i arzuluyordu.
Yani Rumlar, Yunanistan ile birleşmek istediklerini söylüyordu.
Antlaşmalara göre Kıbrıs İngiltere'ye verilmişti.
O dönem Türkiye bu statü devam ettiği sürece mesele yaratmak niyetinde değildi.
Ocak 1950'de TBMM Bütçe Komisyonu'nda yaptığı bir konuşmada Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, Türk kamuoyundaki hassasiyeti yatıştırmaya çalışmış ve esasen İngiltere'nin adayı bırakmak niyetinde olmadığını söylemişti.
Aynı yıl yapılan seçimlerden sonra iktidarı devralan Demokrat Parti'nin politikası da farklı değildi.
1950 yılının Haziran ayında partisinin grup toplantısında konuşan yeni Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü de ortada bir Kıbrıs meselesinin mevcut olmadığını söylüyordu.
Köprülü bu görüşlerini Yunan basınına da açıklamıştı.
1950 seçimlerinden kısa bir süre sonra Atina'dan transit geçerken Yunan gazetecilerin bir sorusu üzerine "Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs diye bir mesele yoktur" demişti.
Tüm bunlar yaşanırken adada bir başka aktör daha vardı: Albay Yorgo Grivas.
O ise adada silahlı savaşın hazırlıklarını yapmaya koyulmuş, bu amaçla EOKA'yı örgütlemişti.
Grivas, siyasi sahneye 1944-1948 arasındaki Yunan İç Savaşı sırasında çıkmıştı.
"X" örgütünün lideriydi.
Siyasi çizgisi kralcıydı.
Yunan iç savaşı esnasında Nazilerle yakın durmuş, komünistlere karşı mücadele etmişti.
Adada kurduğu örgüt ilk eylemini 1 Nisan 1955’te, Lefkoşa’da İngiliz birimlerine yaptı sonra Türkiye Büyükelçiliği bombalandı.
Beş yıl içinde ortalık çok karışmıştı.
EOKA sabotajları sonrası Ankara hiddetlendi.
Sonrası...
"Kıbrıs Türktür!", "Ya taksim, Ya ölüm!" ve adanın bölünmesi olasılığını dillendiren bir dizi gelişmeye gebeydi.
Daha da sonrası, kimilerine göre Kıbrıslı Türkleri de gözeten bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti çözümüydü.
19 Şubat 1959'da Makarios başkan, Fazıl Küçük yardımcısı olmuş, 544 gün sonra ise Kıbrıs Cumhuriyeti kerhen de olsa kurulmuştu.
15-16 Ağustos 1960 gecesi Kıbrıs Cumhuriyeti bir devlet olarak resmi bir törenle hayata geçti.
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör devlet pozisyonundaydı.
Antlaşmaya göre ilk etapta Ankara 650, Atina ise 950 askerini adaya göndermişti.
Osmanlı yönetiminin adayı İngilizler’e kiralamasından 82 yıl sonra Kıbrıs'ta ilk kez Türk bayrağı dalgalanıyordu.
Rumlar hem toprakların hem meclisteki sandalyelerin çoğunluğunu elinde tutuyordu.
Çoğunlukta olmalarına karşın Türklerin hakları kısıtlanıyordu.
Anayasa değişikliği gündeme geldi.
Bu talep adadaki Türkleri azınlık durumuna düşürecek nitelikteydi.
Kasım 1963'te Akritas Planı'nın devreye girmesiyle birlikte Kanlı Noel başladı.
Bir başka deyişle adada hakim tek şey terör oldu.
Olaylarda toplam 364 Kıbrıs Türkü ile 174 Kıbrıs Rumu hayatını kaybetti.
Karma ve savunulması güç durumdaki köylerde oturan Türkler, canlarını kurtarmak için güvenli yerlere sığınmak mecburiyetinde kaldılar.
Rumların yoğun olduğu bölgelerde yaşayan 25 bin Türk, malını mülkünü geride bıraktı ve evlerini terk edip adanın kuzeye göçtü.
Tarihçi Sina Akşin'in deyişiyle tıpkı Filistin'de Yahudilerin Araplara karşı uyguladığı yöntem misali...
Türkiye öfkeli ama çaresizdi.
Zaman zaman adaya uyarı uçuşları yapıyor, bu işe yaramayınca gündeme gelen tek şey adaya müdahale oluyordu.
TBMM, 16 Mart 1964'te adaya asker çıkarma yetkisi verdi orduya.
Teklif meclis çatısı altında şöyle okundu:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına;
16 Ağustos 1960 tarihinde Lefkoşe'de Türkiye Cumhuriyeti, Yunanistan Krallığı, Büyük Britanya ve Kuzey - İrlanda Birleşik Krallığı ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında imzalanan ve imzalandığı tarihten itibaren milletlerarası hukuk alanında yürürlükte bulunan andlaşmalar uyarınca, gerektiği vakit, Kıbrıs'a Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin gönderilmesine izin verilmesi hususunda, Anayasanın 66. maddesi gereğince karar alınmasını Bakanlar Kurulu adına saygılarımla arz ve teklif ederim.
İsmet İnönü
Malatya Milletvekili
Başbakan
Askeri müdahale yetkisi alınmış, tezkere çıkarılmış vaziyetteydi.
Deniz Harp Okulu'ndan asteğmen rütbesiyle mezun olup, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın başına kadar gelen Oramiral Necdet Uran, "Donanma istim üstünde bekliyor" diyordu.
Üç kez müdahaleye kalkışılmaya çalışılsa da bir sonuç çıkmamıştı.
Bunun ardında yatan en önemli nedenlerden biri çıkarma yapmaya olanak tanıyacak gemilerin bulunmamasıydı.
Tarihin not düştüğü bir başka gerçeklik ise 5 Haziran 1964'te ABD Başkanı Johnson imzalı mektubun Başbakan İsmet İnönü'ye ulaşmasıydı.
Bu öyle bir mektuptu ki; 1947'den beri Ankara-Washington arasında yaşanan uzatmalı balayının sonunu andırıyordu.
Johnson, özetle ABD'nin verdiği silahların adaya çıkarmada kullanılamayacağını söylüyor, SSCB'nin Türkiye'ye saldırması halinde Ankara'nın kapısından içeri girmek uğruna Kore'de 721 can verdiği NATO şemsiyesinden yararlanamayabileceğini söylüyordu.
Zaten Türkiye ile ABD arasında yapılan "İkili Anlaşmalar" sürecinin ilk ayağını oluşturan, Türkiye'nin dış politikada "Batı" tercihinin sembolik örneklerinden biri sayılan ve ABD'nin SSCB'ye karşı geliştirdiği politikada Ankara'nın yerini daha pekiştiren 12 Temmuz 1947 tarihli antlaşma her şeyi anlatıyordu.
Antlaşmaya göre Türkiye'nin ABD'den hibe ya da satın alma yoluyla temin ettiği askeri malzemenin Kıbrıs'ta kullanılmasının önüne geçiliyordu.
Buna Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın kapasitesinin olmaması da eklenince, Kıbrıs harekatı rafa kalkıyordu.
Bir bakıma TCG Berk fikri böyle filizlendi.
Olası bir savaş durumunda ABD'den bağımsız olarak kullanılabilecek bir savaş gemisine ihtiyaç hiç olmadığı kadar hasıl olmuştu.
Bu gemi hem hava savunmasında kullanılabilecek hem su üstündeki diğer hedefleri vurabilecek ama en önemlisi denizdeki diğer birlikleri koruyacaktı.
Yani yerli ve milli bir savaş gemisi fikri öyle birdenbire ortaya çıkmamıştı.
Lozan kahramanı İsmet Paşa, Time dergisinden George D. Carvalho'ya verdiği fakat yayımlanmayan demecinde "Eğer haklılığımız teslim edilmezse bu sistem yıkılır. Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur" demişti bir kere.
Neyse ki; mülakat sırasında Milliyet gazetesi muhabiri Mehmet Ali Kışlalı da oradaydı.
O da teybe kaydet tuşuna basmış ve bu sözleri gazetesinde yayımlamıştı.
Gölcük'te bir gemi...
Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye, her daim donanmasını güçlendirme ihtiyacı hissetmişti.
Bu durum cumhuriyetin ilk yıllarında da geçerliydi.
16 Ocak 1928'de çıkartılan kanunla Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı ve genelkurmayın hizmetinde deniz müsteşarlığı kurulması bunun kanıtıydı.
Bu dönemde Türk donanması envanterinde 9 gemi bulunuyordu.
Dördü kruvazör, ikisi torpido kruvazörü, geriye kalanlar ise muhripti.
Yani donanması bir hayli zayıftı memleketin.
I. Dünya Savaşı'nda Türk Deniz Kuvvetleri ile Alman Deniz Kuvvetleri'ne ait gemilerin bakım ve onarımının sağlanması için hayata geçen 1.307.450 m² genişliğindeki Gölcük tersanesinde, 1933'te Donanma Ana Üssü kuruldu.
TCG Berk de burada inşa edilecekti.
Bu yıldan itibaren Gölcük, Türk donanmasının merkezi haline geldi.
1960'lı yıllara gelindiğinde Gölcük Tersanesi'nde güçlenen donanma için yerli ve milli bir savaş gemisinin inşasına başlayacaktı.
ABD'ye diplomatik isyan bayrağını çeken İnönü, Osman Bölükbaşı'nın da devreye girmesiyle 13 Şubat 1965'te bütçe tasarısını parlamentodan geçirememiş, istifa etmek durumunda kalmıştı.
İlk savaş gemisinde şampanya patlatma hayali
"Tank ve asker taşıyabilen 400 tonluk modern bir çıkarma gemisi ile saatte 21 mil sürat yapan düşman denizaltılarına aman vermeyecek silahlarla mücehhez (donanmış) bir Karakol Gemisinin arkasında şampanya patlayacaktır o gün..."
Yukarıdaki satırlar ise İnönün'nün istifasından üç ay sonra yazıldı.
Cumhuriyet gazetesinin 3 Mayıs 1965 tarihli haberinden.
İmza yine Yılmaz Çetiner'e ait.
"O gün" diye bahsedilen tarih ise beş gün sonrası...
Elbette o kadar kısa sürede gerçekleşmedi şampanya patlatma rüyası.
I. Dünya Savaşı'na katılma fetvasını veren Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi'nin oğlu Suat Hayri Ürgüplü'nün 20 Şubat 1965'te başlayıp 8 ay süren kısa başbakanlığının ardından genç mühendis Demirel devraldı görevi.
Bu, Demirel'in iktidardaki ilk dönemiydi.
TCG Berk'e başlamak onun iktidarına nasip oldu.
Türk mühendisleri ile işçiler yerli savaş gemisi için iş başındaydı.
Ama inşa o kadar hızlı tamamlanmayacaktı.
Geminin kızağa indirildiği tarih 1967'ye gelindiğinde Kıbrıs'a müdahale yeniden gündeme geldi.
Adaya çıkarma için 6 helikopter, iki çıkarma teknesi ve 150 paraşüt bulunuyordu.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde Kıbrıs adasına tank çıkarabilecek kabiliyette gemi ise hala mevcut değildi.
Emekli Oramiral Kemal Kayacan kendisiyle yapılan bir söyleşide o günleri şöyle anlatıyor:
"Elimizde böyle bir harekât için gereksinme duyulan çıkarma araçları yok. Henüz özel bir birlik olan Amfibi Alay kurulmamış. Mevsim koşullarının da olumsuzluğuna rağmen çıkarma için gerekli hazırlıklara başladık. Asker taşımak için ticaret gemilerine el atıldı. Elimizde dört ufak çıkarma gemimiz vardı. Hatta yolda biri battı. Dört asker öldü. Yıllardan beri beklenen olay gerçekleşmişti. Mersin'den hareket edildi. Büyük bir coşku vardı. Yarı yola gelindiğinde... Ankara'dan emir: "Geri dön." İnanamadık. Olamaz dedik. Ancak emir verilmişti ve buna uymak zorundaydık."
67'deki o mecburi geri dönüş sonrası tabancayı kafasına dayayıp intihar etmek isteyen subayları engelleyen Kayacan'dı.
"Başkalarının Vermediğini Millet Yapar"
Yukarıdaki cümle TCG Berk'in inşasına nasıl başlandığının bir nevi şifresi aslında.
TSK'nın savunma sistem ve ürünlerini modern teknolojiye dayalı şekilde geliştirmek için Türk Donanma Cemiyeti adımı atmıştı ama asıl işaret fişeğini Cumhuriyet gazetesi yaktı.
3 Mayıs 1965 tarihli gazetenin manşetinde bu sözler yazılıydı.
Türkiye'nin kendisine güvenmesi gerektiği anlatılıyor, Kurtuluş Savaşı'na gönderme yapılıyor, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'in stratejik önemine dikkat çekiliyor, Türkiye ile Yunanistan arasındaki askeri rekabetten dem vuruluyor, ABD'yi doğrudan karşısına almayan itidalli bir dil kullanılıyor ve yerli savaş gemisinin inşası için yüz millete çevriliyordu:
Amerikan askeri yardımının gerçek yönü Türk-Yunan donanmaları arasındaki dengenin Türkiye aleyhinde bozulması_konusunda arkadaşımız Yılmaz Çetiner'in yazdığı haber- inceleme yazıları bütün yurtta geniş akis uyandırdı. Yardımın işleyişindeki aksaklıkların düzeltilmesi gerçeği konusunda bütün vatandaşlarımızın ittifak içinde oldukları görülüyor. Dışişleri Bakanı Sayın Hasan Işık'ın dün Yeşilköy'de bir muhabirimize söylediği gibi, gazetemizin ortaya attığı dava dost bir devlete karşı husumet davası değil, bir millî davadır. Türkiye'nin hakkını alması, Akdeniz'in doğusunda_kuvvetler dengesinin bozulmaması davasıdır. Amerika Birleşik Devletleri, askeri yardım konusunda yıllardan beri_taraflı davranmış ve özellikle Kıbrıs ihtilâfından bu yana Deniz Kuvvetlerimiz vurucu kuvvet bakımından gün geçtikçe zayıflamıştır. Yılda sadece kira bedeli olarak Türkiye'ye 350 milyon dolar ödemesi gereken dostumuz Amerikadan bn sakat davranışın düzeltilmesini istemek elbette hakkımızdır. Ancak, anlaşılmaktadır ki, Türkiye'nin sadece dost yardımlarına güvenmesi kuvvetli olabilmesini sağlamıyor. Ve vine anlaşılmaktadır ki, Türk milleti eğer kendi kendisine dayanmaz ve kuvvetli hale gelebilmek için el birliği, güç birliği yapabildiğini dostuna düşmanına göstermezse devletler arasındaki münasebetlerde ve milletlerarası_dengede daima zorluklarla karşılaşacaktır. Oysa, dün de bildirdiğimiz gibi, Türk milleti bu şahlanışı her zaman gösterebilir. Nitekim tarih böyle şahlanışların sayfalarıyla doludur.
Hükümet, valiler, belediye başkanları, milletvekilleri, Cumhurbaşkanı, işçiler, köylüler, memurlar...
Kısa sürede kampanyaya destek vermeye başladılar.
Türkiye'nin ilk yerli savaş gemisi memleketin parasıyla inşa edilecek, Kıbrıs'a öyle gidilecekti.
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, kampanyanın yararlığı olduğunu söylüyordu:
"Cumhuriyet gazetemizin donanmamızın takviyesi için giriştiği teşebbüs bütün memleket sathında heyecanla karşılanmıştır. Bu memleketin ilerleme heyecanına susamış olduğu göstermesi itibarıyla, millete her sahada önderlik edeceklerini ve hükümetin elinde büyük bir kuvvet olduğuna dikkat çekerim. Başkalarının vermediğini Millet yahar kampanyası yurdun her yerinde olduğu gibi Tunceli'nin Çemişkezek kasabasında da ilgiyle karşılanmış ve yardım komitesi iki saatte 4 bin lira toplamıştır"
İllerde müteşebbis heyetler, yardım komiteleri kuruldu, belediye başkanları devreye girdi, bankalarda hesaplar açıldı, gençlik temsilcileri, esnaf, aydınlar hemen herkes bu kampanyayı bir nevi görev saydı.
Yardım komitelerinde ticaret odası katipleri, fabrikatörler, diş hekimleri, avukatlar, öğrenci cemiyeti liderleri, gazeteciler, turizm derneği üye ve başkanları vardı.
Ordu'da Salih Erdoğan ve Hüseyin Bozbağ kentteki Sanat Enstitüsü karşısındaki 600 metrekarelik müşterek arsalarını, Giresun Fiskobirlik Genel Müdürlüğü 10 bin lirayı, fabrikatör Halit Gürsoy 3 bin liralık Hürriyet tahvillerini Türk Donanma Cemiyeti'ne "Millet Yapar" kampanyası için hibe etmişti.
Bazı bankalar denizcilik bayramında vapurlarda balolar düzenliyor, suarenin hasılatının tamamı bu kampanyaya ayrılıyordu.
Tüm bağışlar TCG Berk'in iskeletini oluşturdu.
5 bin beygirlik dizel motoru, 95 metre uzunluğu, bin 950 tonluk ağırlığıyla Türkiye'nin ilk savaş gemisinin inşası o kadar kolay olmadı yani.
Politik ve uluslararası baskılara ekonomik güçlükler eklenince böyle bir çıkış yolu bulundu.
Genç cumhuriyetin 150 milyon lirasına mal oldu TCG Berk.
1967'de kızağa inen geminin üretimindeki asıl hızlanma 1969'da başlatıldı.
1971'de denize indirildi.
1972'de hizmete girdiğinde ilham aldığı Amerikan savaş gemisinden farklı olarak tek bacalıydı.
TCG Berk'i Amerikan Jones'tan ayıran asıl en önemli özelliği ise içinde helikopter pistinin de olmasıydı.
TSK envanterine içinde helikopter pistine sahip ilk savaş gemisi olarak geçti.
Yani gemi tam anlamıyla bir kopya değildi, Amerikan gemisi üzerinden geliştirilmiş başka modifikasyonları vardı.
İçinde İtalyan FIAT üretimi 5 bin beygirlik dizel motorları olduğunu söyleyen de var Amerikan motorları kullanıldığını da...
Kesin olan bu motorların gemiyi 25 deniz mili hızına çıkartabilmesiydi.
Gemide 50 milimetrelik çift taraflı namlulu bir top, kıç tarafındaysa uçaksavar sistemi vardı.
Su üstü ve su altı hedeflere saldırmak üzere iki torpido tüpü buluyordu.
5 yılda yapımı tamamlanacak gemi, 1974'te Kıbrıs Barış Harekatı için Doğu Akdeniz'e doğru süzülecekti.
Harekat artık yapılabilirdi.
20 Temmuz 1974'te Ayşe tatile çıktı, adaya çıkarma başladı.
İlk savaş gemisi TCG Berk de harekattaki yerini aldı.
Kıbrıs Barış Harekatı sırasında adaya çıkartma yapan diğer gemileri korumaktı görevi.
Fakat savaşın başlarında yani Türk birliklerinin adaya çıkarma yaptığı esnada topçu desteği de verdi.
Berk'in en önemli göreviyse Kocatepe'ydi.
Harekatta Türk hava kuvvetlerinin yanlışlıkla vurduğu D354 TCG Kocatepe muhribinden kurtulan denizcilerin bir kısmını topladı.
Berk kurtulanlara el uzatmıştı.
Kıbrıs Barış Harekatı sırasında ada ile yapılan ikmallerde büyük avantaj sağladı.
Cumhuriyet tarihinin ilk modern savaş gemisi 1999'da emekliye ayrıldı.
Bugün Gölcük'te memleketin ilk savaş gemisi unvanıyla bir müze gemi haline filan dönüşmüş değil.
09 Haziran 2000'de düzenlenen Denizkurdu-2000 Tatbikatı'nda, Akdeniz'de TCG Atılay (S-347) denizaltısı tarafından atılan eğitim torpidosu ile batırıldı.
Milletin binbir güçlükle yaptığı, denizin dibindeydi artık.
Yararlanılan Kaynaklar:
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
Silahsız Savaş, Onur Öymen
Kısa 20. Yüzyıl Tarihi, Sina Akşin
Satılık Ada Kıbrıs, Erol Mütercimler
1965'te Millet Yapar, Naim Güney
İlk Yerli Savaş Gemimiz TCG Berk, Sosyo Ekonomik
Türk-Amerikan İlişkilerinde 12 Temmuz 1947 Antlaşması, İhsan Ömer Atagenç
© The Independentturkish