Türkiye’den kaçmanın dayanılmaz hafifliği

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Independent Türkçe

Türkiye ekonomisinin idare şekli herkeste derin bir kaygı uyandırıyor.

Emekliye, memura, askere, polise her ay maaş yatıyor. Bundan sonra bu maaşlar düzenli yatabilecek mi, işte şimdi bu konuşuluyor.

Para bulma ihtiyacının dayanılmaz ağırlığı her geçen gün daha da büyüyor.

Birkaç ‘tedbir’den söz ediliyor. Birincisi, sağlık hizmetlerindeki ‘katkı payı’nın artırılması.

İkinci olarak, dini bayramlarda emeklilere verilen ikramiyenin ortadan kaldırılacağı konuşuluyor. Gerçi kimisi bunu yalanlıyor; medyanın mevcut ‘bölünmüşlüğü’ içinde farklı farklı bilgilere rastlıyoruz.

Bayram ikramiyelerinin zamlanarak verileceğini duyuran haberlere de rastladık.

Mayıs’ta ne olacağını göreceğiz.

Her ne olursa, Merkez Bankası rezervlerinin eridiğini, ‘ihtiyat akçesi’nin buharlaştığını, Türkiye’ye külçe altın getirme konusunda taze bir düzenleme çıktığını biliyoruz.

Libya’da ‘meşru hükümet’e verilen destek karşılığında ciddi miktarda doların Türkiye’ye getirildiği iddiaları ortalığa atılıyor.

Elde avuçta ne varsa satılacağını, dağın taşın satılığa çıkarıldığını hep hatırlatıyoruz. Lojmanların satışını da duyurmuştuk.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından “Kent merkezlerinde ne işi var?” denerek taşınan askeri alanların TOKİ’ye devredildiğini ve yapılaşmaya açıldığını da öğrenmiş bulunuyoruz.

Ekonomik büyümeyi beton dökmekle bir sayan iktisat anlayışının aşılamadığı anlaşılıyor.

Kentlerin yeşil alanları olarak sadece mezarlıkların ve askeri bölgelerin kaldığını düşünürsek, artık sadece mezarlıklarda rahat nefes alınabileceğini söylemek abartı olmayacak.

Tüm bunlara İş Bankası hisselerinin CHP’den alınması tartışmasının ısıtılarak gündeme getirilmesi eşlik ediyor.

Doların Türk Lirası karşısındaki yükselişini zapt etmek için büyük çaba sarf ediliyor; ama doların ateşi düşmüyor.

İşsizlik oranlarında iyileşme olmadığı gibi, genç işsizliğin derinleştiğini görüyoruz.

Bu arada çok acı tecrübeler yaşıyoruz... Avrupa’dan beklenen para gelmedi ve mülteci geçişinin önü açıldı.

İnsan hayatları gözümüzün önünde ‘pul’ kıymetine iniyor.

İkinci Dünya Savaşı’nda faşist Almanya’nın işgalinden kaçıp Suriye’ye sığınan Yunanlıların faşist torunları Suriyelilere saldırıyor.

Savaşı geçtik, iktisadi meseleler bölgemizde ırkçılığı ve düşmanlığı tetikliyor.

Öte yandan, mültecilerin Türkiye’den Avrupa’ya kaçışı bir başka gerçekliği gözümüze sokuyor: Türkiye mülteciler açısından da ‘katlanılabilir’ bir ülke olmaktan çıktı.

Bir Afgan’ın Türkiye’de kazanabildiği para, memleketine gönderilebilecek seviyede değil.

AKP iktidarının ilk senelerinde Türkiye’ye evlerde hizmetçilik yapmaya gelen eski Sovyetler Birliği vatandaşları, şimdi ucuz tatil imkanı için geliyor.

Türkiye dünya ülkeleri arasında açıkça küme düştü.

Bu ülkeden sadece mülteciler değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da kaçmak istiyor. Özellikle eğitimli nüfus kaçabilmek için fırsat kolluyor.

Dünya bizi dehşetle izliyor. Neticede tüm dünyanın gözü önünde bayır aşağı freni patlamış kamyon gibi ilerleyen koskoca bir ülkeden söz ediyoruz.

Aklıselim bir an önce duruma hakim olamazsa, bayırın sonunda ne olacağını hep beraber müşahede edeceğiz.

Ve ne yazık ki, dünya bizi seyrederken, biz o kamyonun kasasındayız!

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU