Yeni yıl arifesinde ve sonrasında Ortadoğu’da meydana gelen çok önemli olaylara nazaran bölge bir kez daha uluslararası toplumun ilgi odağı haline geldi.
Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, ABD ile İran’ı savaşın eşiğine getirdi. Dinler ve İslam toplumu içerisindeki mezhepler arasındaki ayrımları artırdı.
Küresel ve bölgesel güçlerden, Süleymani’nin öldürülmesine farklı tepkiler geldi.
Sonrasında Vladimir Putin ilk önce Şam’ı daha sonra da Türkiye’yi ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında resmi bir törenle “Türk Akımı”nın açılışı yapıldı.
Türk ve Rus devlet başkanları Libya’da çatışan taraflara ateşkes çağrısında bulundu.
Moskova’da Halife Hafter ile Fayiz es-Serrac arasındaki dolaylı görüşmeler barışı sağlayamasa da Berlin Konferansı’na ve Türk kuvvetlerinin Libya’ya gönderilmesine zemin hazırladı.
Bütün bu olaylar, bir kez daha işbirliğinin ve benzer bir şekilde krizlerin çözümünde “garantör ülkeler” arasındaki rekabetin önemini ortaya çıkardı.
Gerçekler, Moskova’nın Ankara ve Tahran ile bu yönde işbirliğinin aktif bir biçimde gelişmeyi sürdürdüğünü teyit etti.
Farklı sitelerde yayınlanan yazılarında analistler çoğunlukla, Suriye konusunda Rusya ile İran arasındaki anlaşmazlıkları abartıyorlar. Bu yüzden, kimi zaman okurlarda Moskova ve Tahran’ın bu ülkede birbirleri ile rekabet etmekten başka bir şey yapmadıkları gibi bir algı oluşabiliyor. Ancak bu gerçeklikten oldukça uzak.
Elbette iki ülke arasındaki ilişkiler dostane olsa da Suriye krizine ilişkin iki ülkenin stratejik hedefleri farklı. Buna rağmen, her birinin Suriye makamları ve ordusu ile işbirliği konusunda birbirleriyle çakışmayan özel kanalları var.
Şam, terör örgütleri ve silahlı muhalefete karşı sahada faaliyet gösteren müttefiklerin işbirliğine ihtiyaç duyuyor. Zira uzun savaş yılları Suriye ordusunu tüketti.
Rusya’nın ise Suriye’de kara kuvvetleri bulunmuyor ve göndermeyi de düşünmüyor. Şam’ın doğal olarak aynı ölçüde Rus uzay teknolojisine ve hava kuvvetlerine de ihtiyacı var. Bu teknolojinin ve hava kuvvetlerinin operasyonlara katılımı İranlıların da çıkarına. Ama yine de Rus askeri güçlerinin operasyonlarını İranlılarla koordine etmeye ihtiyaçları yok (Merkezi Bağdat’ta olan Dörtlü Bilgi Merkezi’nin faaliyetleri çerçevesinde tartışılan askeri ve siyasi meseleler dışında).
İranlılar ve İran’a bağlı milisler, Rus ordusu ile katiyyen ve hiçbir yerde karşı karşıya gelmiyorlar. Çünki Rus askeri polisinin konuşlandırıldığı yerlerde ne İranlılar ne de kendilerine bağlı milis güçleri mevcut değil. Yahut mevcutlardı ve varılan ortak bir anlaşma ile Rus askeri polisi bu yerlerde konuşlanmadan önce geri çekildiler. Dolayısıyla, özünde iki ülke arasında derin anlaşmazlıkların ortaya çıkması için bir neden yok.
Rusya’nın Suudi Arabistan ya da İsrail ile yapıcı ilişkilerini verimli ve hızlı bir biçimde geliştirmesi İranlıların hoşuna gitmese de bu hususun Suriye’de Moskova ile Tahran arasındaki işbirliğine doğrudan etkileri bulunmuyor. İkili ilişkilerin ilerlemesinin önüne geçmiyor. Moskova’nın partnerleri bölgedeki önemli rolünü anlıyor. Ulusal çıkarları bunu dikte ettiği sürece ülkeleriyle eşit ilişkiler kurma yaklaşımını kavrıyorlar.
Rusya ve Türkiye arasındaki durum ise biraz farklı. Burada bahisler ve riskler çok büyük. İki ülkenin sadece stratejik çıkarları ve taktikleri farklı değil. Aksine aralarından doğrudan temas var. Rus ve Türk orduları, Kuzey Suriye’de ortak devriyeler çerçevesinde ortak icraatlarda bulunuyor. Rus ordusu ile NATO üyesi bir ülkenin ordusu arasındaki bu doğrudan askeri etkileşimin, 1990'ların ortasında Bosna'daki Rus-ABD etkileşimi dışında bugün bir örneği yoktur. Ancak iki ülke arasındaki etkileşimi zorlaştırmaya devam eden iki faktör var:
Birinci faktör: Her birinin Şam rejimi ile ilişkilerindeki farklılık. Rusya açısından Şam, dost ve ortak (her ne kadar bu, bir takım meselelerde farklı pozisyonlar benimsemelerine engel olmasa da) birçok yönden müttefiktir.
Türkiye açısından ise Şam rejimi düşmandır. Ankara’nın Esed’in devrilmesi çağrılarını sürdürmesi de bunun kanıtıdır.
Şam rejimi de kendi tarafından Türkiye’yi işgalci ve topraklarını yasadışı bir şekilde işgal eden bir ülke olarak görüyor. Muhalif Suriye güçlerinden eğer kendilerini gerçekten vatansever sayıyorlarsa Suriye topraklarındaki Türk varlığına karşıt ve katı bir tutum benimsemelerini talep ediyor. Bu talebi – bilindiği gibi- geçen yılın sonunda Cenevre’de toplanan Anayasa Komisyonu görüşmeleri sırasında Suriye hükümeti tarafından desteklenen Suriye heyeti de benimsemişti. Kendisini, Suriye anayasal sürecine katılan tüm tarafların uyması gereken “ulusal dayanaklar”dan biri saymıştı.
Rus liderler, Suriye’nin egemenliği, toprak bütünlüğü ve toplum birliğini korumaya kararlı olduklarını sürekli ve kesin bir biçimde deklare ediyorlar. Prensip olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) onayı ya da Suriye hükümetinin daveti olmadan Suriye topraklarında herhangi bir yabancı gücün varlığını kabul edilemez bir husus olarak görüyorlar. Buna bağlı olarak, Moskova Şam’ın ülkesinin tüm topraklarını kontrol etme hakkına sahip olduğu ve tüm yabancı güçlerin çekilmesi gerektiği gerçeği çerçevesinde hareket ediyor.
Fakat öte yandan Moskova, Türk makamlarının Suriye’nin toprakları üzerindeki egemenliğini tanıdıklarına dair güvencelerini dikkate alıyor. Türk güçlerinin Suriye’deki varlığının geçici olduğu, Türkiye’nin ulusal güvenlik çıkarlarını korumak için (ülke sınırlarını koruma ihtiyacı ve terör örgütleri ile mücadele) orada bulunduklarına ilişkin teminatlarını göz önünde bulunduruyor.
Bu yüzden, Moskova Ankara ile işbirliğine büyük önem veriyor. Yukarıda bahsedilen misyonlar tamamlanır tamamlanmaz Türk güçlerinin Suriye’yi terk edeceğine inanıyor.
Buna ilaveten, Kuzey Suriye’de Türkiye ile işbirliği, Rus askeri liderliğinin halihazırda kendisine belirlemiş olduğu hedefleri de gerçekleştiriyor ve bizzat Suriye’nin çıkarları ile uyuşuyor. Bu hedeflerin başında da kuzeyde bulunan terör örgütlerinin (IŞİD, Heyet Tahrir eş-Şam, Ahraru’ş Şam) ortadan kaldırılması geliyor.
Suriye hükümetine gelince, temsilcileri Türklerin işgalci olarak varlıklarına kesin bir biçimde karşı çıkıyor hatta onları varlık gösterdikleri bölgeleri Türkleştirmekle suçluyorlar.
Bunun Türkiye’nin güçlerinin bulunduğu bölgeleri kendi topraklarına katma planları olduğu anlamına geldiğini belirtiyorlar. Bu suçlamalarına sadece yaşanan olayları değil tarihsel hafızalarını da dayanak gösteriyorlar. Şam ayrıca Türkiye’yi Suriye’nin İdlib şehrinde bulunan terör örgütlerine mensup savaşçıları Libya’ya göndermekle suçluyor.
İkinci faktör: İki ülkenin Suriye’de etkili bazı Kürt örgütlerine karşı tutumlardaki farklılıktır. Bu örgütlerin başında da Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile Halk Koruma Birlikleri (YPG) geliyor. Bilindiği gibi Ankara bunları terör örgütü sayıyor ve ulusal güvenliğine yönelik doğrudan tehdit kaynağı olarak görüyor.
Rusya ise bu görüşü paylaşmıyor. Nitekim Rusya geçmişte PYD’nin liderleri ile yakın ilişkilerini korumuş, onları Suriye uzlaşısı çerçevesinde müzakere sürecine dahil etmeye çalışmış ama sonuç alamamıştı. Yine Ankara’nın bu örgüte karşı tutumunu değiştirme ya da PYD ile Şam’ı uzlaştırmak için arabuluculuk yapma girişimlerinde de aynı ölçüde başarısız olmuştu. Aynı zamanda Moskova söz konusu Kürt örgütün, ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda bir Kürt devleti kurma vaatlerine kanması nedeniyle bir ölçüde hayalkırıklığı da yaşadı. Örgütün bu tutumunu, dar bir bakış açısı saydı.
Bu bağlamda, Kürtlerin son dönemde ABD’ye güvenlerini kaybettiklerini ama desteğini tamamen kaybetmekten korktuklarına da işaret etmek gerekiyor.
Şu ana kadar Rusya, Suriye konusunda temel bölgesel ve yerel aktörler arasındaki çelişkilerin ortaya çıkardığı düğüme rağmen taraflar arasında mükemmel bir biçimde denge kurmayı başardı.
Suriye hükümeti, Türkiye, Körfez ülkeleri, İran, Kürtler, İsrail ve Batılı ülkeler arasında dengeyi sağlamak için gerekli uzlaşıcı çözümlere başvurdu. Önündeki sorunları ağır ağır çözdü ve adım adım ilerledi.
Bu bağlamda, yaptırımlarla bağlantılı zorluklara karşın Moskova’nın Suriye ekonomisini yeniden inşa etmek için bir dizi projenin uygulanmasına katılarak attığı yeni adımlara da işaret etmeliyiz. 2019-2021 yılları arasında Suriye’de Rusya’nın katılımıyla çoğu tarım ve sanayi sektörlerini restore etmeye odaklanan 30 proje hayata geçirilecek. Bu projeler arasında: Hama’daki lastik fabrikasının onarımı, Tartus’ta bir havalimanı inşaatı, Halep’teki el-Müsellemiye çimento fabrikasının onarımı, un değirmenleri, prefabrik evler fabrikası kurulması gibi projeler yer alıyor. Bunun yanında Suriye ile tahıl tedariki ve Rusya’ya narenciyenin yanı sıra meyve ve sebze ihracatı konusunda anlaşmalar imzalandı.
İranlı şirketlerin yanı sıra Çinli ve Mısırlı şirketlerin, Suriye’de çeşitli projeleri hayata geçirmek konusunda istekli olduklarına dair raporlar da var. Kısacası, Suriye ekonomisini restore etme ve yeniden inşa etme süreci tüm engellere rağmen bir şekilde başladı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu