ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu tarafından her yıl düzenli olarak yapılan araştırmaların sonucunun hazırlanıp yayınlandığı ve Amerikan Kongresi’ne tavsiyeler içeren 2018 Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu yayınlandı.
Raporda Türkiye, dini özgürlüklerde ikinci kademe ülkeler arasına indirildi. Raporun Türkiye ile ilgili tespitlerine hem Cumhurbaşkanlığı’ndan hem de Dışişleri Bakanlığı’ndan sert tepkiler geldi.
Raporda ele alınan konuların muhatabı gruplardan biri olan Protestanlar ise raporun, yaşadıkları mağduriyetleri ele aldığını ve raporda ifade edilen sıkıntıları birebir yaşadıklarını söyledi.
Nefret söylemindeki artışa vurgu yapılan raporda, Türkiye’deki azınlıkların durumu ile ilgili olarak din veya inanç özgürlüğü konusundaki birçok ciddi kısıtlamanın, azınlık dini grupların hayatiyet ve var olma mücadelesini tehdit etmeyi sürdürdüğü kaydedilerek “Devlet kurumları ve hükümet taraftarı medyanın karalama kampanyaları, azınlıktaki bu gruplar arasında artan bir korku ortamının gelişmesine katkı sağlamıştır” denilmişti.
Andrew Brunson Davası ve dava sürecindeki Türk medyasındaki karalama ve nefret kampanyasının da ele alındığı raporda, Protestanlar için ayrı bir başlık açıldı. Bu başlık altında Protestanların nefret söylemlerinin hedefi oldukları belirtilerek, “Özellikle Protestan Hristiyanlar, Pastör Brunson davasından dolayı şeytanlaştırılmıştır. En az 20 yabancı Protestan ailesi, söylentilere göre, vize yenileme başvurularının reddedilmesi nedeniyle sınırdışı edilmiş veya Türkiye’yi terk etmek zorunda bırakılmıştır” bilgilerine yer verildi.
"Protestan cemaatleri özgürlüklerdeki gerilemeyi en derinden hissetmektedir"
Raporla ilgili, raporda belirtilen olumsuzluklardan doğrudan etkilenen, Türkiye’deki Protestan kilise önderleri İhsan Özbek ile Ahmet Güvener’in ve Protestan Kiliseler Derneği Basın Sözcüsü Soner Tufan’ın görüşlerini aldık.
Geçmiş dönemde Protestan Kiliseler Derneği Başkanlığı görevini de yürüten Kurtuluş Kiliseleri Derneği Başpastörü İhsan Özbek, raporun düzenli olarak yayınlandığına ve ABD hükümeti perspektifinden yazılmış olduğuna vurgu yaparak, kendisi açısından raporun tümünü değerlendirmenin doğru olmayacağını söyledi. Özbek, Türkiye’nin ikinci kategoriye indirilmesinin de raporu hazırlayan komisyonun kriterleriyle ilgili bir durum olduğunu ifade etti.
Türkiye’de inanç özgürlüğü alanında ciddi bir gerileme söz konusu olduğu tespitini yapmak gerektiğini dile getirdiği değerlendirmesinde Özbek şu ifadeleri kullandı:
AK Parti hükümetleri 2008 yılına dek Türkiye tarihindeki en kapsamlı iyileşmeleri yapmışken sonraki dönemde önce bir durgunluğa sonra da gerilemeye gidildiği açıktır. Bu gerilemeyi Protestan cemaatleri en derinden hissetmektedir. Andrew Brunson olayı, bunun doruğa çıktığı bir dönemi başlatmıştır. Brunson’ın şahsında medya tarafından bütün Protestanlar karalanmış ve hiç ilgileri olmadığı halde birçok suçlamaya maruz kalmışlardır. Özellikle iktidar yanlısı basın kuruluşlarının haberleri bizim için can yakıcı olmuştur. Burada, bizlerin, hükümetten bizi koruyucu bir müdahale beklememiz normaldir. Oysa bu beklenti boşa çıkmıştır.
Pastör Özbek, hükümete de çağrıda bulunarak, “Tekrar 2008 öncesindeki ruha dönüşü beklemekteyiz. O başarılı performansı da aynı yönetim gerçekleştirmişti” dedi.
"Rapordaki tespitler şaşırtıcı değil"
Raporu Independent Türkçe için değerlendiren Protestan Kiliseler Derneği Basın Sözcüsü Soner Tufan ise Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu’nda hükümete ağır eleştiriler yöneltilmesine şaşırmadığını kaydederek “ağır eleştiri” tanımının da hükümet ve o tepkiyi yansıtan medya organlarının kullandığı subjektif bir ifade olduğunu dile getirdi. Tufan açıklamasında dini özgürlükler konusunda evrensel değerler ve normlar olduğuna vurgu yaparak şöyle konuştu:
“Bu normlara göre değerlendirildiğinde ulaşması beklenen noktaya gelmediği için eleştirilir. Hükümetin yaptıkları bazı şeyler bekleneni karşılamadığı için eleştirilir. Bu konuda ne kadar adım atarsa atsın, uluslararası normlara uygun bir noktaya gelmediği sürece eleştirilecektir”
Dini Özgürlükler Raporu’nun ardından yayınlanan Basın Özgürlüğü raporunda da hükümetin tepkisini çekecek tespitler olduğunu belirten Tufan, bu raporların üstünkörü açıklamalarla eleştirilmesi yerine içeriğinin konuşulması ve değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti. Tufan sözlerini şöyle sürdürdü:
Neden böyle yazılıyor, neden eleştiri alınıyor, bu ülkede Hristiyanların kilise olarak tescil edilmiş ibadethaneleri yoksa, Hristiyanların çocuklarını gönderecekleri, din adamı yetiştirecekleri okulları yoksa demek ki özgürlük eksikliği var. Demokrasi ve özgürlükler açısından sokaktaki herhangi bir Müslümanın sahip olduğu bütün haklara, ülkede yaşayan ve yaşayacak olan bütün inanç sahipleri, ya da inançsız olanlar o haklara sahip değilse demek ki özgürlük ve demokrasi eksikliği vardır.
Protestan Kiliseler Derneği Basın Sözcüsü Soner Tufan, “Gerçekçi bir pencereden baktığımda yakın bir zamanda bu normlara ulaşabileceğimi pek sanmıyorum” diye belirttikten sonra “Çok sert tepki verecekleri raporlar gelecektir büyük olasılıkla” öngörüsünde bulundu.
"Raporda yazanlar yeni değil"
Raporun Protestan kiliseleri, Protestanlar ve Protestan din adamları ile ilgili kısımlarını sorduğumuz Diyarbakır Protestan Kilisesi Pastörü Ahmet Güvener, raporda yazanların yeni olmadığını ve bunları yıllardır yaşadıklarını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
Dört yıl önce kilisemizde hizmet eden Jeremiah Mattix, hiçbir suçu olmadığı halde “Ulusa güvenliği tehdit” gerekçesiyle gözaltına alınarak sınırdışı edildi. Daha sonra açtığı mahkemeleri kazandığı halde kayıtlarda şerh olduğu için, Türkiye’ye giremiyor. Binbir sıkıntı ve uğraş sonucu girebildiğinde de polis takibinde oluyor, sürekli olarak ‘ne zaman çıkacaksın, ne zaman geri döneceksin’ diye taciz ediliyor. Mahkemeyi de kazansan hiçbir işe yaramıyor, düzelmiyor.
Güvener, Mattix haricinde Diyarbakır’da hizmet eden yabancı din görevlilerinin tümünün aynı veya benzer gerekçelerle sınırdışı edildiğini veya vizelerinin yenilenmeyerek ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldıklarını belirterek Diyarbakır’a ek olarak Mardin’den de iki ailenin gönderildiğini açıkladı.
Diyarbakır Kilisesi önderi Ahmet Güvener, Diyarbakır’daki Hristiyanlara dini hizmet verecek yetişmiş din adamı kalmadığını ve bu nedenle sıkıntı yaşadıklarını söyledi. Güvener yaptığı açıklamada, Türkiye’de din adamı yetiştirmelerinin de önünde engel olduğunu ve din adamı yetiştiremediklerini ifade ederek, “Hem din adamı yetiştirmemiz için okul açmamıza müsaade edilmiyor, hem de yurtdışından yetişmiş din adamı getirip istihdam etmemize izin verilmiyor” dedi.
"Gerçek rakam rapordakinin çok üstünde"
Güvener’in verdiği bu bilgileri Kurtuluş Kiliseleri Derneği Başpastörü İhsan Özbek de teyit ediyor. Özbek, “Birçok yabancı kilise görevlisi yurt dışına çıkarıldı ve bu uygulama artarak devam etmektedir” diyerek, Türkiye’nin sınırdışı etmelerinin sadece din adamlarıyla sınırlı olmadığını, dini nedenlerle Türkiye’ye sığınan İranlı mültecileri de İran’da hapis yatmaları, işkence dahil kötü uygulamalara uğramalarının ihtimal dahilinde olmasına rağmen geri gönderilmeye başlandığını söyledi. Özbek, Göç İdaresi’nin İranlı Hristiyan mültecilere yönelik giderek artan olumsuz bir tutumu olduğunu belirterek şu ifadeleri kullandı:
İranlı Hristiyan mültecilerin İran’da hapis yatmaları, işkence dahil kötü uygulamalara uğramalarının Türkiye’yi daha da kötü bir görüntüyle karşı karşıya bırakacağını tahmin etmek zor olmayacaktır.
Geri göndermeler ile ilgili raporda verilen 20 sayısının gerçeğin küçük bir kısmı olduğunu belirten Protestan Kiliseler Derneği Basın Sözcüsü Soner Tufan şöyle konuştu:
Bu rakam doğru değil. Doğru olan bu rakamın son 5 yıl içinde bizim bildiğimiz, kayıtlarımıza geçen birçok sınırdışı olayının küçük bir bölümü olmasıdır. Yani daha fazla Hristiyan din adamı Türkiye’den gönderildi.
"Nefret söylemi Hükümetin adımıyla yatışabilir"
ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu tarafından hazırlanan 2018 Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu’nda Türkiye’de azınlıklara yönelik nefret söyleminin artarak devam ettiğine vurgu yapıldı. Özbek, nefret söylemindeki artışın ana kaynağının Brunson olayında hükümet yetkilileri tarafından yapılan sert açıklamaların basın ve muhafazakar kamuoyundaki yankıları olduğunu belirtti. Özbek şöyle konuştu:
Bu sorunun hükümet tarafından atılacak birkaç adımla yatışacağı kanısındayım. Ama bu adımlar atılmadığında gelişen olumsuz ortamın kiliseleri ve başta Protestanlar olmak üzere bütün Hristiyanları tacize, saldırıya açık bıraktığı sürekli gözlemlenen bir durumdur. Hükümetin de hoşuna gitmediğini bildiğimiz bu saldırıları engellemenin en basit yolu kamuoyuna medya aracılığıyla uyarı ve açıklamalar yapılması olacaktır.
Nefret Söylemindeki artışa 2018 Hak İhlalleri Raporu’nda da dikkat çekildiğini söyleyen Protestan Kiliseler Derneği’nin basın sözcüsü Soner Tufan, nefret söylemindeki artışı ve nefret suçlarının fütursuzca işlenmesini bu söylemin sürekli beslenmesinde gördüğünü ifade ederek, nefret söylemini sürekli hedef göstermeyle beslenen bir canavara benzetiyor.
Tufan’a göre Hristiyanların veya Hristiyan olanların ülkeyi bölmeye çalışan, vatan haini olarak nitelendirilmesi, sürekli yanlış yolda, çeşitli çıkarlardan dolayı inancını değiştirdiği ithamlarının yöneltildiği insanlara yönelik öfkenin artmasında hiç bir şaşırtıcı yön yok.
Nefret söyleminin söylemin en tepedeki cumhurbaşkanından, okulda sürekli yanlış bir şekilde din dersi veren öğretmenlerin yaklaşımına kadar her kademede beslendiğini dile getiren Tufan, “oysa doğru olduğu üzere saygının, tahammülün ve kabullenişin dilini duysak ülkemiz bambaşka bir noktada olurdu” diyerek özlemini de dile getiriyor.
"Yasalar kendilerine işliyor"
Nefret söyleminin en yoğun hedeflerinden biri olan Diyarbakır Protestan Kilisesi Pastörü Ahmet Güvener de bu konuda yargının tarafsızlıktan uzak ve çifte standart içeren tutumu bulunduğunu belirterek, kendisine ve inancına küfreden birinin kayıtlar ve delilere rağmen cezalandırılmadığını, bir milletvekili veya Müslümanlığa hakaret eden birinin cezalandırıldığını ifade etti.
Güvener, nefret söylemini hükümetin yaptığını ifade ederek, “Bazı yasaların değişesiyle iyi gelişmeler oldu. Nefret söylemi de hükümetin şu anki tutumunu değiştirip 2008 öncesi tutumuna dönmesiyle çözülecektir” dedi.
Güvener, Andrew Bronson davası süresince kendisine, kilisenin eski din görevlilerinden Jerry Mattix’e ve Mardin Protestan Kilisesi’nin Önderi Ender Peker’e “PKK Terör örgütüne destek veriyor” diye asılsız iftiralar atan gazetelere açılan davadan da sonuç çıkmadığını belirterek, “Bugüne kadar savcılık çağırıp da ifade bile almadı. Yani Hristiyanlara atılan her türlü iftira mübah gibi bir durum var” dedi. Güvener, “Yani kendilerine uygulandığında yasalar iyi bir şekilde işliyor, bize uygulandığında işlemiyor” diyerek durumu özetliyor.
© The Independentturkish