Kovid-19'un neden olduğu psikolojik rahatsızlıklarla baş etmenin yolları

Enfekte olsun ya da olmasın bireylerde genel olarak kaygı, panik ve sinirlilik hali gibi şikayetler ile depresyonun yükselişte olduğu belirtiliyor. Salgının bireylerin ruh sağlığına etkilerini ve neler yapılabileceğini uzmanlara sorduk

Akciğer, kalp, beyin ve böbreklerde kalıcı hasar bırakabilen Kovid-19 psikolojik rahatsızlıklara da neden olabiliyor / Fotoğraf: Pixabay

Yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) bazı organlarda kalıcı hasara neden olabildiğine yönelik bilimsel çalışmalar bulunuyor.

Özellikle hastalığı ağır şekilde atlatan bireyler, iyileşse de farklı rahatsızlıklarla karşılaşabiliyor.

Yapılan bilimsel çalışmalara göre, Kovid-19'u ağır şekilde atlatan yüzde 15'lik kesimin akciğer, kalp, beyin ya da böbreklerinde kalıcı hasar meydana geliyor. Ayrıca virüsün diyabete de neden olabildiği belirtiliyor. 

Ancak işin bir de psikolojik yönü var. Enfekte olan bazı bireylerin psikolojilerinin bozulması, son aylarda tıp dünyasının ele aldığı başlıca konular arasında.

Diğer tarafta ise salgına yakalanmadığı halde enfekte olma korkusu baş gösteren bireyler var.

Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Oya Mortan Sevi, Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şubesi Eski Başkanı Klinik Psikolog Serap Altekin ve Avrupa Şafak Hastanesi'nden Uzman Psikiyatr Doğan Işık ile yeni tip koronavirüs salgınının bireylerin ruh sağlığına etkilerini ve olumsuz durumlarla karşılaşılması halinde neler yapılabileceğini konuştuk.

 

psikoloji ve koronavirüs ilişkisi Pixabay 2.jpg
Fotoğraf: Pixabay

 

"Stres yüklerinin (yaşam olayları) dayanma gücünü zorlaması halinde ruhsal bir rahatsızlığın ortaya çıkması kolaylaşır"

"Kovid-19 bireylerin psikolojilerini nasıl bozuyor?" sorusunu cevaplamadan önce depresyon gibi ruhsal rahatsızlıkların nasıl ortaya çıktığının ele alınması gerektiğini belirten Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Oya Mortan Sevi, "İnsan karmaşık bir varlıktır. Bu nedenle ruhsal rahatsızlıkları tek bir faktör açıklayamaz; biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörler, bu soruya yanıt vermeye çalışır" şeklinde konuştu.

Bu faktörlerin her birey için farklı etkilerinin bulunması nedeniyle kişiler açısından zorluklara dayanma gücü ve dayanmaya çalışılan stres yüklerinin de aynı olmadığını belirten Sevi, stres yüklerinin (yaşam olayları) dayanma gücünü zorlaması halinde ruhsal bir rahatsızlığın ortaya çıkmasının kolaylaşacağını dile getirdi.

"Birey hangi ruhsal rahatsızlığı geliştirmeye yatkın ise, o rahatsızlığın ortaya çıkması daha olasıdır" diyen Oya Mortan Sevi, sözlerini şöyle sürdürdü:

 Depresyonu ele alacak olursak, genetik etmenler (aile öyküsünde depresyonun varlığı) ile beyin yapısındaki anatomik ve kimyasal değişiklikler, depresyonun gelişimine zemin hazırlayan biyolojik faktörlere örnek olarak verilebilir. Ayrıca beynin haz ve ödülden sorumlu olan sisteminin depresyonda bir rolü olduğu bilinmekte, beyinde bu ödül yoğunluğu azaldığında depresyon ortaya çıkabilmektedir. Erken çocuklukta karşılaşılan yaşam olayları ve bu olayları yorumlama biçimimiz ise psikolojik faktörler için örnek oluşturabilir. Çocukluk döneminde yaşanan ebeveyn kaybı, ihmal ve istismar gibi travmatik yaşam olaylarının pek çok ruhsal rahatsızlık için olduğu gibi, depresyon için de bir risk faktörü olduğu bilinmektedir. Dahası, duygularımızı, davranışlarımızı ve beden duyumlarımızı belirleyen olayların kendisi değil, olayları nasıl değerlendirdiğimizdir. Depresyon kendini, dünyayı ve geleceği olumsuz değerlendirme eğiliminin bir sonucu olabilmektedir. Depresyona yatkın kişilerin yaşamları boyunca daha fazla olumsuz yaşam olayı deneyimledikleri bilinmekte olup, bu deneyimler de olumsuz değerlendirmeleri pekiştirebilmektedir. Bu süreçte bireyin sosyal destek ağları kimi zaman koruyucu bir işleve sahipken, kimi zaman ise bu desteğin azlığı ya da birey tarafından az olarak algılanması, zorlayıcı bir ek unsur oluşturabilmektedir.

 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

 

Mevcut süreçte stres yüklerinin daha da arttığını, alınabilen sosyal desteğin azaldığını, geçmişte bireye keyif ve haz veren aktivitelerin çok sınırlanmış durumda olduğunu belirten Sevi, işsizlik gibi sosyo-ekonomik sorunların da arttığı bu dönemde daha karamsar bir bakış açısına sahip olan bireylerin kendisine, dünyaya ve geleceğe dair olumsuz değerlendirmeler yapma ihtimalinin artabildiğini fade etti. 

"Kayıp yaşama olasılığı ya da kayıp gerçeğinin yarattığı stres yükünün yanı sıra, bu süreçte daha önceki travmatik yaşantılar da tetiklenebilir ve bu durum depresyonun ortaya çıkışını hızlandırabilir" diyen Oya Mortan Sevi, alkol ya da maddenin kötüye kullanımının beyin kimyası üzerindeki etkilerinin depresyon için tetikleyici ya da depresyonun şiddetini artıran bir unsur olabileceğine de değindi. 

Uyku ve beslenme düzenindeki değişiklikler ile gün içindeki hareketliliğin azalmasının da depresyonun ortaya çıkışını hızlandıran bir faktör olabileceğini belirten Sevi, tüm bu etkenler göz önünde bulundurulduğunda Kovid-19 ve pandemi sürecinin araştırmaların da ortaya koyduğu gibi depresyon geliştirmeye yatkın bireyler için depresyonun ortaya çıkma riskini artırabildiğini söyledi. Oya Mortan Sevi, salgın sürecinin, hali hazırda depresyon yaşayan kişiler için de bu depresyonun şiddetini artırabilecek zorlu bir yaşam olayı olarak ele alınması gerektiğini de sözlerine ekledi.

 

Oya MortanSevi Psikolog oyamortansevi.com .jpg
Oya Mortan Sevi / Fotoğraf: oyamortansevi.com 

 

Bireyler ne yaparak depresyona girmekten kurtulabilir?

Uzman Psikolog Oya Mortan Sevi, salgın sürecinde bireylerin depresyona girmekten kurtulması için neler yapabileceğine ilişkin şu tavsiyelerde bulundu: 

Bu hepimiz için zor bir dönem. Ancak değişim hayatın bir parçasıdır ve her zorluğun da bir sonu vardır. Yani bu dönemin geçeceğini düşünmek işlevseldir, "geçecek" düşüncesi zorlu bir durumla baş etmeyi kolaylaştırır. Ayrıca bu zor dönemde kendimize ve diğerlerine daha hoşgörülü bir değerlendirme ile yaklaşmak yararlı olacaktır. Zorlandığımız anlarda herkesin zorlandığını, bunun normal olduğunu hatırlamak ve bu zorlanmayı kendi kişisel özelliklerimize atfetmemek olumsuz duyguların sıklık ve yoğunluğunu azaltabilir. Yaşadığımız her ne olursa olsun, tümüyle edilgen varlıklar değiliz; yaşamımız üzerinde bir etkimiz var. Dolayısıyla yaşamımızın sorumluluklarını üstlenmeye, hayatın içinde var olan güzellikleri de görmek için çabalamaya devam edebiliriz. Her sabah uyandığımızda kendimize gülümsemeye devam etmek, duygu ve ihtiyaçlarımızı fark etmeye niyet etmek, eskiden bize iyi gelen, keyif veren ne varsa mümkün olduğunca uygulamaya çalışmak, sağlıklı bir uyku ve beslenme düzeni sürdürmeye gayret etmek, iş ve uğraşlarımıza odaklanmaya çalışmak, sevdiklerimizle vakit geçirmek, egzersiz yapmak, doğaya, spora, bilime, sanata, üretmeye, kısacası hayatımıza anlam katan unsurlara vakit ayırmak yapabileceklerimiz arasında sayılabilir. Bazen de elimizden geleni yaparız ama bu çaba zorlu olaylarla baş etmek için yeterli olmayabilir. Sorumlulukların arttığı bu dönemde sorumlulukların paylaşımı ve tek başımıza çözmekte zorlandığımız sorunlar için sosyal destek alınabilir. Üzerinde etkimizin olamadığı durumları ise kabul etmeye çalışmak işe yarayabilir. Tabi ki kabul etmek, durumu ya da yaşadığımız acıyı değiştirmez; ancak canımızı yakan kısımları anlamaya, bize öğrettiklerini fark etmeye çalışmak onu daha anlamlı kılacak ve biraz zamana bırakmak şiddetini hafifletecektir. Yaşadığımız zor sürecin pek çok kayıp yarattığı dikkate alındığında, kişinin kendi başa çıkma yöntemleri ve sosyal destek ağları sorunları çözmede yeterli olmuyor ise psikolojik ve/veya psikiyatrik destek almaktan da kaçınılmamalıdır.

 

depresyon.jpg
Fotoğraf: Pixabay

 

"Belirsizlik, korku ve kaygı ortamında, salgın hastalık tehdidi altında, türlü kısıtlamalarla yaşamak kronik stres yaratır, bağışıklık sistemini düşürür"

Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin'e de salgının neden olduğu psikolojik etkiler ve olumsuz koşullarla başa çıkabilmenin yollarını sorduk.

Sözlerine "Hastalığın tetikleyebileceği olası olumsuz psikolojik etkilerin, 'ölüme sebebiyet verebildiği' gibi doğrudan bir neden-sonuç ilişkisi kurmak söz konusu olamaz" diyerek başlayan Altekin, salgınların bireyler için travmatik stres tepkileri tetikleyebilecek korku, kaygı, panik, keder, çaresizlik, umutsuzluk, kızgınlık, öfke gibi yoğun duygular getirebilecek bir tehlike ve tehdit kaynağı olduğunu vurgu yaptı. 

"Aylarca pandemi koşullarında yaşamak, süregelen bir travmatik stresle birlikte yaşamak anlamına gelir" diyen Serap Altekin, bir yandan iç içe geçen yoğun duygusal ve bedensel stres tepkilerinin gözlendiğini, diğer yandan ise yeni bir günlük hayat rutinine uyumlanmaya çalışmanın herkes için kümülatif etkiler de yaratan kronik bir stres kaynağı haline geldiğini söyledi:

Zor koşullarda, belirsizlik, korku ve kaygı ortamında, salgın hastalık tehdidi altında, türlü kısıtlamalarla yaşamak kronik stres yaratır. Kronik stres de insanın bağışıklık sistemini düşürür. İşte tam da bu noktada, salgının insanın psikolojik sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bağışıklık sistemini zayıflattığı için dolaylı bir etki ile daha kolay hasta olmasını ya da hastalığı daha zor ve daha ağır geçirmesini beraberinde getirebilir.

En temel evrimsel motivasyonun "hayatta kalmak" olduğunu belirten Serap Altekin, kişilerin tehlike ve tehdit karşısında kendilerini korumaya ve hayatta kalmaya çalışmaya programlı canlılar olduğunu belirterek, "Varlığımızı, sağlığımızı ve bütünlüğümüzü tehdit eden her tür dış etken bizim için bir stres kaynağıdır. Hastalık tehdidi ve yaşamsal riskler korku yaratır, bu korku ortamındaki belirsizlikler, asılsız haberler, kulaktan kulağa yayılan şehir efsaneleri ve komplo teorileri ise kaygı yaratır ve insanları paniğe sürükler. Salgın hastalıklar ise insanları alarm durumuna geçiren büyük stresörlerden biridir" ifadelerini kullandı.

"'Bana ne iyi geliyor?' sorusunu kendinize sorup; iyi gelen, sakinleştiren, enerjinizi ve motivasyonunuzu tazeleyen şeylere daha çok zaman ayırın"

Travma ve Hayat Derneği Başkanı ve Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şubesi'nin eski başkanı Altekin, depresyonla başa çıkma yöntemlerine ilişkin ise şu yorumu yaptı:

Zor zamanlarda ve böyle travmatik olaylar sonrasında belirli tepkiler yaygındır; ve bu tepkiler, 'anormal bir duruma verilen normal tepkiler' olarak tanımlanır. Böyle dönemlerde, iç içe geçen pek çok yoğun duygunun yaşanması olağandır; korku, kaygı, panik, kızgınlık, öfke, suçluluk, çaresizlik ve umutsuzluk inişli çıkışlı olarak yaşanabilir. Salgın hastalık haberlerine, hasta ve hastane görüntülerine, ölümlere ilişkin belirli görüntülerin gözün önünden gitmemesi, kulaklarda yankılanması, kötü rüyalara ve kabuslara dönüşmesi yaygın gözlemlenen tepkiler arasındadır. Baş etme becerileriniz ne kadar çeşitli ve gelişkinse, aile ve sosyal destek kaynaklarınız ve yakın ilişkileriniz ne kadar sağlam, güvenli ve doyurucuysa, iletişim ve problem çözme becerileriniz ne kadar esnekse, hayatınıza anlam katan iş, uğraş ve amaçların varlığı ne kadar güçlüyse, ve kendinize ne kadar zaman ayırabiliyorsanız, stres verici böyle dış gerçeklerin ve travmatik olayların size etkileri o derece azalır. Bu nedenle "Bana ne iyi geliyor?" sorusunu kendinize sorup; iyi gelen, sakinleştiren, enerjinizi ve motivasyonunuzu tazeleyen, güç veren şeylere daha çok zaman ve alan açarak kendinize iyi bakmak, koruyucu ve önleyici olacaktır. Ancak ve ancak kendimize ve birbirimize iyi bakarak, birbirimizle dayanışarak bu süreçten sağ ve sağlıklı ve hatta güçlenerek çıkabileceğiz.

