Şarku'l Avsat gazetesinde son olarak, biri “Yeni uluslararası düzen çift kutupluluğa mı yoksa çoğulculuğa mı açılıyor?”; diğeri “Korona çift kutupluluğu ihlal etmeden çoğulculuğu dayatıyor” başlıklı iki yazım yayımlandı.
Korona pandemisi artık benzeri görülmemiş bir biçimde dünya geneline yayılmış olduğundan, bir hastalık olarak onunla yüzleşmek, etkili bir ilaç ve aşı keşfetmek amacıyla uluslararası çabaların birleştirilmesini gerektirmektedir.
Keza ülkeler ve genel olarak dünya üzerindeki ekonomik ve sosyal yansımalarını tedavi etmek için de uluslararası çabalara ve birliğe ihtiyaç vardır. Bunun için de söz konusu gelişmelerle başa çıkacak yeni mekanizmalar üretilmelidir.
İki kutbun yani ABD ve Çin’in uluslararası ilişkilere hakim olması, bu evrenin gereksinimleri için bir çözüm teşkil ediyor mu yoksa çözüm dairesini başka ülkelerin uluslararası topluma yönelik sorumluluklarını üstlenmeleri yoluyla genişletmek mi gerekiyor?
Küresel bir çerçeveye ya da bu iki ülke ile çok kutupluluğu temsil eden ülkeler dahil dünya ülkelerinin çoğunu içeren bir çerçeveye sahip olduğu için BM’nin üzerine düşen sorumluluklar var mıdır?
Bu bizi, asırlar boyunca farklı kültürlerden, Victor Hugo, Emmanuel Kant, Bertnard Russell, Ebu Nasr Muhammed Farabi, Abdurrahman el-Kevakibi, Cemaleddin Afgani gibi filozof, düşünür ve hukukçuların kurulması çağrısında bulundukları “dünya hükümeti” düşüncesine mi yönlendiriyor?
Çağdaş dönemimizde de çok sayıda düşünür, filozof ve hukukçu bu çağrıda bulunuyor. Sözgelimi “el-Hukumet’ul-Alamiyye” (Küresel Hükümet, Mısır Angelo Yay. 1956) adında bir kitabı olduğunu keşfettiğim Dr. Butros Butros-Gali gibi.
BM Genel Sekreteri de BM Anlaşması'nın 75'inci yıl dönümü vesilesiyle yaptığı basın açıklamasında, Kovid-19 salgını ile yüzleşen endişeli ve çalkantılı dünyanın yeniden yapılandırılması çağrısında bulundu ve şu ifadeleri kullandı:
Gelin hep birlikte paylaştığımız dünyayı yeniden teşkil edelim. Bunun için, gerektiğinde bir dünya hükümeti gibi çalışabilecek etkin ve faal bir çok kutupluluğa ihtiyacımız vardır.
Antonio Guterres’in çağrıda bulunduğu çok kutuplulukla, Çin ve ABD’nin oluşturduğu çift kutupluluğun ötesine geçen, AB ülkeleri gibi diğer grupları kapsayan bir çok kutupluluk mu yoksa devletlerle sınırlı olmayan ve BM başta olmak üzere uluslararası kurumları da kapsayan bir çok kutupluluk mu kastediliyor?
Burada, uluslararası organizasyonun “Birleşmiş Ülkeler” değil de “Birleşmiş Milletler” olarak adlandırılmasının, gelecekte bir dünya hükümeti kurma fikri için ufuk açıcı olabileceği belirtilmelidir.
İlginçtir ki, Milletler Cemiyeti’ni Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD başkanı ve aynı zaman bir hukukçu olan Woodrow Wilson kurarken, Birleşmiş Milletler’i de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra müstesna bir politikacı olan Franklin Roosevelt kurmuştu.
Her iki lider de kurdukları örgütlerin adlarında “ülkeler” değil “milletler/uluslar” sözcüğünü kullanmışlardı. Oysa Başkanı oldukları ülkenin adı, “Birleşik Devletler”di.
Öte yandan Araplar da BM’den birkaç ay önce kurdukları organizasyonlarına “Arap Birliği” değil “Arap Devletleri Ligi” adını vermeyi tercih ettiler.
Yine Afrikalı ülkeler, kendilerini temsil eden organizasyonu “Afrika Birliği Örgütü” şeklinde adlandırmayı seçerek “ülkeler” kelimesini kullanmadılar. Bu isim daha sonra “Afrika Birliği” şeklinde kısaltıldı.
Arap Körfez bölgesine gelince, Körfez ülkeleri “Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi” çatısı altında bir araya geldiler.
Kuzey Afrika (Mağrip) ülkeleri de “Arap Mağrip Birliği”ni tesis ettiler. Bunu daha sonra “Arap İşbirliği Konseyi”nin kuruluşu takip etti. Dolayısıyla, bölgesel örgütlerin isimleri bölgeden bölgeye farklılık göstermiştir.
Birleşmiş Ülkeler yerine Birleşmiş Milletler ifadesinin seçilmesi keyfi bir seçim değildir. Bu, BM’ye üye başvurularını değerlendirmekte esneklik sağlamaktadır.
BM’nin resmi üye sayısı 194’tür. Bunlara ilaveten iki üyesi daha vardır. Onlar da: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oturumlarına "daimi gözlemci" olarak katılan ama oy kullanma hakkı olmayan Filistin ile Vatikan’dır.
Ayrıca BM’ye üye olmayı bekleyen 6 devlet niteliği taşıyan oluşum da bulunmaktadır. Fakat aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi ülkeler, bu oluşumların “daimi gözlemci” statüsü ile BM’ye katılmalarına karşı çıkıyorlar.
Oysa bunlar arasında üye ve egemen çok sayıda ülkenin kendisini tanıdığı oluşumlar da var.
Sözgelimi, 102 ülke tarafından tanınan Kosova, BM üyesi 44 ülke tarafından tanınan Batı Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti gibi.
En az ülke tarafından tanınan oluşum ise, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Bu, dünyanın bütün ülkelerinin BM’nin üyesi olduğu anlamına geliyor. Öte yandan, organları ve komisyonları ile BM de devlet benzeri bir organizasyondur.
Ülkeler gibi kendi anayasası vardır. Bu anayasa, bazılarının “Uluslararası toplum anayasası” adını verdikleri BM Anlaşması’dır.
Küçük büyük, zengin fakir ülkeler arasında ayrım yapmadan tüm üye ülkelerin eşit şekilde temsil edildiği demokratik bir parlamentosu vardır. Bütün bunlar Birleşmiş Milletler Genel Kurulu çerçevesinde temsil edilmektedir.
Uluslararası barış ve güvenliği korumaktan sorumlu, uluslararası jandarma görevini gören Güvenlik Konseyi vardır.
Genel sekreterin başkanlık ettiği genel sekreterlik formatında bir yürütme organına sahiptir. Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı gibi uluslararası yargı kurumları da bulunmaktadır.
Ülkelerin bakanlıklarına karşılık BM’nin uzman örgütleri vardır. Mesela; Gıda ve Tarım Örgütü, UNESCO, Dünya Sağlık Örgütü gibi.
Ayrıca iki mali ve finansal aracı da bulunmaktadır: Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası.
Ülkeler ve BM arasındaki bu benzerliklere rağmen temel bir fark da var:
Devletler çerçevesinde verilen kararlar devletin egemenliğini temsil ederken BM kararları, BM Anlaşması ve uluslararası hukuk ilkeleri çerçevesinde alınmaktadır.
Bu noktada örnek olarak, Tunus ve Fransa’nın sunduğu karar tasarısının oy birliği ile kabul edilmesinden sonra açıklanan 2532 sayılı kararı verebiliriz.
Bu karar, koronavirüsün yayılmasından kaynaklanan tehlikeler ile mücadeleye odaklanmak için küresel bir ateşkes deklare edilmesini ve tüm çatışma bölgelerinde çatışmaların derhal durdurulmasını talep ediyordu.
BM Genel Sekreteri daha mart ayında böyle bir çağrıda bulunmuştu ama ABD-Çin arasında, virüsün dünyaya yayılmasının sorumlusu ve Dünya Sağlık Örgütü'nün olası rolü ile ilgili anlaşmazlıklar nedeniyle bu çağrı geç karşılık buldu.
50'li yıllarda, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş ve çekişme, Güvenlik Konseyi’nin çalışmalarını felç etmişti.
Her iki ülke de veto haklarını aşırı bir şekilde kullanmışlardı. Bugün ABD-Çin arasında yeni soğuk savaş rüzgarları esse de küresel bir pandemiye dönüşen “koronavirüs” onları ihtilaflarını bir kenara bırakmaya zorladı.
Bu da, yukarıda bahsi geçen Güvenlik Konseyi kararının kabul edilmesine yardımcı oldu.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 18 Temmuz Cumartesi günü, dünya genelinde koronavirüs vakaları sayısında yeni rekor artışlar kaydedildiğini açıkladı. Buna göre vaka sayısı, 259 bin 848’e yükseldi.
Örgütün yayınladığı günlük rapora göre en çok artış ABD, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’da kaydedildi. Bunun üzerine BM Genel Sekreteri aynı gün yaptığı açıklamada, koronavirüsün toplumların “zayıf ve kırılgan” yapısını ortaya çıkardığını, 100 milyon insanı aşırı yoksulluğa mahkum edebileceğini ifade etti.
Bu, söz konusu sorunlarla kolektif bir biçimde yüzleşmek gerektiği anlamına geliyor.
Peki, bu nasıl gerçekleşebilir?
Çözüm bir dünya hükümeti kurmak mıdır?
Böyle bir hayal gerçekleşebilir mi?
Alman filozof Emmanuel Kant, 1784 tarihli birkaç yazısında bu tür soruları yanıtlamış ve şöyle demişti:
Doğa adamını kanunlarla sosyal bir yaşama zorlayan koşullar, ileride ulusların uluslararası toplumdan talep edeceği koşulların aynısıdır.
Victor Hugo “Sefiller” romanında şu ifadeyi kullanmıştı: Ütopya yarının gerçeğidir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish