İran’da hükümetin akaryakıt fiyatlarını yükseltme kararı almasının ardından son birkaç gündür ülkenin birçok eyaletinde ve belli başlı şehirlerinde yaşanan olaylara şöyle bir bakıldığında rejim içindeki siyasi hayatı kontrol eden karşıt siyasi akımların aslında çokta farklı olmadıkları veya bir birleriyle çelişmedikleri sonucuna varılabilir. Çünkü rejimin, reformist ve muhafazakar eğilimli tüm siyasi partileri, halk hareketine karşı alınan kanlı müdahale kararının ardında harekete geçirebildiği orta çıktı. Söz konusu siyasi partiler, rejimin ve devlet kurumlarının yıllardır gösterdikleri zayıf performans ve bölgede yaşanan olaylardan kaynaklanan dış etkenler nedeniyle içerideki olumsuz birikimin ülkenin bekasına karşı bir tehdit haline gelmesini önlemek için birlik ve dayanışma içerisinde olmaları gerektiğini hissettiler. Tüm bu faktörlere bir de ABD yönetiminin rejime uyguladığı ekonomik yaptırımlar ve olumsuz tutumları ekleniyor. İran’ın içinden geçtiği mevcut sürecin, temelinde ve sonuçlarında, ülkenin son on yıldır yaşadığı olaylar ve protesto hareketleriyle bir takım farklılıklar olduğu söylenebilir.
İran’da 2009 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra patlak veren protesto gösterilerinin başını ağırlıklı olarak entelektüel kesim ve üniversite öğrencileri çekiyordu. Çeşitli etnik yapıların veya mezheplerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerdeki taraflar ise söz konusu protestoların, rejimin karar merkezleri arasında olduğu, yani reformist ve muhafazakar akımlar arasındaki güç mücadelesi çerçevesine girdiğini düşündüklerinden protesto hareketine genel olarak ilgisiz kaldılar.
Cumhurbaşkanı adaylarından Mir Hüseyin Musevi’nin adaylığının diğer aday Mahmud Ahmedinejad’ın lehine işleyen bir şekilde düşmesi veya düşürülmesiyle siyasi haklarının çalındığını düşünenler sokaklara döküldü. ‘Yeşil Hareket’ olarak adlandırılan protesto hareketi, rejime karşı başlatılan kapsamlı bir değişim hareketi ya da bir darbe değildi. Aksine iç çatışma kavramını ve ilkesini, her iki tarafın da mevcut rejim çatısı altında ülkenin iktidarını ve yönetimini devralmasına dönüştüren bir hareketti. Aynı şekilde reformistlerin iftiraları ya da hakaretleri değil, rejim ve mekanizmalarının sabiteleri ve dayanaklarına halel getirmeksizin bir reform ve değişimin olması gerektiğini vurgulayan bir söylemdi.
Etnik köken ve mezheplerin tarafları, ‘Yeşil Hareket’e büyük ölçüde katılım göstermediler. Bu nedenle hareketin kaderi, söz konusu tarafların rejim içinde destekledikleri akımın çıkarlarını savunması ve diğer akıma karşı elde ettikleri siyasi kazanımları korumasıyla ilgili okumalarıyla sınırlı kaldı. Hareketin vizyonu onlar için uyumlu olsa bile eylemde ve söylemde aynı fikirde değillerdi. Eğer hareket başarılı olsaydı, bölgenin çıkarlarına hizmet etmenin yanı sıra rejimin kararları ve kontrolünü merkezileştiren sınırlar çerçevesinde iktidardaki bu etnik yapıları temsil ettiği coğrafi tarafları içine alan bir takım değişikliler olabilirdi.
Bu yüzden protesto hareketine katılım, totaliter rejime söz konusu coğrafi bölgelerin ve toplumun çeşitli kesimlerinin temsil edilmediği muhalif bir mesajın iletilmesiyle sınırlı siyasi bir çerçevede kaldı. Yani bu katılımı, modern İran devletinin ve ülkeyi bir arada tutan yumruğu temsil eden, kontrolünü güçlendirmek adına tüm kaynakları ve serveti kullanırken marjinalleşmeye de devam eden merkezi sistemin kurulmasından bu yana söz konusu coğrafi bölgeler arasındaki ilişkiye hakim olan ‘güvensizliğin’ arka planı şekillendirdi.
2009’daki halk hareketinde yer alan tarafların konumu, rejimin siyasi rakiplerine karşı baskı uygulamasını kolaylaştırırken hareketi kendisine, kontrolüne ve sürekliliğine karşı tehdit oluşturan bir ‘fitne’ olarak tanımlamasına yardım etti. İran rejimi, protestoları orantısız güç kullanarak bastırdı. Bununla birlikte kontrolünü yeniden sağlamak, protestoların yayılmasını ve gerçek bir tehdide dönüştürmesini engellemek için hareketin başını çeken siyasi liderlere ve ikinci adamlara karşı bir tutuklama kampanyası başlattı. Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi gibi muhalif liderlere ev hapsi verildi. İran’ın eski cumhurbaşkanlarından Muhammed Hatemi de sosyal ve siyasi olarak abluka altına alınırken yurtdışına çıkması yasaklandı. Ardından alınan güvenlik önlemleri yavaş yavaş hafifletildi.
İran’daki benzin zammı kararının ardından patlak veren son olaylara, 2009’daki deneyim veya 2017 yılının sonu ve 2018’in başlarında ülkenin doğusundaki Meşhed şehrinde fitili ateşlenen olaylar bağlamında yaklaşılmamalı.
Son protestolar, hükümetin akaryakıt fiyatlarını yükseltme kararına karşı yapılan itirazdan kaynaklanıyor olsa da bazı faktörlerin bir araya gelmesi ve birikmesi nedeniyle rejime ve sürekliliğine yönelik bir beka tehdidine dönüşerek önceki protesto hareketlerinin ötesine geçti. Belki de en ayırt edici özelliği, ABD yaptırımlarının yanı sıra hükümetin zayıf performansı ve kötü yönetimiyle daha da ağırlaşan ekonomik krizin bir sonucu olarak toplumsal kızgınlık halinin ortaya çıkmasıydı. Rejimin ve hükümetin performansı, siyasi, etnik, mezhepsel ve dini olmak üzere tüm kesimleriyle İran toplumunu gerçek bir ekonomik krizle karşı karşıya bıraktı. İran'ın bulunduğu bölgede meydana gelen olayların stratejik ve hayati derinlikleri ile yine İran’ın bu bölgedeki nüfuz alanları göz önüne alındığında hiç bir halk hareketinin belli bir seviyede tutulamayacağı, aksine güçlü bir siyasi faktör olarak ortaya çıkacağı anlaşılabilir.
Huzistan ve Kürdistan eyaletleri savaş arenasına döndü
Bu noktadan hareketle İran’ın dört bir yanında ortaya çıkan protesto hareketlerinin yarattığı zorlukların haritasını çıkarabiliriz. Yine protesto hareketlerinin rejim ile söz konusu taraflar arasındaki derin uçurumun bir göstergesi olduğunu, rejim ve devlet kurumlarının bekasına karşı bir tehdit haline geldiğini anlayabiliriz. Artık başkent Tahran’ın çevresindeki sefalet kuşağını oluşturan şehirler kontrolden çıkmış durumda. Arap asıllıların yoğun olarak bulunduğu Huzistan ile Kürt asıllıların yoğun olarak yaşadığı Kürdistan gibi milliyetçi ve mezhepçi eyaletler gerçek birer savaş arenasına dönüştü. Bu eyaletlerdeki protesto gösterileri, ister reformist ister rejim yanlısı olsun tüm siyasi güçlere, olayların artık bitiş çizgisine ulaştığı ve bu gruplara yönelik devam eden siyasi, sosyal ve kültürel ötekileştirmeyle ilgili güvenlik politikası çerçevesinde sözler vermekten ve konuşmaktan öteye geçmeyen yatıştırıcı çözümlere itibar etmeyecekleri mesajını açık bir şekilde iletti. Ortaya çıkan durum, başta gençler olmak üzere bu eyaletlerdeki farklı kesimleri, her türlü baskı ve güvenlik birimleriyle karşı karşıya gelmek pahasına sokağa çıkmak gibi en zor tercihi yapmasına neden oldu. Bu yeni durum, rejimin nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını anlamasını sağladı. Bu yüzden son protesto hareketini bastırmak için en yüksek güç kullanımına başvurdu. Bu hareketi destekleyen toplumsal kesimi, yeniden rejime itaat etmeye zorlamak ve tekrar kontrolü sağlamak amacıyla bir ‘zafer’ elde etmek için verilecek tüm can kayıplarını göze aldı. Ancak böylece daha kapsamlı ve daha tehlikeli yeni bir patlamanın tohumlarını da ekmiş oldu. Rejim, krizin gerçek nedenlerine değinmekten kaçınma, olayları komplo ve dış tehdit olarak göstererek marjinalleştirme ve baskı kurma politikasını sürdürmeye devam ederse düşebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Seda Demiröz
https://www.independentarabia.com/node/74061