Ekonomik göstergelerin ve tahminlerin çoğunu dikkate alırsak, 21'inci yüzyıl Çin'in yüzyılıdır.
Bu, onlarca yıldır uluslararası arenaya hakim olan tüm standartlara ve ağırlıklara karşı bir darbedir ve uluslararası siyasi sahne üzerinde büyük ve belki de tehlikeli yansımaları olacaktır.
ABD, eski rakibi Sovyetler Birliği'nin dağılması ve 15 devlete ayrılması ya da ayrıştırılmasından sonra olduğu gibi artık tek egemen güç olmadığı gerçeğini kabul etse bile ekonomik ve askeri açıdan dünyanın süper gücü konumundan vazgeçmeye hazır olmayacaktır.
Bugün ABD Başkanı Donald Trump'ın Çin'i hedef alan şiddetli söylem ve saldırıları, onun mizacından ya da salt seçim hesaplarından kaynaklanan bir tutum değildir.
Sorun bundan daha büyük ve ABD'nin konumunu tehdit eden Çin ejderhası ile yüzleşmenin öncelikleri arasında olduğu ABD stratejisinin kaygı ve dayanaklarından biridir.
Nitekim, sonuncusu birkaç gün önce yayınlanan IMF'nin (Uluslararası Para Fonu) 2020 Küresel Ekonomik Görünüm raporu olmak üzere bazı raporlar ve ekonomik göstergeler, Çin'in şimdiden ABD'yi geçtiğini ve dünyanın en büyük ekonomisi haline geldiğini söylüyor.
Bu raporlara göre Çin ekonomisinin boyutu ABD ekonomisinden daha büyük. Ülke ekonomilerini satın alma gücü paritesi açısından değerlendirirsek, ABD'nin 20,8 trilyon dolara ulaşan paritesine kıyasla Çin'in paritesi 24,2 trilyon dolar olarak tahmin ediliyor.
Ekonomik ağırlıkları ölçmek ve karşılaştırmak için başka göstergeler olduğu - sözgelimi Çin'i ikinci sıraya yerleştiren GSYİH'nın hesaplanması gibi- doğrudur.
Ancak ekonomistler arasında, ekonomileri sadece geçerli döviz kuru hesaplamalarına göre değil, satın alma gücü paritesi açısından da değerlendirme yöntemini benimsediği için IMF'nin yaklaşımını gerçeğe daha yakın olarak değerlendiren önemli bir akım da var.
Uluslararası kuruluşlar tarafından GSYİH'yı ölçmek, karşılaştırmak ve ardından farklı küresel ekonomilerin ağırlıklarını belirlemek için kullanılan farklı yöntemlerin ayrıntıları bir yana, tartışılmaz ve kesin olan şey, Çin'in dünyanın en büyük ekonomisi pozisyonu için ABD ile güçlü bir şekilde rekabet ettiğidir.
Dahası, çıkarlarını korumak ve dünya sahnesindeki etkisini ve nüfuzunu genişletmek için muazzam bir askeri güç inşa etmektedir.
Bu durum, milenyumun başından beri aşikardı, fakat koronavirüs salgını, 21'inci yüzyılın birçok özelliğini belirleyecek olan ABD-Çin çatışmasının daha da alevlenmesine katkıda bulunmuş olabilir.
Salgında kazananlar ve kaybedenler varsa, Çin kazananlardandı. Büyük Batı ekonomileri, iyileşmelerinin yıllar alacağı sert darbeler alırken Çin, küresel ekonomik konumunu güçlendirdi.
Pandemi önemli bir gerçeği yeniden vurguladı; dünyanın tartışmasız fabrikası haline gelen Çin başta olmak üzere küresel üretim merkezinin ABD ve Avrupa'dan Asya'ya kaymıştır.
Batı'nın Asya'nın fabrikalarına artan bağımlılığının, mal tedarik zincirlerinde ve endüstrilerinin bazı temel bileşenlerinde büyük bir sarsıntıya yol açtığı açıkça görüldü.
Çin, salgının etkilerinden hızla kurtuldu ve ekonomisi diğer ekonomiler kadar bozulmadı. Aksine, pandemi nedeniyle getirilen kısıtlamaların gevşemeye başlaması, birçok ülkede ekonomik aktivitenin yeniden başlamasıyla birlikte geçen haziran ayından bu yana, küresel ticaretin yavaş yavaş tanık olmaya başladığı toparlanmanın önemli bir faktörü oldu.
Çin'de üretilen tıbbi ve teknolojik ekipman gibi ürünlere olan talep, özellikle birçok insan uzaktan çalışmayı tercih ettiği için devam etti.
Geçtiğimiz pazartesi günü, Çin Ulusal İstatistik Bürosu, Çin ekonomisinin geçen yıl aynı döneme göre temmuz-eylül döneminde yüzde 4,9 büyüdüğünü açıkladı.
Bu güçlü ekonomik performansla Çin, koronavirüs salgını öncesinde yaşadığı büyüme hızına neredeyse geri dönerken, ABD ve Avrupa hala krizin etkilerinden kurtulmaya çalışıyor.
Bu hızlı toparlanma, Çin ekonomisinin bu yıl ve en azından önümüzdeki birkaç yıl boyunca küresel ekonomik büyümenin yaklaşık yüzde 30'unu oluşturarak küresel büyümeye öncülük edeceği anlamına geliyor.
Öte yandan, ABD ekonomisinin durumu iç karartıcı görünüyor ve sorunları, korona salgınının yansımaları ile daha da kötüleşiyor.
Bu hafta yayımlanan resmi rakamlar, ABD federal bütçesindeki açığın, 2020 mali yılında 3,1 trilyon dolara ulaşarak, yeni bir rekor kırdığını gösterdi.
Bu korkunç açık, ABD'nin 1920'lerin sonu ile 1930'ların başında yaşanan Büyük Buhran'dan bu yana ekonomisindeki en kötü gerileme ve düşüşün üstesinden gelmeye çalıştığı bir zamanda, karşı karşıya olduğu uzun vadeli ekonomik zorluklara ışık tutmaktadır.
Washington'daki karar yapıcılar ve strateji belirleyiciler için bu, tek kötü haber değil. 2021'de yüzde 3,1 büyümesi tahmin edilen ABD ekonomisinin hedefine ulaşamadığını aksine bu yıl yüzde 4,3 daralması bekleniyor.
IMF'nin son raporu ayrıca, başlıca para birimleri arasında ABD dolarının nisan-eylül sonu arasındaki dönemde, reel olarak yüzde 4,5'in üzerinde düştüğüne işaret etti.
Bu, özellikle vaka sayısı hala yüksek iken ABD ekonomisinin Kovid-19 etkilerinden kurtulma hızı ile ilgili küresel endişeleri ve şüpheleri yansıtıyor.
Karşılaştırma yapacak olursak, koronavirüs vakaları oranının yaşlı kıtada yeniden yükselişe geçmesinden önce, aynı dönemde AB ülkelerinde ekonomik göstergelerin iyileşmesiyle euro yaklaşık yüzde 4 yükselmişti.
Pandemi, çoğu Batı ekonomisinde olduğu gibi ABD'de de işsizlik oranlarını büyük ölçüde yükseltti. Öyle ki, krizin zirve döneminde devlet yardımı başvurusunda bulunanların sayısı 40 milyonu aştı.
Trump yönetiminin Amerikan endüstrilerine yaptığı anavatanlarına dönme çağrılarına rağmen, kriz çözülebilecek gibi görünmüyor.
Zira ürünlerini üretmek için Çin'e ve diğer Asya ülkelerine yönelen Amerikan şirketleri, ABD'ye geri dönemiyor ya da bu konuda isteksiz görünüyor.
Çünkü bu, üretim maliyetlerini artırıp kâr oranlarını düşürecek. Uluslararası pazarlarda, Çin, Güney Kore ve diğer ülkelerin ürünleriyle rekabet etme kabiliyetini sınırlayacak.
Buna ek olarak, Amerikan şirketleri devasa Çin pazarına göz dikmiş bulunuyorlar, bu yüzden burada küçülmeye değil, büyümeye çalışıyorlar.
Sonuç olarak, sanayiciler tarafından terk edildikten veya yabancı ithalata karşı rekabet edemediği için öldükten sonra "paslanmış kuşak" olarak adlandırılan sanayi kuşağı, uzun bir süre ABD ekonomisinin ulaştığı duruma, politikacıların yeni ekonomik gerçekliğin ışığında insanları işsizlik ve yoksulluktan kurtaramamasına tanık olmaya devam edecektir.
Columbia Üniversitesi'nden araştırmacılar tarafından hazırlanan bir araştırmaya göre, ABD'deki yoksulların sayısı geçen mayıs ayından bu yana sekiz milyon arttı.
Diğer iki çalışma da, mayıs ayından bu yana yoksulluk sınırının altında yaşayan çocuklara, 2,5 milyon çocuğun daha eklenmesiyle çocuk yoksulluk oranlarının hızla arttığı sonucuna ulaştı.
Ekonomik yönüyle sınırlı kalmayabilecek Çin ile yüzleşme, sözlü çatışmalar ve ticaret savaşları, etki ve çıkarlar savaşında olası sürtüşmeler ışığında şiddetleniyor.
Böyle bir zamanda bu rakamlar ve diğerleri, en büyük küresel ekonomilerden biri olmayı sürdürse de, içindeki çatlakların sürekli büyüdüğü ABD ekonomisinin yaşadığı krizin boyutunu yansıtıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz
© The Independentturkish