 

Klinik Psikolog Serap Altekin. Independent Türkçe.jpg
Serap Altekin / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Koronavirüs hastaları arasında ciddi panik hali yaşayanlar çoğaldı, online görüşme ve tedavilere talep arttı" 

Avrupa Şafak Hastanesi'nden Uzman Psikiyatr Doğan Işık ise koronavirüs hastaları arasında ciddi panik hali yaşayanların çoğaldığını, online görüşme ve tedavilere yoğun talep olduğunu, ayrıca enfekte olmadığı halde salgın nedeniyle ruh sağlığı etkilenen bireylerin de bulunduğunu söyledi.

Özellikle koronavirüs tedavisi sırasında bireylerin belirsizlik, tedavinin sürekli değişmesi ya da onaylanmış bir tedavinin bulunmaması gibi nedenlerden dolayı çok tedirgin olduklarını belirten Işık, "Anksiyete atakları yani nefes darlığı geçiriyor, çarpıntı, ateş basması, terleme, çarpıntı gibi nonspesifik semptomlarla koronavirüsün yayıldığını ve virüs nedeniyle solunum sıkıntısına girdiklerini düşünüyorlar" şeklinde konuştu.

Bu durumun akut stres tepkisi şeklinde değerlendirilerek, hastalarla hem görüşme yapıldığını hem de psikofarmakolojik destek verilerek, tedavilerinin düzenlenmesi gerektiğini kaydeden Işık, bu takdirde onların (hastalar) kendilerini güvende hissedebildiklerini de sözlerine ekledi: "Benim bu şekilde haftada 10'a yakın takip ettiğim hasta oluyor. Bu hastalarla hemen hemen her gün ya da iki günde bir görüşmeler yapıyorum."

"Pseudo-corona (sahte korona) vakaları da çoğalıyor"

Özellikle ilkbahardaki tecrit psikolojisinin yanı sıra ekonomik sıkıntılar ve stres gibi nedenlerle panik ataklar, kaygı bozukluğu, konversif bozukluk ve obsesif kompulsif bozukluklarda (OKB) artış yaşandığını belirten Psikiyatrist Doğan Işık, pseudo-corona (sahte korona) yani hasta olmadığı halde koronavirüse yakalandığını sananların sayısının da çoğaldığını, nefes alamadığını, ölmekte olduğunu sanarak yardım isteyenlerin bulunduğunu anlattı.

Gece kabus görerek uyanma, çarpıntı, nefes darlığı, ağlama ve panik atak şikayetleriyle başvuranların bulunduğunu belirten Işık, bu hastalara kaygı bozukluğu tedavisi düzenlediğini söyledi.

Işık, koronavirüs tedavisi bittikten sonra yani hastalar negatifleşse bile, bu semptomlar yani psödocorona semptomlarının (çarpıntı, nefes darlığı, göğüs ağrısı, ateş basması gibi) yaklaşık 1 ay kadar devam ettiğini de sözlerine ekledi.

 

Psikiyatr Doğan Işık mobbing haberi.jpg
Doğan Işık / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Ağır koronavirüs vakalarında en çok deliryum tablosuyla karşılaştık"

Kimilerinin kapalı yerde kalamadığını, maske takmayı da reddettiğini belirten Doğan Işık, salgın nedeniyle pek çok farklı vakayla karşılaştıklarını da sözlerine ekledi.

"Ağır koronavirüs vakalarında (ağır pnömoniler ve yoğun bakım hastaları) en çok deliryum tablosu ile karşılaştık" diyen Işık, garip hayaller görme, odaklanmada sorun yaşama, etraftaki eşyaların yer ya da şekil değiştirdiğini görme gibi şikayetleri örnek verdi.

Psikiyatr Işık, orta ve hafif koronavirüs vakalarında (asemptomatik, hafif ve orta düzeydeki hastalar) ise uyum sorunları, kaygı bozuklukları ve uyku problemleriyle karşılaştıklarını anlatırken, koronavirüsün toplumun ruh sağlığına asıl etkisinin ise salgın bitince görüleceğini ifade etti. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU