Ulus devlet anlayışının düşünsel arka planı

Ömer Ömeri Independent Türkçe için yazdı

Leviathan'ın Yok Edilmesi, Gustave Doré (1865) / Görsel: Wikipedia

Ulus devlet yazınına baktığımızda ulus devletin ortaya çıkış tarihi Westphalia Antlaşması (24 Ekim ve 15 Mayıs 1648'de Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu, diğer Alman prensleri, İspanya, Fransa, İsveç ve Hollanda Cumhuriyeti temsilcileri arasında imzalanan ve Otuz Yıl Savaşları ve Seksen Yıl Savaşlarını bitiren anlaşma) ile somutlaştırılsa da ulus devlet hem fikri hem içtimai hem de tarihi açıdan birçok bileşenden oluşmaktadır.

Daha açık bir ifade ile ulus devlet, bugünkü anlamı ve nitelikleri ile ortaçağın bitişi ve yeniçağın başlangıcı arasında Avrupa feodalizminin çözülmesi, mutlak monarkların sentralizasyonu (merkezileştirme), Katolik Kilisenin ilahi otoritesinin güç kaybetmesi, merkantilist(ticaretçilik) politikaların sonucunda ortaya çıkan kapitalizm, aydınlanma düşüncesi ve milliyetçiliğin gelişmesi, bölünmüş ve fikir ayrılığı yaşayan egemenlerin uyruğu altında yaşayan insanlara kesin sınırlar içinde yurttaş statüsünün peyda edilmesi sonucunda doğmuştur.

Özetlersek sadakat duygusu ile şekillenen üst bir kimliği ve geçmişten gelen ortak kültürü belirli sınırlar içinde bir egemen gücün himayesinde örgütleyen ulus devlet, bir topluluğun içindeki siyasal bütünlüğü sağlayarak -ki bu suretle ulus adı verilen yeni bir oluşum ortaya çıkmış- asırlar boyu kümülatif şekilde seyreden bir devinimin sonucunda ortaya çıkmıştır.

Böylece anakronik devlet tiplerinin meşruiyetini ortadan kaldırarak siyasi, ekonomik, sosyal ve felsefi değişimlere neden olmuştur. 


Ulus devletin kuruluşu ile ilgili en bilinen tipoloji Rokkan tarafından yapılmıştır. Ona göre insanlık tarihi ulus devleti dört farklı aşama sonucunda oluşturmuştur. 

İlk aşama; geleneksel devletlerin bulunduğu on beşinci yüzyıldan Fransız Devrimi'ne kadar geçen süredir.

Haraç alan geleneksel imparatorluklar, feodalizm, zümre düzeni, mutlakiyetçi devletler ve modern devletler olarak klasifike ettiği "beş ana devlet biçiminin" ilk dördü ulus devletleşmenin birinci aşamasında yer alan devletlerdir.

Söz konusu aşamada yerellik ve akrabalık bağlarından sıyrılarak elitler; ekonomik, siyasi ve kültürel bütünleşme için ilke ve değerler oluşturmaktadır. 


Ulus devletleşme sürecinin ikinci aşaması kitlenin askeri, teknolojik, siyasi kanallar vasıtasıyla yeni sistemin oryantasyonunu içermektedir.

Bu aşama da kitlelerin söz konusu kanallar sonucunda yarattığı yeni kimlik duygusu da önemlidir. Bu yeni kimlik, bölünmüş egemenler ile çatışmaya başlamıştır. 


Uluslaşma sürecinde en önemli adım olarak da niteleyebileceğimiz üçüncü aşama ise yeni bir kimlik oluşturan toplum üyelerin tebaadan yurttaşa geçişini ifade etmektedir.

Söz konusu geçişi kolaylaştıran faktörleri ise muhalefetin oluşması, oy verme hakkının tanınması ve siyasi partilerin örgütlenmesi olarak nitelemek mümkündür.

Bu aşamada yurttaşlar genellikle yerelliğin ön plana çıktığı kolektif değerleri bir kenara bırakarak bireysel çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir.

Daha geniş ifadeyle sanayi ve ulusal devrimlerin yaşandığı bu dönemde kişisel çıkarlarını gerçekleştirmek isteyen bireyler ve egemen güçler arasında çatışma başlamıştır. 


Ulus devletleşme sürecinin son aşamasını ise idari aygıtların genişlemesi oluşturmaktadır. Bu aşama, siyasetin müşterek kararları alma ve bunları uygulama işlevi neticesinde yönetim olgusunun ortaya çıkması ile tamamlanmaktadır. 

Ancak, ulus devletleşme süreci her ülkede aynı sıralamayla, aynı hız ve zaman diliminde devam etmemektedir. 


Antik siyaset teorisinde Aristoteles de kökenlerini bulabileceğimiz ulus devlet düşüncesinin modern siyaset bilimindeki yansıması Nicolla Machieavelli ile karşımıza çıkmaktadır.

"Kötülüğün öğretmeni" olarak da tanınan Rönesans İtalya'sının özgün düşünürü Machiavelli, farklı tahayyül ettiği siyasal iktidar düşüncesi ile diğer düşünürlerden ayrılmaktadır.

Ona göre siyasi iktidarın temelinde haris, ikiyüzlü, çıkarcı insan doğası bulunmaktadır. İnsan doğası gereği ihtiras ve iktidar peşinde koşmaktadır.

Rasyonel düşünen insan, kendi çıkarları peşinde koşarak modern siyasi kuramın temelini de oluşturmaktadır. Machiavelli'nin modern devlet düşüncesinin iyice kavranabilmesi için siyasi iktidarın diğer boyutlarının da irdelenmesi gerekmektedir.

Machiavelli'nin prenslik üzerine belirttiği düşünceler, modern ulus devletin niteliklerinin zımni bir anlatımıdır. Machiaevelli, siyasi iktidarın ve ulusal devletin sağlanması için ilk önce düzenli ordular kurularak merkezi ve egemen bir prenslik kurulmalıdır.

Zaten egemen bir prensin halk iktidarını ve desteğini sağlayacağı kesindir. Bu bilgilerin ışığında Machiavelli, ulusal ordular ile merkezileşen bir prensliğin, teritoryal(bölgesel) alanı ve halkının üzerinde etkin olacağını ön görmektedir. Böylelikle ulusal birlik sağlanacak ve ulusal devlet kurulacaktır. 


Machiavelli'nin çağdaşı Jean Bodin (1530-1596), "Devletin Altı Kitabı" (1576) isimli eserinde açıkça yer verdiği egemenlik kavramı ile ulus devletleşme yolunda önemli bir katkı sağlamıştır.

Bodin'e göre devlet, ailelerin ve onların ortak çıkarlarının buyurgan bir güç tarafından doğru ve legal bir şekilde yönetilmesidir. Bodin egemenlik nosyonu aracılığıyla siyasal iktidarı, iktidarlar arasında en üste yerleştirme çabasındadır.

Bu amaç doğrultusunda Bodin egemenliği "superanus"(en üst, en yüksek) kelimesinden türetmiş ve "devletin bölünmez ve devamlı gücünü" betimlemek için bu kavramını kullanmıştır.

Egemenlik, devletin kısıtlanamayan en mutlak gücüdür. Bodin'e göre gücünü Tanrı'dan alan egemen erk, devleti mutlakiyetçiliğe ve birliğe götürerek diğer topluluk biçimlerinden ayıran en önemli husus ve devlet olmanın birincil koşuludur.

Başka bir ifadeyle "devlet kral" anlayışı çerçevesinde tek bir merkez ile güç bulunduğundan devlet tek egemen tarafından (hükümdar) yönetilmelidir. Egemenlik tektir, mutlaktır, süreklidir, bölünmez- devredilemezdir.

Bodin'in kurguladığı egemenlik doktrini; ulus devletin selefi olan ve feodalizmi bertaraf eden mutlak monarşilerin temelini oluşturarak ulusal birliği ve bağımsızlığı simgelemekte, karma yönetimler ile dini iktidar(lar)ın sonunu getirmektedir. 


Devlet felsefesinin önemli isimlerden bir tanesi olan Thomas Hobbes'dur. (1588-1679) Hobbes'a göre doğa insanları fikren ve bedenen eşit yaratmıştır.

Bu insanlar isteklerine ulaşmak için birbirleri ile çatışacaktır. Ancak insanların iç savaşa düşmekten kaçınması için kendileri üzerinde "onları korku içinde tutacak ve onların eylemlerini ortak çıkara yöneltecek bir genel güç" oluşturulmalıdır.

Bunu kurmanın yolu ise bütün kudret ve gücün tek bir kişiye ya da bir iradeye indirgeyecek bir heyete devretmeleridir. Başka bir deyişle, Hobbes'a göre bireyler özgürlüklerinin tümünü insan eseri yapay bir yaratık olan otoriter bir egemene teslim etmektedir.

Bu bağlamda hükmetme gücünü elinde bulunduran "Leviathan" (bir din ya da dünya devletinin içeriği, biçimi, gücü-Tevrat'ta adı geçen kutsal yaratık) kudretini rızadan değil, zordan almaktadır.

Hobbes'a göre devletin oluşumu, egemen ve uyruklarının baştan belirmesi ile mümkün olmakta ve yabancılar ile vatandaşlardan gelecek saldırılar ve tehditlerden koruyacak üst otoriteye dayanmaktadır.

Sözleşme kuramının önemli isimlerinden bir tanesi olan Hobbes, bireylerin güvenliği için egemenlik haklarını devlet gibi mutlak bir otoriteye devretmeleri gerektiğini ön görmektedir.

Güvenlik nedeniyle egemenliğin üst otoriteye devredilmesi sonucunda devletin teolojik yapılanma ile ilişkisi kesilecektir. 


Hobbes ve Bodin'deki mutlak egemenlik vurgusu, Ortaçağ Avrupa'sında var olan kaotik görüntü ile ilgilidir. En nihayetinde iki düşünürde toplumu yönetecek egemen birimin nasıl olması gerektiğine işaret etmektedir. 


Alman felsefesinin önemli isimlerinden bir tanesi olan George Wilhelm Friederich Hegel (1770-1831), özellikle transandantal(deneyüstü) devlet ve ulus devletin politik bir güce dönüşmesinde eşik taşlarından bir diğeridir.

Kimi zaman Hitler gibi bir diktatörün ortaya çıkmasına zemin hazırlamakla suçlanan Hegel, devlet anlayışına büyük önem vermiştir.

Sınır-otorite ilişkisi ve karşılıklı tanınmaya dayalı ulusal egemenlik anlayışı on dokuzuncu yüzyılda özellikle Hegel ile birlikte felsefi bir zemin, bir ruh ve kendi içinde teorik ve sistematik bir bütünlük kazanmıştır.

Hegel'e göre, insanlar uluslaşmayı becerdiği takdirde devlet de kurulmaktadır. Böylece ortaya çıkan söz konusu aşkın yapıyı Hegel, insanlık tarihinin en büyük reformlarından bir tanesi olarak betimlenmektedir.

Zira devlet, insanları özgürleştiren formdur. Bireylerin istekleri genelin içinde eriyecek, genelin istekleri için devlet özgürlükleri sağlayacaktır.

Böylece, insanların bireysel ihtiyaçları azalacak ve toplumsal açıdan ilerleme sağlanacaktır. Hegel'e göre devletin kurucu unsurları; ulusal birliğini sağlamış bir yönetim, karşı gelinemeyecek aşkın bir iktidar ve halktır. 


Ulus devlet felsefesine katkı sağlayan isimlerden bir diğeri ise devlet kavramının tanımlama ve analiz etme çabalarında en yetkin kaynak olan Max Weber'dir (1864-1920).

Weber, devleti "belli arazi içinde fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran insan topluluğu" olarak tanımlamaktadır.

Weber, uygulanan bütün yöntemlerin başarısız olma sonuncunda şiddet kullanma hakkının sadece devletlerin hakkı olduğunu vurgulamaktadır.

Başka bir deyişle Max Weber'e göre modern devleti diğer formlardan farklı kılan unsur "belirli sınırlar" içerisinde "şiddet kullanma tekeli"ni elinde bulundurmasıdır.

Weber, ulus devletin başka modern bir oluşum olan bürokrasi ile varlığını devam ettirebileceğini düşünmektedir. Siyasi yapının en önemli unsurlarından bir tanesi olan bürokrasi ile devlet merkezileşecek, egemenlik konsolide edilecek ve böylece modern devletin önemli özelliklerinden bir tanesi olan uzmanlaşma sağlanacaktır. 

Ulus devletlerin fikri gelişiminde önemli bir isim de Anthony Smith'tir. Smith'in düşünce sistematiğine göre, ulus devlet sadece modernist bir yapı değil, modernist ve pre-modernist(modern öncesi) yapının birikimi sonucu ortaya çıkmıştır.

Smith'in ulus devletleşme süreci milliyetçilikle içkindir. Smith, ulus devletin oluşumunda tarihi anavatan, ortak mitler ve kolektif hafıza, ortak kültür, halkın meşru hakları ve görevleri ile teritoryal(bölgesel) hareketliliği esas alan ortak ekonomi olmak üzere beş öğenin bulunması gerektiğini ifade etmektedir.

 

Vesselam. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU