Bülent Arınç…
Milli Görüş'ün ikinci partisi Milli Selamet Partisi'nde (MSP) siyasete başladığında, bugünün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da partinin İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanıydı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Parti içi mücadelelerde aynı siperlerde yer aldılar.
Erbakan'ın karizmatik liderliğine karşı aynı saflarda birleştiler.
Uzun süre ülkeyi yönetirken de yana durdurdular.
Sonra bir şey oldu.
AK Parti gücünü tahkim ettikçe, devletleştikçe dışarıya karşı beraber mücadele edenler artık birbirlerine karşı bilenmeye başlamıştı.
Tarihte binlerce örneği görülen bir iç sıkıntı büyüyordu.
Newsweek Türkiye dergisinin "AK Parti'nin vicdanı" diyerek kapağına taşıdığı Bülent Arınç şimdiye kadar hep "Ne söyledimse doğru bildiğimi söyledim. Partim ve arkadaşlarım için en hayırlısının ne olduğunu düşündüysem onu yaptım" diyordu.
Erdoğan'ın dürüst olmadığını açıkça belirttiği Arınç'la olan ve artık pamuk ipliğinden bağları son günlerde tam anlamıyla koptu.
Gelenekçi-Yenilikçi kavgası
Milli Görüş partilerinde yıllarca süren "Yenilikçi-Gelenekçi" tartışması, 1996 yılında da tüm ağırlığıyla kendini hissettiriyordu.
Şu anda Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk, o tarihte RP Genel Sekreteriydi.
Tartışmaların alevlenmesi üzerine sağlık sorunları nedeniyle görevini bırakma kararı aldı.
Erbakan'ın bu görev için düşündüğü isimler ise Abdullah Gül, Şevket Kazan ya da Bülent Arınç'tı.
1997'de Refah Partisi'nin kapatılmasının ardından hareket içindeki tartışma daha da büyüdü.
Partinin genç kanadının lideri olmak isteyen Erdoğan ile hareketin lideri Erbakan arasında soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştı.
RP'den sonra kurulan Fazilet Partisi'nin liderliğine beklendiği gibi genç bir ismin yerine Recai Kutan'ın getirilmesi de o cenahta rahatsızlık yarattı.
Arınç o günlerde tavrını Erdoğan'dan yana koymuştu.
O da partinin "gençleşmesini" isteyenler arasındaydı.
Kuşkusuz Arınç'ın bu desteği, parti içi dengeler açısından önemliydi ve Erdoğan'ın elini rahatlatıyordu.
Arınç: Erdoğan en çok oyu alabilecek isim
Bu destek artık gazete manşetlerini süslemeye başladı.
Milliyet gazetesinden Nilgün Cerrahoğlu'na konuşan Arınç, "Yenilikçi Hareket'in" liderinin değil kadrosunun olduğunu söyledi ve Erdoğan'ı "En çok oyu alabilecek isim" olarak belirtti.
Arınç'ın Erbakan'a da eleştirileri vardı.
Yani Arınç, 22 yıl önce de bugünküne benzer ifadeler kullanıyordu:
"Bir lider her şeyi bilmeyebilir. Falanca konuyu arkadaşlarımla konuşayım diyebilmeli. Ulaşılmaz, dokunulmaz olmamalı."
Milli Görüş'ün gençleri, RP kapatıldıktan sonra parti içi mücadele kararı aldı ve RP'nin yerine kurulan FP'ye katılmaya başladılar.
FP kongresinde aday olmayı kafaya koyan Erdoğan'ın Siirt'te okuduğu bir şiir yüzünden hapis cezası alması ekibin yönteminin değiştirmesine neden oldu.
İsmi hep Erdoğan ve Gül ile birlikte anıldı
Bülent Arınç'ın yeni hareketteki rolünü o günlerde basına bir röportaj veren "İslamcı entelektüel", şimdinin AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, şu sözlerle anlattı:
(Tayyip Erdoğan'dan) başka alternatif gözükmüyor. Tabanın refleksleri yüzde 90 Erdoğan'ı işaret ediyor. Teşkilat da aynı şekilde. Kurmaylık söz konusu olunca Ankara'da üç isim aynı anda telaffuz ediliyor: Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç.
Arınç ile dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek arasındaki kavga da o günlerde alevlenmeye başlamıştı.
Partiye danışmadan çok sayıda karar alan Gökçek'i Genel İdare Kurulu'nda sert sözlerle eleştiren Arınç, şunları söylemişti: "Çöplükte belediye başkanı belirliyor. Sanki genel başkan! Particilikte böyle bir şey olabilir mi? Artık çizmeyi aştı."
Arınç, 1999 yılında Erdoğan ismini daha net bir şekilde dillendirmeye başladı.
1999: Partiye en çok yakışan lider Erdoğan'dır
FP'nin 1999 seçimlerini erteletmeye çalışmasının ardından partiyi Erbakan adına yönlendirdiğini söyleyen Asiltürk'e bayrak açan Arınç, "FP'yi harcıyorlar. 'Akşam seçim istiyoruz' deyip sabah 'seçime karşıyız' denmez. Bu partiye en çok yakışan lider Erdoğan'dır. Seçimin ardından kongreyi toplayacağız. FP'nin layık olduğu yönetime kavuşmasını sağlayacağız."
1999 seçimlerinde FP yüzde 15,4 oranında oy almıştı.
Bu tablo hareketin oy oranının 6 puan düştüğünü gösteriyordu.
Genel seçimlerde istenilen başarı elde edilemese de İstanbul ve Ankara gibi önemli kentlerin yönetimi hala Fazilet Partisi'ndeydi.
Ve bu durum yenilikçilerin avantajıydı.
Bülent Arınç ise tansiyonu Erdoğan lehine hep yüksek tuttu.
Kongre yaklaşırken ismi genel başkanlık için geçen Arınç, "Teşkilatım isterse aday olurum. Başkanlığa Tayyip Erdoğan'ın layık olduğunu sürekli söyledim" dedi.
Gül lehine adaylıktan çekildi
Ancak Erdoğan'ın siyaset yasağı kongrede aday olmasının önüne geçiyordu.
Yenilikçiler'in bir genel başkan adayına ihtiyacı vardı. Doğal adaylar ise Abdullah Gül ve Bülent Arınç'tı.
30 Temmuz 1999 günü TBMM'de bir basın toplantısı düzenlendi.
FP Genel Başkan Yardımcılığı'ndan istifa eden Abdullah Gül kameraların karşısına geçti.
Sağında Cemil Çiçek solunda ise Bülent Arınç oturuyordu.
Masada Abdulkadir Aksu, Ali Coşkun, İrfan Gündüz ve Eyüp Senay da vardı.
Bu fotoğraf, Gül'ün başkan adaylığının işaretiydi ve partinin ağır toplarından Arınç da onu destekliyordu.
Arınç da bu fotoğraftan kısa süre sonra, başkan adayı olmadığını söyledi: "Ben çekiliyorum, Abdullah Bey aday oluyor."
FP kongresi yaklaşırken genel başkanlıktan önce divan başkanlığı kavgası yaşandı.
Erbakan'a yakın Asiltürk divan başkanlığı için Yasin Hatipoğlu'nu istiyordu.
Bülent Arınç ise bu isteği dayatma olarak kabul etti ve şunları söyledi: "Partide komitacılık olmaz."
Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından FP'nin kapatılmasıyla Milli Görüş'ün 4. Partisi de tarihe karışmış oldu.
Artık parti içi yol ayrımı daha da görünür bir şekilde yaşandı.
Yenilikçiler, FP'nin ardından kurulan Saadet Partisi'ne geçmedi ve kendi partilerini kurdu.
Ama Bülent Arınç, partinin kurucular kurulunda yer almadı.
AK Parti girdiği ilk seçimde tek başına iktidar olmayı başardı. Arınç da Tayyip Erdoğan'la birlikte siyasi mücadelenin içinde yer aldı.
İlk sınav 1 Mart tezkeresi
Erdoğan ile Arınç arasındaki ilk büyük sınav 2003'teki ABD-Irak savaşı öncesinde yaşandı.
Erdoğan, TSK'nın ABD ile birlikte Irak'a girmesini savunuyordu.
2002'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı seçilen Arınç ise buna karşıydı.
TBMM'de yapılan gizli oturum öncesi milletvekilleri arasında kulis yaptığı ifade edilen Arınç'ın çabaları karşılıksız kalmadı ve 1 Mart tezkeresi meclisten geçmedi.
Erdoğan yıllar sonra bu kararın yanlış olduğunu şu sözlerle dile getirecekti:
Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım. Karşı olanlar bunu açıkça söylemediler. Birileri de gizli kulisler attılar. O insanların kimler olduğunu araştırır bulursunuz. 1 Mart tezkeresi ilk anda kabul edilip Türkiye Irak’ta olsaydı Irak'ın durumu böyle olmazdı.
Türkiye'nin en kritik kavşaklarından biri 2007'deki cumhurbaşkanlığı seçimiydi.
"Laik muhalefet" eşi başörtülü birinin cumhurbaşkanı olmasını istemiyordu.
Genelkurmay da benzer kanaatteydi. Darbe söylentileri doruğa ulaşmışken Arınç'tan o kritik müdahale geldi.
Erdoğan ve Gül ile yaptığı üçlü görüşmede tavrını net bir şekilde ortaya koydu: "Ya siz, ya Gül ya da ben cumhurbaşkanı olmalıyız"
Öyle de oldu. AK Parti'nin cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül, köşke çıkan 11. Cumhurbaşkanı olarak tarihe adını yazdırdı.
TBMM Başkanlığı, 60. Hükümette Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, 61. Hükümette Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunan Arınç ile partinin lideri Erdoğan arasındaki en sert kavga "Kürt çözümü süreci'nde" yaşandı.
Dolmabahçe kavgası
Ahmet Davutoğlu hükümetinde "çözüm süreci'nin" sorumluluğu verilen Arınç, HDP'lilerle hükümet arasında yapılan Dolmabahçe Mutabakatı'na sahip çıkıyordu.
Erdoğan ise bu mutabakata karşıydı. Arınç, Erdoğan'ın mutabakattan haberi olduğunu söyleyecekti.
Erdoğan'ın bu hamleye tavrı çok sert oldu:
"Bundan benim haberimin olduğunun, bunun benim müsaademle yapıldığının iddia edilmesi kesinlikle dürüst bir hareket değildir. Doğru bir hareket değildir. Kaldı ki o zat, benimle çalıştığı zaman içerisinde bunları konuşmamıştır. Parlamentodan çıktıktan sonra kalkıp da cumhurbaşkanı hakkında böyle bir doğru olmayan ifadeler kullanılmasını kabul etmek mümkün değildir."
2015 seçimlerinde, 3 dönem kuralı gereği aday olmayan Arınç siyaseti parlamento dışında sürdüreceğini ve dışarıdan katkı yapacağını söyledi.
2019'da kurulan Cumhurbaşkanlığı Yüksek istişare Kurulu üyesi olarak tekrar devlet katına döndü.
AK Parti'den kopuşları engellemek için çaba gösterse de başarılı olamadı.
Yaptığı her açıklamayı "Doğru bildiğimi söylerim" diyerek tahkim etti.
FETÖ ile mücadele, KHK'lar, yargının durumu...
Hemen hemen her konuda söz söyledi. Söyledikleri hep çok tartışıldı.
O yayın son damla oldu
Ancak bir TV kanalında yaptığı son açıklamalar artık bardağın dolduğunu gösteriyordu.
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılması gerektiğine yorulan sözleri Cumhur İttifakı'nın ortağı MHP'nin sert tepkisini çekti.
AK Parti içinden de Arınç'a muhalefet başlayınca Erdoğan direkt Arınç'ı hedef alan o sözleri söyledi: "Yeni bir fitne ateşi yakılmaya çalışılıyor…"
Arınç, iki gün boyunca Erdoğan'la görüşmek istedi.
İstifası cebindeydi ve bununla herhangi bir "fitne ateşi" yakmadığını göstermeye çalıştı.
Ancak yüz yüze görüşmeleri mümkün olmadı. İstifasını Erdoğan'a telefonla sundu. Erdoğan istifasını kabul etti.
1970'li yıllarda aynı siperlerde başlayan ama süreç içinde epey yıpranan "dava arkadaşlığı" o telefon konuşmasıyla çok büyük bir yara aldı.
Siyasetin "Küçük Erbakan'ı"
2019 yılında çıkan bir kitabın adı Küçük Erbakan.
Kitap, Ömer Şahin sorularının Bülent Arınç tarafından yanıtlanmasıyla ortaya çıktı.
Kitabın ithaf sayfasını bizzat Bülent Arınç kaleme aldı ve kitabı Necmettin Erbakan'a ve ''Hepimizin ağabeyi'' dediği Recai Kutan'a ithaf etti.
Küçük Erbakan'ın safları Büyük Erbakan'la ayrıldı ama benzer gerekçelerle artık Erdoğan'la da beraber değil.
© The Independentturkish