Kongo Cumhuriyeti'nin eski Cumhurbaşkanlarından Pascal Lissouba, "Kimse kaybedeceği bir seçimi düzenlemek istemez" demişti.
Lissouba'nın bu sözü, Afrika'nın birçok ülkesinde otokrat olarak tanımlanabilecek Cumhurbaşkanlarının seçimlere bakış açısını yansıtıyor.
Bu bağlamda, 35 yıldır ülkesini yöneten Uganda Cumhurbaşkanı Yoweri Museveni ve 37 yıldır Kamerun'da iktidarda bulunan Paul Biya gibi liderler için seçimler "demokrasicilik oyununun gereği bir formalite"den ibaret.
Arkasında halk desteği olan muhalefetin cesaretli bir duruş sergilediği ender durumlarda ise seçimler, dönemsel bir baş ağrısı olarak algılanıyor.
Artık sonuna yaklaştığımız 2020 yılı içerisinde Sahra-altı Afrika'da bu kategoriye dahil edilebilecek yarım düzine seçim yapıldı.
Örneğin Togo'da 2005'den bu Cumhurbaşkanı olan Faure Gnassingbé, geçtiğimiz yıl yapılan anayasa değişikliğiyle dördüncü kez aday oldu ve seçildi.
Adıgeçen Cumhurbaşkanlığı görevini, 37 yıl ülkeyi yöneten babasının ölümü üzerine devralmıştı.
Yine Burundi'de müteveffa Cumhurbaşkanı Pierre Nkurunziza, tartışmalı bir üçüncü dönemin sonunda koltuğu, kendi partisinin adayı olarak seçimleri kazanan Ndayishimiye'ye miras bıraktı.
Öte yandan, Afrika'nın ikinci en kalabalık ülkesi Etiyopya'da ağustos ayı sonunda yapılması planlanan seçimler, koronavirüs salgını gerekçe gösterilerek süresiz ertelendi.
Ancak bu ertelemenin, ülkede gittikçe artan "etnik" ayrılıklar temelli gerilimden kaynaklandığı aşikâr.
Nitekim Abiy Ahmed'in Başbakan olmasıyla yönetimden tasfiye edilen ve bu nedenle Addis Ababa ile köprüleri atan Tigray eliti seçimleri, merkezden bağımsız olarak kendi bölgelerinde gerçekleştirdi.
Son birkaç gündür federal hükümet ile Tigray bölge yönetimi arasında silahlı çatışmalar yaşanıyor.
Etiyopya'da seçimlerin ertelenmesi ve akabindeki gelişmeler bizatihi büyük önem arzediyor.
Fakat biz bu yazımızda, geçtiğimiz ay içerisinde Gine, Tanzanya ve Fildişi Sahili'nde gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklanacağız.
Zira bu üç seçim, Sahra-altı Afrika'da yaygın olan siyaset anlayışı ve seçimlerin doğası hakkında önemli fikir veriyor.
Condé: Demokrasi havariliğinden otokrat liderliğe
1958 yılında Fransa'dan bağımsızlığını kazanan Gine, 2010 yılına kadar askeri ve otoriter yönetimlerce idare edildi.
1990'larda çok partili hayata geçilmesiyle birlikte iki kez Cumhurbaşkanı adayı olan ve kaybeden Alpha Condé, 1998 yılındaki ikinci seçimlerin ardından tutuklandı.
Genel asayişi bozmak ve Cumhurbaşkanına suikast planlamak gibi suçlardan hüküm giydi.
Belli bir süre sürgünde kalan Condé, ülkeye dönüp 2010 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandığında Gine'nin demokratik yollardan seçilen ilk devlet başkanı olmuştu.
Condé'nin kazanması halk arasında yoksulluk ve yolsuzlukla etkin mücadele edileceği, dahası, demokratik standartların geliştirileceğine dair büyük beklenti meydana getirmişti.
Ancak, "gücün yozlaştırdığı" önermesini Alpha Condé'nin de doğrulaması fazla uzun sürmedi.
10 yıllık iktidarına bir 10 yıl daha ekleyebilme adına geçtiğimiz mart ayında anayasayı değiştirdi ve böylece iki dönem şartını kendisi için sıfırladı.
18 Ekim Pazar günü düzenlenen seçimlerde "sürpriz" olmadı ve Condé üçüncü kez Cumhurbaşkanı seçildi.
Condé üçüncü dönem karşıtı protestoları 50'den fazla can kaybı pahasına şiddetle bastırmayı tercih etti.
Bu tercihiyle de şahsi ikbali adına Gine halkının refah ve iyi yönetişim beklentilerini başka bahara bıraktı.
Magufuli: Popülist olduğu kadar otoriter de
Bağımsızlığından bu yana iktidarın el değiştirmediği Tanzanya'da, 2015 yılı sonunda Cumhurbaşkanı koltuğuna oturan John Magufuli, ilk aşamada geniş halk kitlelerinin takdirini toplayan adımlar attı.
Bunlar arasında, devlet memurlarının mesaiye gelmemesine son verme, kamuda israfı azaltma, bağımsızlık kutlamalarını iptal ederek temizlik seferberliği ilan etme, devlete ait ilköğretim okullarında harçları kaldırma sayılabilir.
Hatta Magufuli, Afrika ülkelerinin ihtiyacı olan "dürüst ve işbitirici" lider profili olarak sunulmaya başlandı.
Ancak, Parlamento'daki görüşmelerin canlı yayınlanmasına son verilmesiyle başlayan antidemokratik uygulamalar, ifade özgürlüğünün budanması, medyaya sansür uygulanması ve muhaliflerin somut olmayan gerekçelerle tutuklanmasıyla devam etti.
Magufuli yönetimi, ülkedeki cari kanunları, özgürlükleri kısıtlayacak şekilde yorumlamayı usul haline getirdi.
Uluslararası Af Örgütü'nün doğu ve güney Afrika Direktörü Deprose Muchena'nın belirttiği gibi bu uygulama, bireyleri ne zaman neyle suçlanacağını bilemeyecek hale getirdi.
Bu şartlar altında Magufuli, 28 Ekim 2020 tarihinde yapılan seçimlerle teoride ikinci ve son kez Cumhurbaşkanı seçildi.
Fakat adıgeçenin parlamentoda anayasayı değiştirecek çoğunluğa da sahip olduğu gözönünde bulundurulduğunda, kıtadaki diğer mevkidaşları gibi üçüncü ve dördüncü dönemleri gözüne kestirmesinin önünde ciddi bir engel bulunmuyor.
Ouattara: dünün mağduru bugünün makam sevdalısı
Son 20 yıl içerisinde iki kez iç savaşa sürüklenmiş bulunan Fildişi Sahili'nde Cumhurbaşkanı Alassane Ouattara, 31 Ekim Cumartesi günü yapılan seçimlerle üçüncü kez bu göreve geldi.
Esasen Ouattara daha önce üçüncü dönem için aday olmayacağını ilan etmişti.
Ancak, partisi içerisinden yerine aday gösterdiği Amadou Coulibaly'nin temmuz ayında beklenmedik bir şekilde vefat etmesi üzerine planlarını değiştirdi.
Kendi ifadesiyle "büyük bir fedakârlık"da bulunarak Cumhurbaşkanlığı görevine yeniden talip oldu.
Bunun için de Kasım 2016'da yapılan anayasa değişikliğinin görev süresi sınırlaması kendisi için sıfırladığını iddia etti.
Şu bir gerçek ki Ouattara, bugün ayrılamadığı Cumhurbaşkanlığı makamına çiçekli yollardan ulaşmadı.
Daha önce Başbakanlık görevinde bulunmasına rağmen, seçim kanununda yapılan değişiklikle 1995 ve 2000 yıllarında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olması engellendi.
Cumhurbaşkanı adayının anne ve babasının da doğuştan Fildişi Sahili vatandaşı olması şartı getiren sözkonusu değişiklik esasen, ülkede "ulusal kimlik" (ivoirité) odaklı siyasi çekişmeler ve iç savaşın da temel nedenini ortaya koyuyor.
2002 yılında yaşanan ve gerçek mahiyeti halen belirsizliğini koruyan darbe girişimi sırasında Alman Büyükelçiliği'ne sığınarak canını kurtarabilen ve akabinde Fransa'da üç yıl sürgün hayatı yaşayan Ouattara'nın Cumhurbaşkanı adayı olabilmesi, 2005 yılındaki uzlaşıyla ancak mümkün olabildi.
2010 yılındaki seçimleri kazanmasına rağmen selefi görevi devretmemekte ısrar etti ve çıkan olaylarda yaklaşık 3 bin kişi hayatını kaybetti.
Uluslararası baskı sayesinde Ouattara altı ay gecikmeli de olsa Mayıs 2011'de Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.
Geçmişte mağduriyet yaşadığı izahtan vareste olan Ouattara bugün kendisini vazgeçilmez görüyor.
Bahsekonu sorunlu bakış açısı haddizatında, Ouattara'nın ülkede toplumsal barışı sağlamada başarısız olduğunu gösteriyor.
Zira seçimler geride kalmış olmakla birlikte, 2010 yılındakine benzer bir iç çatışma ve kaos olasılığı henüz ortadan kalkmış değil.
Bardağın dolu tarafı
Kıta genelinde otoriterlik eğilimi artmakla birlikte, demokrasi adına olumlu gelişmeler de yaşanıyor.
Örneğin, Malavi'de 2019 Mayıs ayında yapılan seçimler, muhalefetin barışçıl ve istikrarlı protestolarının da etkisiyle Anayasa Mahkemesi tarafından usulsüz olduğu gerekçesiyle iptal edildi.
23 Haziran 2020 tarihinde yeniden düzenlenen seçimi muhalif lider Lazarus Chakwera kazandı.
Seyşeller'de ise geçtiğimiz ay gerçekleştirilen seçimler, aslen Anglikan papazı olan Wavel Ramkalawan'ı Cumhurbaşkanlığına taşıdı.
Bu sayede ülkede 1977 yılından buyana ilk kez bir iktidar değişikliği meydana geldi.
Tek adam yönetimi "mukadderat" değil
Afrika ülkelerinin birçoğunda Cumhurbaşkanlığı makamını vazgeçilmez ve terkedilmez kılan, anılan makamın yasama ve yargıyı da kontrol edecek şekilde dizayn edilmiş olması.
Bu nedenle "kazanan herşeyi alıyor" ve ahbap-çavuş kapitalizminin merkezinde yeralan Cumhurbaşkanlığı, ülkede ekonomik rantın da dağıtılma mercii haline geliyor.
Tüm devlet aygıtının yanı sıra medyayı da kontrol eden, temel hak ve özgürlükleri istediği zaman ve istediği dozda kısıtlayan devlet başkanlarından meşru siyasi yollarla hesap sorulamaması, yönetimden hoşnut olmayan halk kesimlerinin şiddete başvurmasına yol açıyor.
Şiddet içerikli siyasi tepki yönetimlerin baskıcı karakterini güçlendiriyor ve nihayetinde bir kısır döngü meydana geliyor.
Öte yandan, Afrika'da tek adamların sultasının kırılması için şartların uygun olduğunu da söylemek zor.
Çünkü, dünya genelinde popülist ve otoriter yönetimlerin yükselişine tanık oluyoruz.
Demokratik gelişim düzeyi açısından her zaman örnek gösterilen Batılı ülkelerde dahi demokrasi karşıtı rüzgarlar esiyor.
Örneğin, ABD'de dahi görevdeki bir başkan, dört yıldır demokratik kurumları yıpratmak için hiçbir fırsatı heba etmemesi bir yana, seçim gecesi sayım işlemleri devam ederken kazandığını ilan edip oy sayımının durdurulmasını isteyebiliyor.
Dolayısıyla Biden'ın başkanlık yarışını kazanması, ABD'de olduğu kadar Afrika'da da otoriterleşme dalgasına set çekme potansiyeline sahip.
Bu itibarla, Afrika ülkelerinde demokratik standartların gelişebilmesi için öncelikle hakiki bir güçler ayrılığı sistemi oluşturulması icap ediyor.
Ayrıca, basın ve ifade özgürlüğü gibi temel hak ve hürriyetlerin garanti altına alınarak sivil toplumun güçlendirilmesi gerekiyor.
Dahası, mutat yapılan seçimlerin demokrasinin kalitesi hakkında çok az fikir verdiği gerçeğinden hareketle, bir taraftan seçimlerin özgür, adil ve güvenilir olup olmadığına odaklanılması, diğer taraftan da iyi yönetişim ve hukukun üstünlüğü prensiplerinin hayata geçirilmesi lazım geliyor.
Mo İbrahim Vakfı'nın, görevini barışçıl şekilde devreden Afrikalı devlet başkanlarına 5 milyon dolar ödül ve hayatının geri kalanında yıllık 200 bin Dolar ödeme teklifi, Afrikalı liderleri şimdiye kadar pek de cezbetmediği anlaşılıyor.
Bu nedenle Gine-Bissau Cumhurbaşkanı Embaló'nun tavsiye ettiği üzere, uluslararası toplumun havucun yanında sopayı da tedavüle sokarak, askeri darbelerde olduğu gibi üçüncü dönem Cumhurbaşkanlığı adaylıklarını da gayrimeşru kabul edip kınaması gerekiyor.
Tabi bu arada Cumhurbaşkanı Embalo'nun demokratlığının da henüz zamana karşı dayanıklılık testinden geçmediğini not edelim.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish