Ümit Özdağ'ın sözünü ettiği CHP, İYİ Parti, HDP ve Saadet Partisi temsilcilerinin katıldığı anayasa taslağı

Taslakta, parlamenter sisteme dönüşten vatandaşlık tanımına, anadilin statüsünden anadilde eğitime, siyasi partilerin kapatılmasından cumhurbaşkanının yetkilerinin kısıtlanmasına kadar bir çok konuda değişiklik öngörülüyor

Kolaj: Independent Türkçe

İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu hakkındaki "FETÖ'cü" iddiasının ardından ihraç istemiyle Disiplin Kurulu'na sevk edilen İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, partisinin HDP, CHP ve Saadet Partisi'yle birlikte ortak bir anayasa çalışması yaptığını söyledi.

Özdağ'ın sözleri, bizzat İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener tarafından yalanlandı. Akşener, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Biz ne HDP ile ne CHP ile ne Saadet Partisi ile herhangi bir anayasa çalışması yapmadık. Hiçbir arkadaşım, bilgim içinde ya da dışında buna sadece HDP değil, CHP, SP dahil bir anayasa çalışması yapmadık" ifadelerini kullandı. 

Oysa, çalışmanın koordinatörü Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, 2019 yılının ekim ayında CNN Türk'te katıldığı programda CHP, İYİ Parti, HDP ve Saadet Partisi'nin birlikte çalışma yaptığını söylemişti.
 


Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu koordinasyonunda yapılan çalışmanın ayrıntılarına Independent Türkçe ulaştı. 

Özdağ'ın sözünü ettiği "Anayasal Demokrasi Çalışması" başlıklı taslağın "Anayasa Uzlaşma Metni" kısmında, "CHP, HDP, İYİ Parti ve Saadet Partisi'nin temsilcilerinin uzmanlar eşliğinde dört ay boyunca yürütülen ortak çalışma metninin kısa özeti, 30 Nisan 2018" notu yer alıyor. 

Parlamenter sisteme dönüş, cumhurbaşkanına sınırlama

Taslakta, parlamenter sisteme dönüş ile cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinin sınırlandırılması gerektiğine vurgu yapılıyor:

Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri, parlamenter sistemle uyumluluk hedefi göz önünde bulundurularak daraltılmalıdır. Cumhurbaşkanının yetkileri, tarafsızlığını sağlayacak bir anayasal statü içinde, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve ulusun birliğini temsil sıfatından doğan işlerle sınırlandırılmalıdır. 

Merkezi ve yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması gerektiğine değinilen taslakta, idarelerin şeffaf, kamuya açık ve yurttaşı yönetimin katılımcısı haline getirmesi gerektiğine değiniliyor.

Farklı dil vurgusu ve anadilde eğitim anayasal hak 

Anadil konusunun da yer bulduğu çalışmada, resmi dilin Türkçe olduğu belirtiliyor.

Fransa ve İspanya Anayasası'na atıf yapılarak, bölgesel dillerin anayasada "Türkiye'nin farklı dillerinden oluşan zenginliği ortak kültürel mirasının bir parçasıdır" ifadesiyle yer alması gerektiği vurgulanıyor.

Ayrıca, anadil öğreniminin de bir hak olarak anayasada yer alması gerektiği, çift dilli eğitime açıklık prensibinin benimsenmesi gerektiği yer alıyor.

Parti kapatma son çare

Siyasi partilerin kapatılması konusunun da yer aldığı çalışmada, parti kapatmanın son çare olması gerektiği, öncelikli olarak para cezası, ilk seçimlere girememe yaptırımı gibi uygulamaların hayata geçirilmesi gerektiği ifade ediliyor. Parti kapatmanın, çoğulcu demokrasiyi ortadan kaldırma amacı güdülmedikçe, şiddete çağrı ve nefret söylemi içermedikçe uygulanmaması gerektiğine işaret ediliyor.

Yeni vatandaşlık tanımı

Çalışmada, mevcut anayasanın 66. maddesinde yer alan "Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür" maddesinin ise, etnik bir kimliğe vurgu yapılmadan "Türkiye Devleti'nde vatandaşlık bağı ile bağlı herkese Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denir" şeklinde değiştirilmesi gerektiği belirtiliyor. 

Taslak metnin tamamı şöyle: 


Çalışmada, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin seçmeli ders olması gerektiği de belirtilirken, metnini özet kısmının tamamı şöyle:

"İnsan onurunu temel alan, demokratik anayasal ilkelere dayanan ve mutlaka çevre odaklı olmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti ile vatandaşlık bağı bulunan herkes bu ülkenin eşit haklara sahip vatandaşıdır. Eşitlik ilkesi dil, din, felsefi inanç, etnik kimlik, cinsiyet açılarından güvence altına alınmalı, dışlayıcı ifadelerden uzak durulmalı; eşitlik temelinde özgür ve mutlu yurttaşlardan oluşacak ulus bilinci güçlendirilmelidir.

Kişi özgürlüklerinin gerektiği gibi sağlanması ve güvence altına alınması, başta çocuk hakları olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin bir bütün olarak uluslararası standartlarda korunması gerçekleştirilmelidir. Temel hakların dokunulamaz bir özü (çekirdek alanı), haklara yönelik sınırlamaların da mutlak bir sınırı olduğu, bir kez daha açık bir biçimde tanımlanmalıdır.

Şiddete, savaşa, ırkçılığa, suça, kin ve nefrete çağrı yapmayan her düşünce eşit derecede saygın kabul edilmeli, düşünce ve ifade özgürlüklerinin demokratik sistemlerin temelindeki ilkeler olduğu gerçeği, güçlü bir biçimde hükme bağlanmalıdır. Siyasal partiler, demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmez unsurları olduğu gibi, aynı zamanda kendi içlerinde de demokratik işleyiş ilkesine tabi olmalıdırlar.

Seçim ve siyasal partiler kanunlarındaki çağdışı, demokrasiyle bağdaştırılamaz düzenlemeler kaldırılmalıdır. Çoğulculuğu ortadan kaldırma amacı gütmeyen; şiddete çağrı, ırkçılık, silaha başvurma, nefret söylemi niteliğindeki eylemlerin odağı haline gelmemiş partiler için kapatma yaptırımı öngörülmemelidir.

Demokratik sistemin özünde yer alan temsil kurumu yeniden ele alınarak, seçme ve seçilme hakları önündeki anti-demokratik engeller kaldırılmalı, Türkiye, herhangi bir demokraside eşi benzeri olmayan yüzde on seçim barajı engelinden kurtarılmalıdır. Özellikle kadınların siyaset ve yönetimdeki gücünü pekiştirmek için gerekli düzenlemeler 'pozitif ayrımcılık' ve 'eşitlik ilkesi' gereği, farklı düzeylerde düşünülmelidir.

Yasama organının kendi selameti için gerekli olup anayasada 'kamu yararı' ilkesi gereğince yer alan milletvekili dokunulmazlıkları korunmalı; ancak, yasama faaliyetlerinin baskı altında kalmadan gerçekleştirilebilmesi için gerekli olan bu zırh, demokratik ölçülere kavuşturulup suç işleyenlerin sığınağı olmaktan çıkarılmalıdır. Yasama sorumsuzluğu (kürsü dokunulmazlığı ise mutlak olmalı, kürsü dokunulmazlığının, ulusun temsilcilerinin söz özgürlüğünü güvence altına aldığı, unutulmamalıdır.

Seçme ve seçilme haklarının ve demokratik yönetimin ilk ölçütü niteliğindeki serbest seçimlerin güvencesi olarak kurulmuş bulunan Yüksek Seçim Kurulu, 'idari' ve 'yargısal fonksiyonları ayrılarak bir seçim mahkemesi olarak Anayasanın yargıya ilişkin bölümünde düzenlenmelidir. Böylece bu mahkemenin hem itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurması hem de kararlarına karşı bireysel başvuru yoluna gidilmesi sağlanmalıdır.

Yürütme organına ilişkin, yeniden ve mutlaka erkler ayrılığını yaşama geçirecek değişiklikler yapılmalıdır. Batı demokrasilerinde parlamentoların güçlendirilmesine yönelik genel eğilim göz önünde bulundurularak, bir asırlık geleneğimize uygun olan parlamenter sistem, yeni denge mekanizmalarıyla ve güçlendirilerek yaşama geçirilmelidir.

Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri, parlamenter sistemle uyumluluk hedefi göz önünde bulundurularak daraltılmalıdır. Cumhurbaşkanının yetkileri, tarafsızlığını sağlayacak bir anayasal statü içinde, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve ulusun birliğini temsil sıfatından doğan işlerle sınırlandırılmalıdır.

Merkezi yönetim ve yerel yönetimler yeniden yapılandırılmalı, yerel yönetimler, çağdaş demokratik ölçütlere uygun biçimde güçlendirilmelidir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi çerçevesinde, örneğin bölgesel kalkınma ajanslarının verdiği destek artırılarak, sürdürülebilir kalkınmaya sundukları katkının çoğaltılması sağlanmalıdır. Ayrıca, merkezi ve yerel idareler şeffaf, kamuya açık olmalı, yurttaş yönetimin 'katılımcısı' haline getirilmelidir. Yerel yönetimlere ilişkin düzenlemelerde, kamu hizmetinde verimlilik ilkesi göz önünde bulundurulmalıdır.


