AK Parti’yi oluşturan siyasi kadrolar büyük oranda Milli Görüş hareketinin 4. partisi olan Fazilet Partisi saflarında siyaset yapıyordu.
Milli Görüş içindeki yenilikçi ve gelenekçi kanatların bölünmesi, o günlerde siyaset yasağı bulunan Recep Tayyip Erdoğan yerine vitrine çıkan Abdullah Gül’ün yenilikçi hareketin liderlerinden biri olarak Fazilet Partisi Genel Başkanlığı’na talip olması ancak partide gelenekçilerin baskın çıkması AK Parti’yi doğurdu.
Fazilet Partisi’nin “Laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olma” suçlamasıyla Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması sonrası “yenilikçiler” FP yerine kurulan Saadet Partisi’ne katılmadı. 14 Ağustos 2001’de AK Parti’yi kurdular.
AK Parti ilk genel seçimlere girdiği 3 Kasım 2002’den bu yana, kesintisiz olarak 16 yıldan fazla bir süredir iktidarda. Türkiye’de parlamenter sistemi dahi değiştirerek Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni getiren AK Parti’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi kültür politikalarında istediği başarıyı sergilemediği sürekli konuşuluyor.
Bir süredir bu sayfalarda bunun nedenine cevap arıyoruz.
Şair, yazar ve televizyon programcısı İsmail Kılıçarslan ise bu sorunun basit ve pratik bir cevabının olmadığı görüşünde.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Kültürel iktidar birinin elinden alınarak diğerine verilecek bir şey değil"
Kılıçarslan, “günün sonunda” geldiği noktayı “Ne yazık ki” diyerek şöyle tarif ediyor:
Ben ve bir grup arkadaşım keşke "kültürel iktidar" tartışmasını başlatmasaydık. Zira mesele Türkiye’de şöyle ele alındı: Bir sol kültür bloğu var. Bu adına ‘kültürel iktidar’ dediğimiz şey o bloğun elinde ve sahip olunan imkanlar ile bu iktidar o bloğun elinden alınıp muhafazakar çevrelere verilmeli.
Bu çok büyük bir yanılgı. Zira Türkiye'de kültürel iktidar sol bloğun elinde olmadığı gibi, bu iktidar çeşitli metazori yöntemlerle de kimsenin elinden alınamaz.
Yönelimleri küresel kültür endüstrisi belirliyor
Kılıçarslan, “kültürel iktidar” derken kastettiğini şu sözlerle anlatıyor:
Tüm dünyada iş gören büyük kültür endüstrisinin meydana getirdiği devasa bir iktidar alanı var. İnsanların kültürel yönelim ve tüketimlerini bu kültür endüstrisi belirler. Hangi kitapları okuyup hangi müzikleri dinleyeceğimiz, hangi tartışmaları yapıp hangi sonuçlara ulaşacağımız bu endüstrisinin istimal ettiği meselelerdir. Türkiye özelinde ise bu küresel kültür endüstrisi ile ‘tam entegrasyon’u zannedildiği gibi sol kültür çevreleri değil, kültür endüstrisi ile iş gören sermaye ve güç odakları sağlar.
Kılıçarslan’a göre "Nazım Hikmet yerine Necip Fazıl okunsun" diyen kişi kültürel iktidarla hesaplaşmıyor.
Tabii ki "modern resim yerine hat desteklensin" diyen kişi de öyle:
Kültürel iktidarla hesaplaşmak, tek kanallı kültür endüstrisi ve onun Türkiye'deki temsilcileri ile uğraşmak anlamına gelir. Bize toplumsal olarak dayatılan kültürü reddetmekle olur. Bize uzatılan dolmaları yutmamakla olur. Hangi kitapları basıp hangi tartışmaları merkezileştireceği söz gelimi Brüksel tarafından belirlenen ‘kültür mühendisleri’ni tespitle olur.
İktidarın görevi sadece "ön açmak" olabilir
“AK Parti kültürel iktidarla ilgili ne yapabilir” sorusuna “Hiçbir şey yapması gerekmez” diye cevap veriyor Kılıçarslan. O’na göre bu tartışmanın olabildiğince dışında kalması siyasi iktidarın yapabileceği en iyi şey olacak:
Zira kültürel iktidarla mücadele devlet eliyle olmaz. Bu bir sermaye ve kadro işidir. Topyekun bir kültürel hareketlenme meselesidir. Burada, bu toprakların ürettiği toplam enerjiyi kullanarak verilebilecek bir mücadeledir. İktidarın görevi ise sadece "ön açmak" olabilir. Üstelik bu ön açmanın güzel örnekleri de elimizde var. 15 yıldır Türk sinemasının desteklenmesinin sonuçlarından biri, Hollywood sinemasının etkisinin belli oranda kırılması olmuştur mesela. İktidar bu tartışmanın tarafı değil, yol açıcısı olduğunda küresel kültürel iktidarla mücadele şansımız artar. Yoksa mesele sağ-sol kamplaşma gibi son derece kısır bir yere saplanıp kalır. Saplanıp kaldı da zaten. "İmkanların paylaşımı" tartışmasına dönüştü. Ben kişisel olarak bu tartışmadan beriyim. Zira kültürel iktidarla mücadele "kültür bakanlığı çalıştayı" ile değerlendirilip sonuca bağlanacak bir olgu değildir. Uzun erimli, doğru hedeflerin belirlendiği bir yol haritasına ihtiyacımız vardır. O harita ufukta görünmemektedir.
Kılıçarslan’ın yanından ayrılarak Sultanahmet’e gidiyorum.
Türkiye’de dindar yazar-çizerlerin belki de ilk ve en büyük örgütlü yapısı Türkiye Yazarlar Birliği’nin (TYB) İstanbul şubesine.
TYB, 1978’de Mehmet Doğan, Yavuz Bülent Bakiler, Erdem Beyazıt, Mustafa Yazgan, Saadettin Elibol, Hüsnü Aktaş, Zeki Ceyhan gibi isimler tarafından kuruldu. Safahat Okumaları, Mesnevi Dersleri, Edebiyat Mevsimi Organizasyonları, Şiir Şölenleri gibi etkinlikler gerçekleştiren TYB, her yıl Yılın Yazarı, Fikir Adamı ve Sanatçısı ödülleri veriyor.
Gemuhluoğlu Salonu'nda...
Şube Başkanı Mahmut Bıyıklı, birçok dergi ve gazetede kültür sanat çalışmaları yayınlayan, televizyon programları yapan bir isim. İstanbul’da “dindar kültür-sanat adamı” denildiğinde ilk akla gelenlerden biri o.
Bıyıklı bizi TYB’nin Sultanahmet’teki Kızlarağası Medresesi’ndeki şube merkezinde, “Fethi Gemuhluoğlu Salonu”nda karşıladı.
"Demokrasinin yaşadığı kırılmalar, kültürel atılım yapmaya engel oldu"
AK Parti iktidarında Türkiye’de “devrim” niteliğinde hizmetler yapıldığını söyleyen Bıyıklı, kendisi gibi birçok kültür sanat insanı gibi iş bu alana gelince duraksıyor:
“Kültürel anlamda AK Parti kendi mensuplarına bile büyük hayal kırıklığı yaşattı. Bunda, siyaseten aşmak zorunda olduğu engellerle boğuşmaktan kültüre vakit bulamamasının da payı var. Türkiye demokrasisinin 15 Temmuz gibi kırılmalar yaşaması, kültürel atılım yapmaya engel oldu diye yorumluyorum.”
Bıyıklı, AK Parti’nin kültür politikasını konuşmak için önce ortada bir kültür politikasının olması gerektiğini söylüyor ve ekliyor:
“Maalesef tartışmasını yapabileceğimiz düzeyde bir politika geliştirilemedi. Türkiye’de sağ ve sol partiler koalisyon oluşturduklarında, sağ partiler pazarlıksız şekilde Kültür Bakanlığını sola verdiler. AK Parti tek başına geldiğinde muhafazakâr aydınlar kültürel sahada büyük bir ümit içine girdi, beklentilerini yüksek tuttu. Fakat AK Parti eski Türkiye geleneğini devam ettirdi, koalisyonda olmamasına rağmen Kültür Bakanlığını sol kökenli bir isme devretme gibi hataya düştü. Bu sol gelenekten gelen bakan da sarsılmaz bir özgüven içinde, tek başına iktidar olan AK Parti hükümetinde CHP’li bir anlayışla hareket etti.”
Bıyıklı’nın isim vermeden değindiği “sol kökenli kültür bakanı” tabii ki Ertuğrul Günay. Ancak Bıyıklı’nın eleştirisi sadece Günay’la sınırlı değil:
Sonrasında gelen ve kendi tabiriyle "kültür-medeniyet bilinci olan" bakanların da siyasi ömürlerini uzun tutmak adına herhangi bir risk almadığına değinen Bıyıklı, o bakanların "köklü bir politika belirlemediklerini" ve günübirlik planlarla koltuktaki günlerini doldurduğunu" söylüyor.
"AK Parti, Hasan Ali Yücel gibi iz bırakacak bir bakan çıkaramadı"
Son kültür bakanının turizm sektöründen gelmesinin ve turizme odaklanmasının AK Parti’nin bu dönemde de kültüre dair hedeflerini ertelediğini gösterdiğini söyleyen Bıyıklı "Maalesef AK Parti, uzun iktidar döneminde Hasan Ali Yücel gibi iz bırakacak, adı uzun yıllar anılacak bir bakan çıkaramadı. Bu büyük bir talihsizlik. Sayın Cumhurbaşkanı’nın karizmatik liderliğine ve yoğun performansına layık bir kültür bakanı çıkmadı, kültürü yönetecek kadrolar kurulamadı" diyor.
Bıyıklı, 2023’e kadar AK Parti’nin kültür politikasını oturtacağına inandığını söylüyor ve ekliyor: “Bu da ancak kültürün anlamını kavrayacak, var olan birikimi ileriye taşıyacak, azimli ve gayretli kültürel kadroların kurulmasıyla mümkün olacaktır.”
© The Independentturkish