Bahreyn Dışişleri bakanı Al Halife: Hürmüz'ün bir gün için bile kapatılmasına izin vermeyiz

Bahreyn Dışişleri Bakanı, İran’ın ‘kendisini uçuruma doğru sürükleyen bir siyaset güttüğünü’ söyledi

Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed / Fotoğraf: Reuters

Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed Al Halife, İran’ı ‘kendisini uçuruma doğru sürükleyen bir siyaset güttüğünü’ söyledi ve Hürmüz Boğazı’nın bir günlüğüne bile kapatılmasına izin verilmeyeceğini duyurdu.

Bahreyn Kralı Hamad bin İsa Al-i Halife’nin ziyareti kapsamında Paris’te bulunan Bahreyn Dışişleri Bakanı, Sadr Hareketi lideri Mukteda el-Sadr’ın Bahreyn’e yönelik açıklamalarını Irak hükümetinin kabul ettiğini söyleyerek, "Yanlış yapan tarafın özür dilemesi gerekir" dedi .

Bahreynli bakan geçtiğimiz aylarda Tunus'ta gerçekleştirilen 30. Arap Birliği Zirvesi sırasında Katar Emiri Temim bin Hamd'ın Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz'in önünden geçerken kendisine selam vermediğini söyledi. Bakan, körfez krizinin çözümü için burada çekilecek olan fotoğrafın önemli bir sembol olabileceğini öne sürdü.

Ülkesinin Suriye rejimi ile normalleşme sürecinin gerisinde kalmadığını ifade eden Bakan, aksine dört Arap ülkesi Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve BAE gibi ‘uzun süredir gündemde olmayan Arap rolünün yeninden etkinleştirilmesini istediğini’ dile getirdi.

 

bahreny dışilieri.jpg
Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed Al Halife / Fotoğraf: AP

 

Ayrıca siyasi bir sürece ilişkin çözümün Suriyelilere bırakılması gerektiğini düşündüğünü ifade ederek, Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşünün ‘vakti geldiğinde’ önerilmesi gerektiğini söyledi.

Katar'la olan anlaşmazlıkla ilgili olarak da açıklamalarda bulunan bakan, topun Doha’nın sahasında olduğu değerlendirmesinde bulundu ve gerek Riyad gerekse de son Tunus Zirvesi'nde kendileri için mevcut olan fırsatlardan yararlanamadıklarını söyledi.

Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed Al Halife ile gerçekleştirilen röportajın metni şöyle:

Önceki gün burada gerçekleştirilen toplantılar münasebetiyle gerek sizin tarafınızdan gerekse de Fransızlar tarafından yapılan açıklamalarda, bölgedeki meselelere ve çatışmalara ilişkin tutumlarınızın benzer olduğunu ifade ettiniz. Paris'in bazı görüş farklılıkları olmasına rağmen, örneğin Suriye ve İran meseleleriyle ilgili olarak da aranızda bir fikir birliğinin olduğu doğru mu?

Büyük bir yakınlaşmanın söz konusu olduğunu söyleyebilirim. Çünkü iki ülke meselelere ilişkin tutumlarında nadiren uzlaşma sağlarlar. Suriye söz konusu olduğunda, Suriye halkının kanının akıtılmasının önüne geçecek siyasi bir çözüme ulaşılmasını ve uluslararası kararlara dayanarak halkın beklentilerinin karşılanmasını istiyoruz. Fransızlarla birlikte bu meselenin merkezi bir konumunun olduğunu düşünüyoruz. Tabii ki, Suriye’de istikrarın yeniden sağlanması konusunda Fransa’nın aralarında bulunduğu büyük güçlerin sorumluluğu hakkında konuşuluyor. Suriye’de istikrarı temin edebilecek ülkelerin bu hususa ilişkin sorumluluklarını üstlenmeleri için İran veya bölgedeki diğer ülkelerin Suriye’de oynadıkları rolden geri çekilmeleri gerektiğini vurguluyoruz.

Bunun yanı sıra burada dikkate alınması gereken bir Arap rolü var. Birkaç ay önce New York'ta 5 Arap ülkesi - Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Ürdün- tarafından bir girişim başlatıldı. Bu ülkeler Suriye'nin Arap Birliği'ne geri dönmemesi yönünde çalıştılar. Çünkü bunun için henüz erken olabilir. Ancak bu dönemde Suriye’ye ilişkin bir Arap rolünün yokluğu söz konusuydu ve diğer bölge ülkelerinin Suriye dosyalarına dahil olmasına izin verilmişti. Bu hususta Fransa ve diğer müttefikleri arasında uluslararası düzeyde bir fikir birliği vardı. Söz konusu ülkeler devletin zayıflığı nedeniyle ortaya çıkan boşluktan yararlanan terör örgütleriyle uğraşmak gibi bir çözüme ulaşmayı önceleyen bir meseleyle uğraşmak zorundalar. Ayrıca burada Hizbullah ve diğerleri gibi Suriye ile hiçbir ilgisi olmayan ve bazı devletler tarafından desteklenen terör örgütleri var.

Fransızlar, ‘Suriye rejimi ile normalleşmeyi ve yeniden yapılanmaya katılımı’ siyasi bir çözüm ile irtibatlı olarak ele alıyor. Amerikalılarının ve diğerlerinin tutumu da bu yönde. Ancak, Bahreyn'in bu ilişkileri canlandırmada ‘aceleci’ olduğunu düşünenler var.

Herhangi bir acelecilik söz konusu değil. Suriye ile aramızdaki diplomatik ilişkiler kopmadı. Manama’daki Suriye büyükelçiliği kapanmadı ve her ne kadar diplomatlar bulunmasa da (büyükelçi ve maslahatgüzar) Şam’daki büyükelçiliğimiz yerel personeller için daima açık oldu. Şimdi Suriye’ye bir maslahatgüzar gönderdik.

Ayrıca Körfez ülkelerinde çok sayıda Suriye vatandaşının bulunduğunu belirtmem gerekiyor. İletişim sorunu ile normalleşme meselesi arasında ayrım yapmak istiyorum. Herhangi bir sorunu çözmek için temaslarda bulunmak gereklidir. Ancak bu normalleşmeyi hızlandırdığımız anlamına gelmiyor.

Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşü için çok geç değil. Bu Arap Birliği’ne bırakılmış bir mesele olmakla birlikte zamanı geldiğinde böyle bir öneride bulunulacaktır. Bugün, ilgili devletlerle çalışmayı dört gözle bekliyoruz. Bunun yanı sıra siyasi çözüm konusunda da oldukça ihtiyatlıyım. Bence Suriyeliler bununla başa çıkabilirler. Yerinden olmuş kişilerin evlerine dönmesi gibi insani konular ise etkili bir siyasi çözüm ortamı yaratacak adımlardan biri olabilir. Ancak bunu bir önkoşul olarak ortaya koymak büyük güçlerin uhdesinde olan bir meseledir. Biz olayın bu yönüyle ilgilenmiyoruz.

Bahreyn, İran'ın Arap ülkelerinin iç işlerine müdahale etmemesini istiyor. Suriye rejimini destekleyen ve kalmasını sağlayan İran’dı. Bu nedenle Suriye'ye ilişkin çalışmalarınız ve İran hakkındaki tutumunuz arasında çelişki gören kimseler var mı?

Suriye ile olan ilişkimizin iki Arap ülkesi çerçevesinde olmasını istiyoruz. En nihayetinde İran ile ilişkilerinden dolayı Suriye’yi göz ardı etmiyorum. Suriye Arap Birliği'nin kurucu ülkeleri arasında yer alıyor. Ayrıca bilgi, kültür ve sanayi bakımından büyük ve önemli Arap toplumlarından biridir.

Suriye halkından değil, rejimden söz ediyorum…

Sorun değil. Bizim de İran'la bir ilişkimiz vardı. İran'la olan ilişkilerinden dolayı Arap kardeşimi sorumlu tutmuyorum. Aksine onunla temaslara bulunmayı, kardeş olduğumuzu ve Arap ortamının bölgedeki diğer tüm ortamlardan daha önemli olduğunu hatırlatmayı istiyorum.

Bahreyn, Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönmesinin hâlâ çok uzakta olduğunu düşünüyor mu? Nitekim Arap Birliği’nin ‘şartların henüz mevcut olmadığını’ birkaç kez dile getirdiğini biliyoruz. Bunun için ne gerekli?

Arap ülkeleri arasında bir uzlaşıya ve bu hususta Suriye ile temaslarda bulunulmasına ihtiyaç var. Sözünü ettiğim uzlaşı hala sağlanmış değil.

Suriye ile ilişkilerin yeniden canlandırılması veya normalleşmesi yolundaki çalışmalarını yavaşlatmaları için Arap ülkeleri üzerinde bir ABD baskısı olduğunu biliyoruz. Bu konuda ABD’den herhangi bir mesaj aldınız mı?

ABD, Bahreyn de dahil olmak üzere bölgedeki bir dizi ülkenin büyük müttefiki olması itibariyle Arap alemindeki hareketliliği takip ediyor ve bu hususta bize bir takım sorular sorduğu oluyor. Bizim cevabımız, müttefiklerimiz olan Amerikalıların Suriye'deki Arap çıkarlarını dikkat alması yönünde oldu. Aceleci davrandığımızı düşünmüş olabilirler. Ancak biz onlara, normalleşme sürecinin herhangi bir şekilde kasıtlı ve çalışılmış olmadığı hususunda garanti verdik.

Arap Birliği'ne dönüşün birtakım koşulları var. Suriye’de aktif bir Arap rolü oluşturmak için çalışıyoruz. Suriye için en iyisi olduğuna inandığımız durum budur. Çünkü Suriyeliler adına konuşacak kişiler, yine onların kardeşleridir. Suriye'ye İran ya da Türk kapısından girmek istemiyoruz.

Belirttiğiniz husus, yukarıda zikrettiğiniz 5 ülkenin de tutumunu yansıtıyor mu?

Bu ülkeler Suriye meselesiyle ilgili olarak dünya ülkeleriyle çalışmayı dört gözle bekliyor. Evet, belirttiğim hususlar söz konusu ülkelerin de tutumunu yansıtıyor.

ABD-İran gerginliği

Son zamanlarda, İran ile ABD arasındaki askeri söylemlerin tonunun yükseldiğini ve tehditlerin arttığını görüyoruz. Bölgede yeni bir savaşın eşiğinde miyiz?

Ne ABD ne Körfez ülkeleri ne de bölge ülkeleri, kimse savaş istemiyor. İran, bölge ülkelerinin işlerine müdahale ettiği sırada büyük hatalar yaptı ve bu ülkelere para, silah ve milis gönderdi.

Bugünkü durum, Washington’un çekildiği nükleer anlaşmadan kaynaklanıyor. Bu anlaşma dahilinde İran'ın nükleer programı ele alındı, fakat bizi tehdit eden balistik programları ve hegemonyacı politikası göz ardı edildi. Bu konular ele alınmadığından dolayı İran, gün geçtikçe tehditlerini arttırdı. Bugün Hürmüz Boğazı'nı kapatmakla tehdit ediyor.  Ancak boğazı kapatmanın, kendisini boğacağı anlamına geldiğinin de farkında.

Bu tehditleri ciddiye alıyor ve dostlarımızla işbirliği içinde bunları ele almaya çalışıyoruz. Bu durum, müttefiklerimizle çıkarlarımızın korunması hususunda ortak bir tutum benimsemeye bizi sevk ediyor. Bugün İran’ın üstlenmesi gereken büyük bir sorumluluk var ve kendisi ile ABD arasındaki bu hassas durumdan geri adım atması gerekiyor. Tahran'ın mevcut politikasından geri adım atması için önünde bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu politika onu uçurumun eşiğine getirdi. Bunun farkında olması gerekiyor.

ABD yönetiminin İran petrolünü satın almaları için 8 ülkeye verdiği muafiyetlerin süresinin bitmesine az kaldı. İranlı yetkililer, ya İran petrolünün ihraç edebildiğini ya da Körfez'deki hiçbir noktadan petrolün dışarı çıkmayacağını söylüyor. Bu yeni gerçeklikle nasıl başa çıkacaksınız?

Bu, tüm Körfez ülkeleri için açık bir tehdit. Böyle bir adım atmadan önce İran'ın dikkatlice düşünmesi gerekiyor. Çünkü böyle bir adım mevcut durumu oldukça riskli bir merhaleye taşır ve buna bir gün bile dayanamaz. İran geçmişte Irak-İran savaşının sona ermesi de dahil olmak üzere önemli kararlar aldı ve o sıra ‘zehir dolu kadehi yudumladığını’ söyledi. İran, öncelikle komşu ülkelere güçlü mesajlar göndererek politikalarını değiştirme yolunda adım atabilir. Çünkü bu ülkeler İran için önemli olan ülkeler.

Herhangi bir çatışmadan söz etmek açık bir savaşa girileceği anlamına gelmiyor. İran bunu emri altında olan milisleri aracılığıyla da yapabilir…

Müdahale etmeyi hiç bıraktılar mı? Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi Irak'a da müdahale ediyorlar ve ülkeyi kontrol ediyorlar. Bu ülkeler Arap kimliğine sahip olan ülkeler. Bu nedenle, Arap bölgesinin istikrarını ve Arap medeniyetini korumaya çalışmalıyız. Onlar, Arap halklarının kaderini umursamıyorlar.

Katar krizi

Katar ile olan ilişkilerin bir gün düzelme ihtimali var mı?

Ülkelerimiz maruz kalacaklarını zararın önüne geçmek için birtakım adımlar attı. Herhangi bir Katar ablukası söz konusu değil. Katar’ın anlaşmalara saygı göstermediğinden kaynaklı zararların önünü kesmek için kapanan kapılar var.

Suudi Arabistan Kralı’nın Katar Emirliği’ni Riyad Zirvesi’ne davet etmesi de dahil olmak üzere bir takım girişimlerde bulunduk. Fakat kadar bu fırsatı değerlendirmedi. Öte yandan Suudi Arabistan Kralı Tunus Zirvesi’ne katıldı. Fakat hatıra fotoğrafı çektirildiği sırada Suudi Kralı’nın önünden geçen Katar Emiri kendilerine selam vermedi.

Katar’dan bu krize son vermeye yönelik arzusu olduğuna herhangi bir şekilde şahit olmadık. Bu durumda bizim kaybedeceğimiz herhangi bir şey yok.

ABD veya Kuveyt’in arabuluculuk çabaları durdu mu?

Herhangi bir Amerikan arabuluculuğu söz konusu değil. Kuveyt arabuluculuğu var ve meselesinin Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK) çerçevesinde çözülmesi gerekiyor. Eğer dünya bu hususta bir çözüme ulaşılmasını istiyorsa, her ne kadar uzun sürse de meseleyi KİK’e bırakmalı. Dünyadaki müttefiklerimize ve dostlarımıza kapıyı açarsak, bu konu daha da karmaşık bir hale gelecektir.

Katar, ‘ülkesindeki dış kuvvetlerin’ varlığı gibi bize karşı güttüğü politikasının tehlikelerinin farkında. Burada Türk kuvvetlerini, bu kuvvetlerin komşu ülkelerdeki müdahalelerini ve bölgedeki İslamcı hareketleri destekleme politikalarını kastediyorum. Katar bu nedenle dikkatli olmalı, mantıklı düşünmeli ve komşularıyla olan ortaklığının diğer her şeyden daha önemli olduğunu bilmelidir. Bu şekilde hareket ettiği takdirde kendisiyle yeninden çalışmaya başlamaktan memnuniyet duyarız. Dolayısıyla top Doha’nın sahasında ve çıkarlarının nerede olduğunu düşünmesi gerekiyor.

Washington’ın Ramazan’ın sona ermesinin ve yeni İsrail hükümetinin kurulmasının ardından çözüm planını sunmaya hazır olduğunu duyuyoruz. Filistinliler bu konuda endişeli. Sorum şu: Oldukça sorunlu olan bu dosya ile ilgili olarak zayıf taraf olan Filistin’in yalnız bırakılması mümkün mü?

Filistinlilerin meşru taleplerinin yerine getirilmesini savunan ve bu husustaki sorumluluğu üstelenen Arap Barış Girişimi’ne bağlılığımızı sürdürüyoruz. Barış istiyoruz. Fakat Filistin halkının meşru haklarının pahasına bir barış olmayacak. Eğer bu hususta bir plan varsa, bekleyip ne olduğunu göreceğiz. Onlarca yıl boyunca bir çözüme ulaşmak için her zaman önemli ve etkili bir rol oynayan Washington'un ne sunacağını bekleyip görmeliyiz. Biz Arap Barış Girişimi’nin ilkelerine bağlıyız ve bunu Tunus'taki son Arap zirvesinde bir kez daha teyit ettik.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Filistinlilerle siyasi bir çözüme ulaşmaksızın Arap ülkeleriyle olan ilişkilerin normalleşmesini teşvik ediyor. İsrail’in birçok Arap ülkesine ziyaretlerde bulunması bunun bir delili olabilir mi?

Netanyahu'nun Amman ziyareti iki taraflı bir mesele. Hedefinin ne olduğunu ve ne elde ettiğini bilmiyoruz. Fakat İsrail heyetlerinin katılımı meselesi bizim sorumluluğumuzdadır. Çünkü eğer uluslararası konferanslar yapmak istiyorsak ve İsrail üye ülkelerden biriyse, bu durumda İsraillilere kapıyı kapatamayız.

Girişimcilik Konferansı’na, Dünya Miras Komitesi Toplantısı’na ve FIFA Konferansı’na ev sahipliği yaptık. İsrail bu toplulukların üyeleri arasında yer alıyor. Birleşmiş Milletler (BM) gibi İsrail’in de bulunduğu kuruluşlarda bulunuyoruz. Konferanslara ev sahipliği yapmak istiyorsak, İsrail’in katılmasını engelleyemeyiz. Ayrıca katılımlarını engellemek için hiçbir neden yok. Sonuç olarak, sadece kapıları kapatmış olmak için kapıları kapatmayız. Taviz veremeyeceğimiz prensipler var.

Yemen'deki dört yıldır devam eden savaşın neticesi ne oldu?

Öncelikle savaşın bu kadar uzamasının sebebi, Husilerin uzlaşmazlığı ve alınan kararların ve imzalanan anlaşmaların uygulanmamasıdır. Hudeyde’de neler yaptıklarına bir bakın. Bir askeri aracı bir yerden başka bir yere taşımak istiyorlar.

Çözümün, Husiler de dahil olmak üzere hiçbir tarafı siyasi çözümün dışında tutmak olmadığını söylüyoruz. Ancak Husilerin öncelikle İran’ın güdümünden çıkmaları ve Yemenli olarak hareket etmeleri gerekiyor.  Bu savaşa bir son vermek istiyorlarsa, kendilerini İran'dan uzaklaştırmalılar. İran'ın Yemen’e müdahalesi hayati çıkarlarımız için bir tehdit oluşturuyor. Bunu kabul etmeyeceğiz.

Bize göre çözüm oldukça açık: Husilere hiçbir şekilde silah ulaştırılmayacak ve  İran, Yemen'i kontrol etmeyecek. Husiler bir çözüm istiyorlarsa siyasi bir partiye dönüşmeli ve siyasi sürece dahil olmalıdır. Ancak Tahran'ın emirlerini yerine getirdikleri sürece bu durumu kabul etmek mümkün olmayacak.

Mukteda el-Sadr’ın açıklamalarının ve sizin ona verdiğiniz cevapların ardından Irak'la olan ilişkilerinizdeki gerginlik son buldun mu?

Irak'ta, Mukteda el-Sadr da dahil olmak üzere hariçten talimat alan birçok kişi var. İranlıların istediği şekilde Bahreyn'e hakaret etmek istiyorlar. Irak'ın Suudi Arabistan ile yakınlaştığını ve Bahreyn ile ilişkilerinin geliştiğini görünce, işlerin bu minvalde seyretmesini istemedi ve bizim hakkımızda hoş olmayan açıklamalarda bulundu.

“Eden bulur” diyoruz. Hükümetin Sadr’ın ifadeler hakkında bir açıklama yapması için iki buçuk saat bekledik ve cevap gelmedi. Maslahatgüzarı çağırdık. Kendisine Sadr’ın açıklamalarının kabul edilemez olduğunu ve iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmasından Irak tarafının sorumlu olduğunu belirten bir nota verdik. Sonra olan oldu. Irak hükümeti daha sonra Sadr’ın açıklamaların yanında olduğunu belirten bir açıklama yaptı ve Bahreyn büyükelçisini geri çağıracağını bildirdi.

Çözüm bugün Irak’ın elinde. Irak’a, “Kendi doğal çevren olan Arap çevresiyle mi çalışmak istiyorsun, yoksa bu çizgide devam etmek mi istiyorsun” diye soruyoruz. Irak hükümetinden, Arap ülkeleriyle ilişkilerini düzeltme isteklerine bağlı kalmasını istiyorum. Bugün Bahreyn aleyhinde bir açıklama yapılırsa, yarın Irak ile güçlü ilişkiler kurmak için çalışan Suudi Arabistan aleyhinde de benzer ifadeler kullanılır. Bu kimseler Irak devletinin dışından emir alıyorlar. Irak devletinden, öncelikle Irak'ın çıkarlarına zarar verecek kötü seslerin önünü kesmesini istiyoruz. Bize hakaret eden birine cevap verdiğimden dolayı benden özür dilememi istiyorlar. Her şeyden önce Bahreyn Krallığına hakaret ettiği için ondan özür dilemesini talep etmeleri gerekiyor.

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Şarku'l Avsat'tan çeviren: Adem İpekyüz

DAHA FAZLA HABER OKU