Demokrasilerde, çoğulculuğun, çok sesliliğin, haber alma hakkının ve saydamlığın temel güvencelerinden biri olarak kabul edilen basın organlarının özgürlüğünün sınırlanmasına yönelik nedenler arasında; yasa ile tanımlanmış 'gizliliğin ihlali,' 'başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması,' 'suça teşviki önlemek ve 'yargı görevinin yerine getirilmesini sağlamak dışında bir sınırlama gerekçesine yer verilmemelidir. Aynı sınırlama gerekçeleri hatırda tutularak, bilim ve sanat özgürlüğü, iletişim özgürlüğü de evrensel ölçütlerle belirlenmeli; özellikle bilim ve sanat faaliyetlerinin varlığının' ancak onların 'özgürlüklerine bağlı olduğu gerçeği ihmal edilmemelidir.
 

Toplu olarak kullanılan hak özgürlükler önündeki engeller kaldırılmalı; sendikal haklar, grev hakkını da içerir biçimde tüm çalışanları kapsayacak şekilde yeniden ele alınmalıdır.

Sosyal ve çevresel haklar, diğer hak ve özgürlükler için geçerli olan güvencelerden yararlanmalı ve bu doğrultuda doğrudan' uygulanma güvencesine de sahip olmalıdır. Yoksulluğa ve sosyal dışlanmaya karşı korunma hakkı, konut hakkı ve aile sorumlulukları bulunan çalışanlar için fırsat ve işlem eşitliği hakki, anayasada açıkça tanımlanmalıdır.

İnanç ve inancı ifade etme (ibadet, ayin vb.) özgürlükleri, aralarındaki ayrım göz önünde bulundurularak, en kapsamlı ve özgürlükçü biçimde sağlanmalıdır.

Adil yargılanma hakkı, hiç kuşkusuz Türkiye'nin en hayati sorunlarından biridir ve sadece yargı aşaması değil, öncesi ve sonrası da tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve insan hakları hukuku göz önünde bulundurularak düzenlenmelidir. Bireylerin adil yargılanma hakkı, yargılayacak olan makamın tarafsız ve bağımsızlığından ayrı düşünülemez. Dolayısıyla bu alanda yapılması gerekenler, uluslararası ve karşılaştırmalı hukukun verileri de dikkate alınarak belirlenmelidir.

Hakimlerin mesleki kariyerlerine dair hükümler ile Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Kurulu yapısının yeniden ele alınması gerekmektedir. Örneğin her ikisinin de üyelerinin bir kısmının TBMM tarafından seçilmesi mümkün olsa da söz konusu seçimin mutlaka 'nitelikli çoğunlukla' yapılarak yargının, iktidarların hakimiyetine girişinin teknik olarak engellenmesine yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. Yargının, yürütme ile bağı kopartılmalı, etki altında kalmasının önüne geçilmelidir.

Devletin resmi dili Türkçe'dir. Ülkede konuşulan farklı diller özel saygı ve koruma gösterilmesi gereken tarihi ve kültürel birer mirastırlar. Anadilde eğitimi yasaklayan herhangi bir hükme Anayasa'da yer verilmemelidir. 

Eğitimin, okul öncesinden yükseköğrenime kadar, toplum refahı ve ekonominin değişen talepleri arasında dengeyi sağlayacak şekilde dinamik ve esnek bir yapıya kavuşturulacağı, insan odaklı bir eğitim felsefesinin partiler üstü anlayışla oluşturulacağı ve uygulanacağı kayıt altına alınmalıdır.

Üniversiteler yeniden özerk olmalı Türkiye, herhangi bir demokraside eşi olmayan YÖK'ten bir an önce kurtulmalıdır. 

Milli Güvenlik Kurulu bir 'anayasal kurum' olmamalıdır. Kurul'un, iç ve dış siyaset üzerindeki belirleyici etkisine son verilmelidir.
Lâiklik ilkesi gereğince devlet, farkli din ve mezheplerle, felsefi inançlarla eşit mesafede olmalıdır. Kamu kaynaklarının yurttaşların bireysel tercihlerinin ve taleplerinin karşılanmasında kullanılması konusunda da devletin tarafsızlığı ilkesi esas alınmalıdır. 'Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi' dersi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararları da göz önüne alınarak, okullarda seçimlik bir ders olarak verilmelidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı din, inanç ve vicdan özgürlüklerini savunan, dinsel faaliyetlerin kanunlar çerçevesinde yürütülmesini gözeten, inanç çoğulculuğuna saygı gösteren bir kurum olarak yeniden yapılandırılmalıdır. 

Devlete bir yandan iktisadi faaliyetleri denetleme yetkisi tanınmalı, öte yandan sosyal devleti işlevsel kılmak için olumlu yükümlülükler öngörmelidir. Sürdürülebilir kalkınma ve gelişme, kamu makamlarının ekonomik-mali politika tercihlerini yönlendirici bir ilke olarak benimsenmelidir.

Mali ve ekonomik hükümler belirginleştirilmeli, devlet gelir ve giderlerinde saydamlık, denetlenebilirlik ve hesap verme ilkelerini egemen kılmaya yönelik hükümler yer almalıdır. 
 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU