Tam 10 yıl önce, Tunus'ta Muhammed Bouazizi'nin kendisini yakmasıyla Arap ayaklanmalarının ilk kıvılcımı ateşlenmiş, pek çok Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkesini etkisi altına alan "Arap Baharı" olarak adlandırılan sancılı bir süreç başlamış oldu.
Son on yılda bu sürece, demokrasi yanlısı protestolar, eski rejimlerin düşüşü, iç savaşlar, kitlesel göçler ve derinleşen mezhep çatışmaları damgasını vurdu.
Onlarca makale, yazı ve kitap yazıldı. "Ekmek, Özgürlük ve Onur" isteğiyle sokakları dolduran insanlar için "Arap Baharı" olarak başlayan süreç yerini koca bir hayal kırıklığına ve eşi benzeri görülmemiş bir krize bıraktı.
Bu yazı, her yıl Arap ayaklanmalarının yıl dönümünde yazılan yazılardan farklı olarak Ortadoğu'nun "alt-bölgesi" kabul edilen Körfez bölgesi üzerine bir değerlendirme içermektedir.
Körfez bölgesinin bu krizi nasıl atlattığı ve on yıllık süreç içerisinde Körfez ülkelerinin bölgede elde ettikleri kazanımları ve karşılaştıkları zorlukları ele almaktadır.
Arap ayaklanmaları, Mısır, Yemen ve Libya'da otoriter rejimleri devirdi. Suriye, Yemen ve Libya'yı iç savaşa sürükledi ve Bahreyn'de rejim karşıtı yoğun gösterilere neden oldu.
Böylece, devrim dalgası bazı ülkelerde liderleri devirirken, bazılarında ise iç savaşa sebep olmuş, tüm dünyayı derinden etkileyen bir insani kriz ile baş başa bırakmıştır.
Suriye, Mısır ve Irak gibi geleneksel Ortadoğu güçlerinin bölgesel düzende yerlerini kaybetmeleri sonucu Körfez bölgesi Ortadoğu'nun yeni ağırlık merkezi haline gelmiştir.
Kendine has özellikleri dolayısıyla ayaklanmalar karşısında Ortadoğu'nun neredeyse tek istikrar bölgesi olarak kalan Körfez, değişim rüzgarına karşı dikkate değer bir direnç göstermiştir.
Ayaklanma rüzgarının sert estiği ülkeler istikrarsızlık ve yoksullukla karşı karşıya kalırken, Körfez ülkeleri ise toplumlarının dönüşümünü hızlandırmış, bazı alanlarda reformlar yapmış ve hatta bazıları İsrail ile diplomatik ilişkiler kurma noktasına gelmiştir.
Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Umman'dan oluşan Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkelerinin Arap ayaklanmalarına verdikleri tepki ve süreç içerisinde izledikleri dış politika, son on yılda yeniden şekillenen bölgeyi anlamak adına önemli.
KİK üye ülkeler, ayaklanmalar sonucu ortaya çıkan bölgesel sorunlar karşısında iddialı bir dış politika izlemek ve bu geçiş döneminde oyun kurucu rolünü devralmak için kolları sıvadı.
Katar, Suudi Arabistan, ve BAE daha aktif bir politik izlemeyi tercih ederken, Kuveyt arabulucu rolünü üstlendi, Umman ise tarafsız dış politikasını devam ettirmeyi tercih etti.
Neredeyse tüm KİK ülkeleri şu ya da bu şekilde kısa süreli protestolara tanık oldu. Bahreyn ve Umman hariç diğer Körfez ülkelerinde devrim rüzgarının hafif esmesinde önemli faktörler rol oynadı.
En önemlisi, Körfez ülkelerinin köklü siyasi açılımlar yerine ekonomik bazı reformlar yapmaları ve mevcut iktidarlarını korumaya yönelik bir siyaset izlemeleri etkili oldu.
Körfez ülkelerinin dış politikalarını belirleyen ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler vardır. Ulusal düzeyde, ulusal bütünlüklerinin sağlanması ve mevcut siyasal rejimleri devam ettirme kaygısı öne çıkmaktadır.
Bölgesel anlamda, İran'dan algıladıkları güvenlik ve mezhepsel tehdit ve bazı Körfez ülkeleri için Müslüman Kardeşler tehdidi gelmektedir.
Uluslararası düzeyde, enerji piyasasının güvenliği ve ABD ile derin stratejik ilişkilerin devamı gelmektedir.
Bölgesel düzenin yeniden şekillendiği Arap Baharı sonrası süreçte Körfez güvenlik mimarisine, Körfez ülkelerinin algıladıkları tehditlere ve bu tehditlere yönelik oluşturdukları politikalara bakmak önemli.
İran'ın Körfez'deki Şiiler üzerinde etkisini artırması ve Müslüman Kardeşler'in Mısır'da iktidara gelmesi ve diğer birkaç bölge ülkesinde güç kazanması, Körfez ülkelerinin bölgesel stratejilerini gözden geçirmesine neden olmuştur.
BAE ve Suudi Arabistan'ın çekirdeğini oluşturduğu statükocu grup, ayaklanma rüzgarının sahneye çıkardığı bu aktörleri kendi iktidarları için ulusal güvenlik tehdidi olarak görmüş, karşı devrimler için yoğun ve maliyetli bir çaba içine girmişlerdir.
Suudi Arabistan ve BAE, ayaklanmalar ile değişen dinamikleri rejim güvenliklerine yönelik tehdit olarak algılarken, Katar ise bu değişim dalgasını oyun kurucu olmak istediği bölgede bir avantaj olarak görmüştür.
Katar, kendisi de monarşi olmasına rağmen, ayaklanmaları desteklemiş ve böylece Körfez bölgesinde iki eksen ortaya çıkmıştır.
Bir tarafta Müslüman Kardeşleri destekleyen Katar, diğer tarafta Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin yer aldığı eksen savaşları başlamış oldu. Değişim süreçleri bu eksen kavgaları arasında boğuldu.
Arap ayaklanmaları, böylece Körfez ülkelerinin kendi aralarındaki ilişkilerinde bir litmus test işlevi gördü.
Katar ve Suudi Arabistan/BAE arasındaki dış politika farklılıkları bu ülkeler arasında 2017'de patlak veren Körfez krizine dahi sebep oldu.
Bu süreçte Katar ve Suudi/UAE ekseni arasındaki mücadelenin ana belirleyici faktörü Mısır ve Suriye oldu.
Körfez ülkeleri Arap baharına karşı dirençli durmuş olsalar dahi, Arap baharının neden olduğu anlaşmazlıklar Körfez ülkelerinin kırılganlığını öne çıkarmıştır.
Örneğin Suudi/BAE ekseninin yumuşak karnı Bahreyn oldu. Körfez ülkeleri arasında yönetimin Sünni ancak halkın çoğunun Şii olduğu ve monarşiyle yönetilen Bahreyn'de, 2011'de patlak veren yönetim karşıtı ayaklanmalar, hükümetin sert müdahalesiyle karşılaştı.
Bahreyn yönetimi tüm çabasına rağmen gösterileri bastıramayınca KİK'in NATO'su sayılan Yarımada Kalkanı'nın askeri müdahalesiyle bu ülkedeki gösteriler bastırıldı.
BAE ve Suudi Arabistan'ın çekirdeğini oluşturduğu statükocu eksenin ilk müdahalesi 2011'de Bahreyn'e olurken, ikinci müdahaleleri 2013'de Mısır'a olmuştur.
Katar askeri darbe sonucu görevinden uzaklaştırılan seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve temsil ettiği Müslüman Kardeşler hareketinin yanında yer alırken, Suudi Arabistan ve BAE devrimci rüzgarın hızını kesmek için, ülkede gerçekleşen askeri darbeye ekonomik/diplomatik imkanlar ile destek vermişlerdir.
ABD'nin Mısır örneğinde olduğu gibi ayaklanmalardan yana takındığı tutum, özellikle Suudi Arabistan'ı ve diğer Körfez ülkelerini son derece rahatsız etmiştir.
Bu da, ABD ile gerginlik yaşayan Körfez ülkelerinin ABD'ye dayalı tek boyutlu güvenlik politikalarını değiştirme zorunluluğunu öne çıkarmıştır.
Bu on yıllık süreçte, Körfez ülkelerinin güvenlik yelpazesine Çin, Rusya ve Türkiye gibi ülkeler dahil olmuştur.
10'uncu yılını geride bıraktığımız bu süreçte, Körfez ülkeleri, Suriye iç savaşına yönelik de politikalarında bir değişime gitmişlerdir.
Savaşın başında yürüttükleri muhalefeti destek politikalarını son yıllarda ikinci plana itmişlerdir. Öncelikli meseleleri Esad rejimi değil, İran ve Müslüman Kardeşlerin bölgesel etkinliğin sınırlandırılması olmuştur.
Fakat Körfez ülkelerinin İran'a bakışlarında da ciddi farklılıklar söz konusudur. Katar ve Umman, İran ile daha yakın ilişkiler içinde iken Kuveyt ortada bir konumda yer almıştır. Geri kalan üç ülke ise tam İran karşıtı bir pozisyonu benimsemiştir.
Bu on yıllık süreçte, Körfez liderlik kadrolarında yaşanan değişiklikler Körfez'de yeni bir dönemin başlangıç noktasını oluşturmuştur.
Dış politika ve bölgesel güvenlik bağlamında ele alındığında, Arap Baharı süreci bölgedeki işbirliği mekanizmalarını değiştirmiştir.
Oluşan yeni bölgesel düzende, bu Körfez monarşileri başka ülkeler ile ittifaka itmiş ve hatta İsrail ile ilişkileri normalleştirme noktasına gelmiştir.
Bu süreç ayrıca, Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer Körfez ülkelerinde ulusal kimlik inşasında yeni bir dönem başlatmıştır.
Körfez ülkelerinin kendi ulusal çıkarlarına göre şekillenen politikaları ile millî kimliğin rolü daha önemli bir hal almıştır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish