Birinci Dünya Savaşı birçok insanın yerinden ve yurdundan sürgün olup vatansız kalmasına neden olmuştu.
Bu travmanın en şiddetli yaşandığı sığınaklardan birisi de İstanbul’du; fakat bu kez akın akın gelenler ne Türk’tü ne de imparatorluğunun bakiyesi olan Müslüman ahaliydi.
Bu kez gelenler 1878 yılında yüz binlerce Türk ve Müslüman’ın yurdundan olmasına neden olan mağrur Ruslardı.
Tarih yine tüm dünyaya bir ibret dersi veriyor; zalimi bir kez daha mazlum duruma düşürüyordu.
Üstelik gelenler sırtlarına çıkınlarını alıp, azıcık ziynetiyle yola koyulmuş da değildi; ellerinde silahlar ve savaş teçhizatı ile çoğu Çarlık Rusya ordusu mensubuydu.
İçlerinde prensler, generaller, prensesler ve subaylar olmak üzere 150 bin Beyaz Rus İstanbul kapılarına dayanmıştı.
1917 yılında Çar ve ailesinin öldürülmesinden sonra bir iç savaş ve yıkım bataklığına saplanan Rusya’da kardeş savaşının mağlupları hayatta kalabilmek için işgal altındaki İstanbul’un insanlarına sığınmıştı.
Pay-i tahtın o zamanki nüfusu 900 bin civarındaydı; ama 150 binin üzerinde Beyaz Rus’a kapılarını açmıştı.
Bugün ile karşılaştırdığımızda 18 milyonluk şehre bir anda 2 milyonun üzerinde mültecinin gelmesi anlamına geliyordu.
Sivaspotol’un düşüşü
6 Haziran 1920 yılında Bolşevikler, General Wrangel komutasındaki Beyaz Ordu’ya ağır bir mağlubiyet yaşatmasından sonra Beyaz Rusların elindeki en büyük kale olan Kırım’ın düşeceği anlaşılmıştı.
Artık Beyaz Ruslar’ın yapabileceği tek şey Bolşevik ordusu Kırım’a ulaşıp büyük bir katliam yapmadan evvel orduyu ve sivilleri tahliye ederek çekilmekti.
Bu konuda ABD donanması ve Fransızlardan yardım alındı. On binlerce Rus, Sivaspotol’dan balık istifi bir şekilde gemilere binerek bir bilinmeze doğru hareket etmeye başladı.
Bir Fransız gemisine binerek İstanbul yolunu tutacak olan önemli Rus politikacılardan Petr Semyenoviç Bobrovski kaçış sırasındaki izdiham ve dramı şöyle yazacaktı:
Uçsuz bucaksız insan seli merdivenden yukarıya doğru uzayıp gidiyordu. Her askere yalnızca bir çuval götürme hakkı verilmişti. Fazlası anında denize atılıyordu. Bu binlerce kişiden oluşan kalabalık, yavaş yavaş bütün güverteye yayılıyordu, insanlar omuz omuza duruyordu.
Bunun geçici olduğunu, daha sonra kamaralara yerleştirileceklerini düşünüyordum. Bütün kamaraların dolu olduğunu ve bu insanların Konstantinopol’e güvertede gittiklerini sonradan öğrendim. Konstantinopol’e yapılan tahliye baştan sona korkunçtu.
Bütün gemiler tıklım tıklımdı, bazıları daha yoldayken su ve kömür sıkıntısı başlamıştı. Pislik hakkında konuşmaya bile gerek yok. En kötü yanı ise, tahliyede yaşanan eşitsizlikti.
Gemiler Kırım’dan ayrılarak İstanbul yolunu tuttuğunda Sovyet istihbarat kaynaklarına göre gemide 86 bin asker 60 bin sivil muhalif bulunuyordu.
Rus kardeş savaşı ibret vesikalarıyla doluydu. Bunlardan en sıra dışı olanı Wrangel’e Kırım’da büyük bir mağlubiyet yaşatarak yüz binlerce insanı İstanbul’a süren ve bunu büyük bir övünç kaynağı olarak kamuoyuna deklare eden Komünist siyasetçi Troçki de sadece 10 küsur sene sonra bir sürgün olarak İstanbul yolunu tutacaktı.
Mağlup komutan Wrangel de İstanbul sürgünü mültecilerden birisiydi. Wrangel İstanbul ile karşılaşmasını şöyle yazacaktı:
Boğaz hakkında çok şey okumuştum, ama bu kadar güzel olacağını beklemiyordum. Yeşillikler içinde kaybolmuş villalar, resim gibi vadiler, masmavi fondaki minarelerin narin siluetleri, gemiler, hemen her tarafa akıp giden yelkenliler ve sandallar, masmavi ve saydam bir deniz, resim gibi dar sokaklar ve karmakarışık bir kalabalık, hepsi orijinal ve olağanüstü güzeldi.
İstanbul Hükümeti: Esir almayacağız
Yüz binler İstanbul kapılarına dayandığında hükümet gelen Rusları tutuklamayacağını ve onları mülteci statüsünde kabul edeceğini ilan etti; fakat bu kararı bu denli hızlı almasında Fransız baskısı etkili olmuştu.
On binlerle ifade edilen askerin şehre girişi oldukça tehlikeli bir durumdu; fakat Fransız hükümetinin Osmanlı’ya verdiği tek güvence askerlerin silahlarını toplayarak Zeytinburnu’nda bulunan depolarda muhafaza altına almaktı.
Bu ilticadan son derece rahatsız olan ve tehlikeli bulan en önemli kişi Anadolu direnişinin lideri Mustafa Kemal Atatürk’tü.
Beyaz Ruslar da bu durumu bilmesinden dolayı Mustafa Kemal ismi İstanbul mültecileri arasında büyük bir korku sebebiydi.
İstanbul yolunu tutmuş önemli isimlerden birisi olan Slobodskoy bu durumu şöyle yazacaktı:
İstanbul’da (Konstantinopol) Kemal Paşa adı korkutucu bir şeydi. Mülteciler, Vrangel ile Bolşevikler arasındaki savaşla ilgilendikleri kadar Kemal Paşa ordusunun Yunanlılar ve müttefikler karşısında kazandığı zaferlerle de yakından ilgileniyorlardı.
Mültecilerin yok edilmesi, İstanbul’dan başka ülkelere yollanmaları ya da gerisin geri Sovyet Rusya’ya gönderilmeleri konusunda Kemal Paşa’nın Bolşeviklerle gizli anlaşmalar yaptığı söylentileri, ürkmüş mültecilerin arasında oldukça yaygındı…
Bu arada bu söylentiler Kemal Paşa taraflarınca da belli bir ısrarla destekleniyor ve çeşitli biçimlerde yineleniyordu. Bu konu hakkında hiç kimse düşünmüyordu ama tehlike hakkındaki fikirlerin yayılmasına yabancı güçlerin de karışması gerçekti.
Türkler ve Kemal tarafından beklenen bu hayali tehlike, mülteci kitlelerini o yandan bu yana savurup duruyor ve hummalı bir biçimde Kırım’a (o zamanlar Vrangel’in elindeydi) dönmeye ya da Avrupa’ya geçmeye çalışıyorlardı.
İlerleyen süreçte Beyaz Ruslar’ın beraberinde getirdiği silahlar Karakol Cemiyeti gibi yer altı direniş örgütlerinin çabalarıyla depolarından kaçırılarak Anadolu direnişine gönderilmiş ve Beyaz Ruslar bir tehlike olarak görülmemeye başlanmıştı.
Çanakkale civarına yerleştirilen birçok Beyaz Rus askeri, Mustafa Kemal saflarında savaşma talebinde bulunması sebebiyle idam ile yargılanacak olması da yine kaderin cilvesiydi.
Beyaz Ruslar neden İstanbul’u tercih etti?
Savaştan kaçan yüz binler gemilere bindirildiğinde çok azı İstanbul’a götürüldüğünü biliyordu.
İstanbul’un tercih edilmesinin sebebi ise bu kentten Slav ülkelerine geçiş yollarının kolay olmasıydı.
Ayrıca İtilaf devletlerinin işgali altında bulunan İstanbul, Komünist iktidara karşı bir askeri üst olarak kullanılması planlanıyordu.
Oysa bu plan hiçbir zaman hayata geçirilemedi. İstanbul’a getirilen askerlerin bir kısmı Gelibolu civarı, bir kısmı da Anadolu’nun çeşitli vilayetlerine dağıtıldı.
İstanbul’da kalanların büyük bir kısmı hayata tutunabilmek için çeşitli işler kurarak çalışmaya başladı. Bu sebeple direniş fikri kısa sürede unutuldu; ama mülteci Rusların İstanbul hayatına dâhil olması İstanbul’da büyük değişimlerin yaşamasına sebep oldu.
Türk romanının büyük ismi Ahmet Hamdi Tanpınar, işgal İstanbul’unu tasvir ettiği “Sahnenin Dışındakiler” kitabında İstanbul’u hınca hınç dolduran Beyaz Rusları ve onların meydana getirdiği dönüşümü şöyle tasvir edecekti;
İşgal ordularının şehre döktüğü para, kazanç şekillerini altüst etmiş, refah seviyesi tasavvur edilmeyecek derecede el değiştirmişti. Yabancı kuvvetlerin etrafında onların gündelik ihtiyaçları için hemen bir yığın yeni iş fikri çıkmıştı.
Biraz atılgan, cerbezeli yahut değerlere karşı az çok kayıtsız insanlar bu işlere sarılmışlardı, kaybedilmesi, kazanılması kadar kolay servetler elde etmişlerdi. Bu kolay servetin etrafında Beyaz Rus akımının çok başka mecralar ve şekiller verdiği büyük bir eğlence hayatı başlamıştı›.
Beyoğlu’nda bir yığın lokanta, bar, dansing açılmıştı, ağırbaşlı İstanbul efendilerinin bir vakitler gazetelerini okuyarak, alçak sesle dünya gidişi hakkında bedbinliklerini birbirlerine naklettikleri, sabah kahvesi ve akşam çayı içtikleri İstanbul kahveleri manzaralarını değiştirmişlerdi.
Beyaz Kafkas ceketli, ayağı siyah çizmeli, bol pudra içindeki kumral ve beyaz yüzleri düz çizgili, ince, eski hanımlarımızın kullandığı yemenileri andıran eşarplara sarılmış narin Rus kadınları ve kızları, çoğu prenses, kontes, yahut, yüksek burjuva ailesine mensup olduklarını› iddia ediyorlardı!
Öyle ki, batan Çarlık gemisinden hemen herkes bir asalet unvanı kurtararak gelmişti denebilir. Acayip ve çok tehlikeli bir peri kafilesi gibi, bu sakin baş dindirme mabetlerine, bir kısmı sakat, göğüsleri nişanlarla dolu, yine Kafkas ve Kazak kıyafetli erkekleriyle beraber üşüşmüşlerdi.
Bir kısım Rus’un İstanbul’un ahlakını bozup ahaliyi kumara alıştırması rahatsızlık yarattı
İstanbul’u dolduran Beyaz Rusların önemli bir kısmı okumuş ve meslek sahibi kişilerdi. Doktor ve zanaat ustası olanlar kısa bir süre içerisinde hayata tutunmayı başardı.
Beyoğlu ve Galata’yı mesken tutan Ruslar, İstanbul’un bir parçası olmuştu artık.
Oysa elinde askerlik dışında bir zanaatı bulunmayan çoğu Rus, para kazanabilmek için farklı yollara başvurmak zorunda kalacaktı.
Kolay para kazanmanın en kestirme yolu eğlence sektörü ve kumardan geçiyordu.
Tombala ismi verilen oyun kısa sürede İstanbul ahalisinin vazgeçilmez eğlencesine dönüştü.
İstanbul uleması ise zaten fakirlik içerisinde kırılan Müslüman Türklerin paralarını tombala gibi Rus menşeili kumarlarda kaybetmesine savaş açarak bu oyunun yasaklanması için harekete geçti.
Kısa sürede bu oyun terk edilmiş ve ahalinin gündeminden düşürülmesi başarılmıştı; ama Ruslar kumar konusunda birbirinden yaratıcı fikirlerle Türklerin aklını başından almasını biliyordu.
Tombalanın dışında Çarkçılık ve Hamam böceği yarışmaları gibi oyunlarla Beyaz Ruslar, Türklerin ceplerindeki son kuruşa kadar almanın yolunu bir şekilde buluyorlardı.
Hamam böceklerinin arkasına bağlanan minik arabalarla yarışlar yapılıyor ve bu kumarda da Türkler büyük paralar kaybediyordu.
Rus yazar Çebışev, bu yarışları şöyle tasvir edecekti:
Oldukça büyük bir salon ve ortasında yine kocaman bir masa. Masa, hipodrom işlevi görüyor. Aslında hipodrom değil, kafarodrom. Uzunlamasına açılan kanallarda arkalarına telden arabalar bağlı hamamböcekleri koşuyor. Etraf aç gözleri pırıl pırıl parlayan insanlarla dolu. Hamamböceklerinin büyüklükleri insanı şaşırtıyor. 'Hamamlardan topluyoruz’ diyor işyeri sahibi… Bahisler yüz Liraya (bin frank) kadar çıkıyordu.
Yine eğlence sektöründe çalışan Rus kadın mültecilere gönlünü kaptıran Türklerin yaşadığı trajediler yuvaların yıkılmasına sebep oluyordu.
Rus eğlence sektörü Türk edebiyatının büyük isimlerini de müdavimi haline getirmişti.
Ahmet Hamdi Tanpınar ve Sait Faik Abasıyanık gibi isimler bu gecelerin değişmezleriydi.
Türk medyasının güçlü kalemlerinden Hikmet Feridun Es bu durumu şöyle tasvir edecekti:
Galata’da, Tünel’in yanındaki Domuz sokağında baş döndürücü bir faaliyet göze çarpıyordu... 24 saat açık, her an yiyecek sıcak bir şeyler, kışın konyaklı punca kadar içilecek nesne bulunduğu için Petrograd, entelektüel bohem dünyasının tek merkezi olmuştu. Belki biraz kozmopolit ama bir Avrupalı havası getirmişti...
Gece yarısı, dolgun bir bahşiş verdikten sonra eve giderken, beyaz giysili, sahici bir kontes ‘Garsone Hanım’ın elini öpen bir üniversite profesörü: Mustafa Şekip Bey! Gedikli müşteriler arasında kimler yoktu? Ahmet Hamdi Tanpınar, Çallı İbrahim, Nahit Sırrı ürik, Kâzım Sevinç, Hemen yan sokaktaki, içkili ‘Bizim Lokanta”nın sahibi aktör Rasıt Rıza... gecey arısı müşterileri. Sait Faik, Bahriyeli Kırmızı Rıdvan (Ajda Pekkan’ın babası)...
Daha kimler? Kimler? Servet-ı Fünun’cular için Tepebaşı bahçesi... Ziya Gökalp için Çınaraltı. Yedi meşaleciler için Küllük. Petrograd böyle bir toplantı merkezi idi. Otel bulamayanların veya otel parası çıkışmayan entelektüel bohemin, geceden arta kalan son bir iki saati geçirdikleri bedava otel...(Yarım Yüzyıl Önce Esen Müthiş Fırtına-Beyaz Ruslar İstanbul’da)
Beyaz Rusların İstanbul’a kazandırdıkları
Beyaz Ruslar İstanbul’un günlük rutininde de büyük değişimlere sebep olmuşlardı. İstanbul mutfağına kazandırdıkları, çiçek sektöründe yaşanan gelişmeler, hatta İstanbul’da sahil kültürü Beyaz Ruslarla neredeyse tamamen değişmişti.
İstanbul ahalisi işgal dönemine kadar sahilleri yüzmek ve güneşlenmek için kullanmıyordu.
Su hasreti daha çok zengin hamam kültürü ile gideriliyor, denizde halka açık bir biçimde yüzmek çok tasvip edilen bir durum değildi.
Oysa Beyaz Ruslar İstanbul’un sahillerine adeta âşık olmuşlar ve özellikle Florya sahilini bir eğlence merkezine dönüştürmüşlerdi.
İstanbul ahalisi kadın-erkek ve yarı çıplak bir biçimde denize girerek serinleyen Ruslar’ı önceleri ayıplamıştı.
İlerleyen yıllarda ise Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı Yazlığını Florya’ya inşa ederek bu sahili kullanması ise Atatürk’ün Beyaz Rusların bu eğlencesini yadırgamadığını, aksine benimsediğini gösteriyordu.
Rus lokantaları ise birbiri ardına İstanbul sokaklarını dolduruyor, ünleri Ankara’ya kadar uzanıyordu.
Ankara’nın önemli lokantalarından birisi olan Karpiç, bu dönemde Ruslar tarafından açılarak kullanıma sunulmuştu.
Ruslar her sektörde olduğu gibi medyaya da elini uzatmış ve birbiri ardına gazeteler kurmuştu; fakat bu gazeteler çeşitli sebeplerle kapatılarak uzun ömürlü olamamıştı.
Beyaz Ruslar’ın oturma izni 1927 yılında sona erdiğinde 15 bin Beyaz Rus, Türk vatandaşlığına geçmişti.
Gelenlerden önemli bir kısmı İslam dinine seçerek adını dahi değiştirmişti. Önemli bir kısım mülteci de Slav ülkelerine ve Amerika kıtasına göç etmişti.
1920’li yılların başında 150 bin Rus ülkelerindeki savaştan kaçarak ebedi düşmanları olan Türklerin başkenti İstanbul’a sığınmışlardı.
80 bini asker olan bu insanların çoğu bir daha ülkesine dönemeyerek Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerine dağıldılar.
İstanbul’un sosyal ve maddi hayatını baştan aşağıya değiştiren Rus misafirlerin geriye bıraktığı miras ise bugün hala canlılığını korumaktadır.
Daha ayrıntılı bir okuma için
- Prof. Svetlana Uturgauri – Boğazdaki Beyaz Ruslar
- Fatih Özdemir - İstanbul’dan İnsan Manzaraları: Türk Roman›nda Beyaz Ruslar
- Umut Karacadoğan - İşgal Döneminde İstanbul ve Gelibolu’da Bolşevik Aleyhtarı Wrangel Ordusu
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish