İşçiler sendika bürokrasisi altında eziliyor

İşçi haklarını savunan sendikaların yıllar geçtikçe yapıları değişmeye başladı ve sendikaların işlevi hakkında çeşitli tartışmalar gündeme geldi. Sendikaların içine girdiği krizden çıkış yollarını sendikacılar ve işçiler Independent Türkçe’ye anlattı

Fotoğraf: Pixabay

Tarihi Sanayi Devrimi’ne kadar uzanan işçi sendikaları, üyelerinin ekonomik, sosyal, kültürel hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için bizzat işçiler tarafından kuruldu.

Sendikaların varlığı, esas olarak üyelerinin çalışma koşullarını iyileştirmek, ücretlerini arttırmak, onların haklarını savunmakla anlam kazanıyordu.

Ancak yıllar geçtikçe sendikaların yapıları değişmeye başladı ve sendikaların işlevi hakkında çeşitli tartışmalar gündeme geldi.

Tartışmanın tüm tarafları sendikaların eski güçlerini yitirdiğinde uzlaşıyordu.

İşçi ve emekçilerin haklarını savunan, işçilerin kurduğu öz-örgütlenmeler olmaktan adım adım uzaklaşan sendikalar, profesyonel yöneticilerin görev aldığı, sosyal ve ekonomik açıdan işçilerle sendika yöneticileri arasındaki bağların zayıfladığı kurumlar olmaya doğru evrilmeye başladı. 

Günümüzde sendikaların, sendikalı olmanın ne anlama geldiğini, işçilerle sendikacılar arasında açılan uçurumun nedenlerini, sendikaların içine girdiği krizden çıkış yollarını bizzat sendikacılar, işçiler ve araştırmacı yazarlarla görüştük. 


“Bu örgütler, işçi sınıfının ve bir bütün olarak ezilen ve sömürülen sınıfların önündeki birinci engel”

Yazar Fikret Başkaya, Türkiye’de birkaç istisna dışında sendikaların işçilerin değil, devletin ve sermayenin örgütleri olduğunun altını çizerek sözlerine başlıyor: 

Türkiye'de sol, sendikalardaki yozlaşmayı hiçbir zaman sorun etmedi.

Neymiş efendim, ‘en kötü örgüt bile örgütsüz olmaktan iyiymiş!” Bu saçmalığa kim inanır?

Buna ‘söylemin kendindeki çelişki’ denir. En kötünün iyisi olur mu?

Aslında bu örgütler, işçi sınıfının ve bir bütün olarak ezilen ve sömürülen sınıfların önündeki birinci engel.

Daha ileri gidebilmek için önce o engelin aşılması gerekecek!


İşçilerin ilk örgütlü çözüm arayışları: Yardımlaşma dernekleri

Sendikalar henüz kurulmamışken işçi eylemleri örgütsüz biçimde kendiliğinden gelişiyordu.

Bu eylemler, genellikle ağır çalışma koşullarına karşı gelişen anlık öfkeler biçimindeydi.

İş koşullarının kötüleşmesi, kadın ve çocuk emeğinin kullanılmaya başlanması durumu daha da gerginleştirdi.

İşçilerin bütün bunlara tepkisi makine kırıcılığı oldu.

Fabrikaların varlığı bile başlı başlına öfkeyi körüklüyordu.

Daha sonra yardımlaşma dernekleri gündeme geldi.

Bu dernekler, işçilerin örgütlü biçimde çözüm arayışlarını ifade ediyordu.

Böylece aynı mesleğe sahip işçilerin kendi aralarında kurdukları örgütlenmeler oluştu. 


İşçi sendikalarının tarihi

Modern sendikalara benzer ilk sendikal örgütlenmeler 1700’lü yılların başında Birleşik Krallık’ta ortaya çıktı.

Bunlar genellikle meslek sendikalarıydı.

İşçi sınıfı, yasal anlamda sendikalarına kavuşmak için uzun yıllar mücadele etti.

Sendikal birlikler şeklinde kurulan ilk örgütlenme çalışmalarının üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçtikten sonra, 1820 yılında Birleşik Krallık’ta ilk yasal sendika kuruldu.


“Konfederasyon kurulduktan sonra sendikacıların 'staj' için ABD yolculuğu da başladı”

Türkiye'de işçilerin sendika kurmasına 1946 yılında izin verildiğini söyleyen Başkaya, o günden sonra çok sayıda sendikanın kurulduğunu, ama hiçbirinin toplu sözleşme ve grev haklarının olmadığını vurguluyor: 

Üye aidatları devlet tarafından çok düşük olarak saptandı. Böylece sendikaların kendi ayaklarının üstünde durmaları engellenmek istenmişti.

Devlet yardımına muhtaç hale getirilmişlerdi. Sendika merkezinin kirasını ödemekte bile zorlanıyorlardı.

1950'li yıların başında sendikalar bir konfederasyon çatısı altında toplanmak istediklerinde, dönemin iktidarı (DP) izin vermek istemedi. 

Birleşirlerse rejime zarar verirler düşüncesi egemendi. Sonunda bir Amerikalı uzmana danıştılar.

Amerikalı uzman, ‘Bilakis konfederasyonların kurulması iyi olur, böylece her biriyle teker teker uğraşmaktan kurtulur, topluca denetim altında tutarsınız’ dedi.

1952'de Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu kuruldu. Ve o tarihten sonra sendikacıların 'staj' için ABD yolculuğu da başladı.


“Aslında Türk-İş demek, işçi sınıfına ihanetin odağı demektir”

Sendikalara 1963’te toplu sözleşme ve grev hakkı tanındığını hatırlatan Başkaya, sendikaların ve Türk-İş'in başında ABD'nin rahle-i tedrisatından geçmiş sendika bürokratları olduğunu belirtiyor ve ekliyor: 

1967'de kurulan DİSK, bir istisna idi. Rejim DİSK'i kendisi için bir tehdit olarak görüyordu.

12 Eylül darbecileri DİSK'i kapattığında, cuntacı hükümetin Çalışma Bakanı, Türk-İş'in genel sekreteriydi.

Başka söze gerek var mı?

Aslında Türk-İş demek, işçi sınıfına ihanetin odağı demektir. Tabii o parazitleri orada tutan işçilerin vebali de az değil.


Bütün demokratik yapıların ve toplumun üstünden balyoz gibi geçen 12 Eylül yönetiminin ilk hedefleri arasında sendikalar vardı.

Muhalefetin her türünün düşmanlık olarak görüldüğü o karanlık günlerde sendikaların birçoğu kapatıldı, sendikacılar tutuklandı ve işkence gördü.

Sendikal hak ve kazanımlar da rafa kaldırıldı. 


“Sadece sendikalar değil işçiler de sınıfsal hareketten koptular; 12 Eylül felsefesi beyinlere yerleşti”

Birleşik Metal İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, sendikal krizin miladı olarak 12 Eylül’ü gösteriyor: 

Dışarıda ‘ben sendikacıyım’ dediğiniz zaman size farklı gözle bakıyorlar.

Sanki işçilerin aidatlarıyla saltanat süren, çok yüksek maaşlar alan biriymişsiniz gibi. Bu kötü bir algı, bizi de rahatsız ediyor.

Sendikal hareketin de yanlışları var tabii.  Bunların etkisi de vardı.

12 Eylül’den önceki hareketle sonraki hareket tamamen birbirine tezat hale geldi.

12 Eylül’den önce insanlar eziyet çekeceğini bile bile işe giriyordu, canını feda edebiliyordu, bir sınıfsal mücadele vardı. İşyerlerinde kıran kırana mücadele veriliyordu.

12 Eylül’den sonra suyu tamamen tersine döndürdüler. Sendikal hareket aksayarak yürümeye başladı.

Fiziksel aksaklıktan ziyade zihinsel aksaklıktan bahsediyorum. Zihinsel aksaklık sonucunda sendikacılık mesleğe dönüştü.

Tamamen devlet tarafından kontrol altına alınan bir sendikal hareket doğdu.


Serdaroğlu, sınıfsal ve demokratik mücadele veren sendikaların ağır baskılara uğradıklarının unutulmaması gerektiğini söylüyor ve ekliyor: 

Bu süreçte farklı bir sendikal algı oluşturuldu.

Sendikal felsefenizi fabrikada hayata geçiremiyorsunuz artık.

Sadece sendikal hareket dezenformasyona uğramadı ki, işçiler de aynısını yaşıyor;

Sınıfsal hareketten koptular, bireysel kurtuluş arayışına girdiler.

12 Eylül felsefesi beyinlere yerleşti.

 

adnan serdaroğlu.JPG
Birleşik Metal İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu / Fotoğraf: Independent Türkçe


Bu şekilde otoriter bir sendikacılık anlayışının geliştiğinin altını çiziyor Serdaroğlu:

İşveren, sendikaları, işçileri terbiye etme aracı olarak kullandı.

Sendikal alan sendikacıların varlığını devam ettirmek için her yolun mubah olduğu bir alana dönüştü.

İşte sendikal kriz dediğimiz budur.


“Sendikalar bir devrim kuruluşu değildir; sömürüyü sınırlandırma işlevi görür”

Serdaroğlu, sendikaların siyasi partilerle nasıl ilişkiler kurduğunu sorgulamak gerektiğini belirtiyor: 

Partiler-üstü sendikacılık algısı yaratıldı. Aslında partiler-üstü demek, iktidarlara boyun eğmek demek.

Sendikaların siyasilerle düzeyli bir ilişkisi olmalı. Sendikalar bir devrim kuruluşu değildir.

Sendikalar sömürüyü sınırlandırma işlevi görür.  Bunu da o sistem içindeki aktörlerle birlikte yürütüyoruz.


Sendikaların işçilerin haklarını savunan, bu uğurda harekete geçen örgütlenmeler olmaktan giderek uzaklaşması, işçilerin hayatını daha da zorlaştırdı.

İşçilerin sosyal ve ekonomik kazanımlar elde etmek için bir araya gelmeleri gerekiyordu.

Fakat kâğıt üzerinde bunu gerçekleştirmek için var olan sendikaların işçilerle bağı kopmuştu.

Sendikacılıkla iştigal eden profesyonel bürokratlar sadece kendi çıkarları için seferber oluyor, siyasi iktidarla bu temelde ilişki kuruyorlardı.   


“Sendikalı olması da toplu sözleşme hakkından faydalandığı anlamına gelmiyor”

İşçi Dayanışma Derneği’nden Ali Karabudak da sendikaların sınıfsal işlevlerini yerine getiremediğini söylüyor: 

Biz, sendikaların ulaşamadığı işçilere ulaşmak istiyoruz.

Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesinde çok ciddi hak kayıpları var.

Kayıtlı 15 milyon işçi olduğu söyleniyor ama sendikalı işçi sayısı 1 milyon civarında.

Sendikalı olması da toplu sözleşme hakkından faydalandığı anlamına gelmiyor.

Bu kadar örgütsüz işçi varken, sendikalar işçilerin anayasal hakkını kullanmakta gerekli duyarlılığı göstermiyor.

 

Ali Karabudak.JPG
Ali Karabudak / Fotoğraf: Independent Türkçe


Karabudak, “Sendikalar örgütlü bir işçi sınıfı yaratma kararlılığı içinde değiller. Sendikalar yetersiz ve eksik. Türkiye’de ‘aidat sendikacılığı’ hâkim. Sendikacılar taşeron işçilerle ilgilenmiyor, çünkü aidat getirileri yok. Bazı sendikacılar, sanayiciler kadar zengin!  Geçmişe kıyasla işçi sınıfı arasında sosyal ve siyasi dayanışma zayıfladı” diyor.


“Sorunları çözme girişiminde bulunuyormuş gibi yaparak iktidarın nefes almasına önayak oluyorlar”

Kurulduğu tarihten beri yoğun tartışmalara neden olan Türk-İş, işçiler nezdinde hiçbir zaman tam manasıyla kendi mücadelelerinin bir parçası olarak değerlendirilmedi.

İki arada bir derede olması, sokakta hak aramaktan ziyade masa başı pazarlıklara bel bağlaması muhatapları tarafından ağır bir dille eleştirildi.

Öyle ki, Türk-İş tarzı sendikacılığın emek mücadelesinin geri kalmasının en önemli nedenleri arasında gösterilmesi bile söz konusu.     

Türk-İş’ten istifa eden Tek Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Türker’e göre, emek konfederasyonları, emek mücadelesine ket vuruyor: 

Sorunları çözme girişiminde bulunuyormuş gibi yaparak iktidarın nefes almasına önayak oluyorlar.

Bu nedenle ya yoldan çekilecekler ya da bir yol açacağız. Bu haliyle bu yapılar emek mücadelesinde öncü görevlerini sürdüremezler. Mevcut yapıyı korumaya çalışarak, ‘küçük olsun benim olsun’ mantığıyla statükocu bir anlayış sergiliyorlar.


“Sendikacıların büyük çoğunluğu hem siyasilerle hem işverenlerle iş birliği içinde”

Türk Metal Sendikası üyesi 27 yaşındaki Fahri ise, “Sendika bürokrasini kırmak için aşağıdan basınç olması lazım. Tabandan örgütlemeyi geliştirmek lazım.  En önemli sıkıntı kontrol mekanizmasının yok denecek kadar az olması” diyor ve ekliyor:

Sendikaların işçilerin haklarını savunduklarını düşünmüyorum. Sendika yöneticileri, çalışan işçilerden bağımsızlaşmış durumdalar.

Biz sahip çıkmadığımız ve tabandan baskı oluşturamadığımız sürece gerçek sendikacılık yapılacağını düşünmüyorum.

Türk Metal’de bu çok zor. Aidat vermek sendikaya sahip çıkmanın koşuludur. Bu paranın grevlerde kullanılması gerekir.

Sendikacıların büyük çoğunluğu hem siyasilerle hem işverenlerle iş birliği içinde. Bu işçi sınıfını güçsüz hale getiriyor.


Fahri, çözüm önerisini şöyle ifade ediyor:

Sendika bürokrasini kırmak için tek bir fabrikada yapılacak eylem yetmez.

İşçilerin ülke genelinde birleşik bir cephe oluşturması gerekli.

 
Son yılların en çok ses getiren işçi direnişlerinden biri olan Cargill Direnişi, işçi sınıfının ihtiyaçları hususunda somut ve net yanıtların ortaya konulmasını sağladığı gibi, sendikaların oynayacağı rol konusunda önemli dersler içeren bir deneyime de dönüştü.   

Direniş sürecinin içinde yer alan Tek Gıda İş sendikası örgütlenme uzmanı Suat Karlıkaya, yaşadığı deneyimi şöyle dile getiriyor:

500 gündür Cargill’den atılan işçilerin işe iadesi için mücadele ediyoruz.

İşten atılan 18 arkadaşın tek suçu, sendikasız işçilerin sendikalaşmasını sağlamak.

İşçiler anayasal haklarını kullanmak istiyor.

Bizim fabrikanın yanında DİSK'e üye Birleşik Metal İş Sendikası örgütlü.

Yürüme mesafesi 10 dakika olmasına rağmen bir gün olsun yanımıza gelmediler.

Emek dayanışması yok oldu artık!


Sendika yöneticilerinin maaşlarının bir işçinin maaşını geçmemesi gerektiği yönünde görüş bildiren TES-İş üyesi Özcan Işık, yöneticiler maaşlarını belirlerken işi oldubittiye getirdiklerini söylüyor.
 

özcan ışık.JPG
TES-İş üyesi Özcan Işık / Fotoğraf: Independent Türkçe


Sayaç okuma işçisi Özcan Işık şöyle konuşuyor: 

Sendika yöneticilerinin maaşları çok yüksek.

Bunun dışında başka sıkıntı da var; bir sürü ek ödemeleri de var. Yoldur, yemektir.

Sendika yöneticilerinin maaşları demokratik yöntemlerle belirlenmeli.

Referandum sistemi olursa demokratik olur.


Üyesi olduğu TES-İş Sendikası’nda hiçbir faaliyetin olmadığını dile getiren Özcan Işık, sendika aidatlarının maaşlardan kesilmemesi gerektiğine vurgu yaparak, “Sendikaya bir yevmiye aidat ödüyoruz. Maaşımızdan kesiliyor. Chek-off sistemi işçinin sendika yöneticileri üzerinde denetimini zorlaştırıyor. İşçiler aidatlarını bizzat sendikaya giderek ödemeliler. Bu şekilde aidat ödemesi yapılırsa işçiler sendika ile daha güçlü iletişim kurarlar” şeklinde konuşuyor.
 


Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun kuruluş ilkelerini terk ettiğini, Tük-İş’de olduğu gibi, delege seçimlerine müdahale ettiklerini söyleyen Özcan Işık şöyle devam ediyor:

Türk-iş ve DİSK’te delegeler, işçilerin inisiyatifi ile seçilmiyor. Sendika yöneticilerinin belirlediği işçiler delege seçiliyor.

Burada asıl sorun maaş değil, sendika bürokrasisi. Türkiye’de işçi sınıfının yeni taban inisiyatifine ihtiyaç var.

Tük-İş’de de temiz arkadaşlarımız var ancak sendika bürokrasisi altında eziliyorlar.

 

tes-iş.jpg
TES-İş Sendikası Başkanı Ersin Akma ve yönetim kurulu üyeleri


Demokratik vaatlerle 31 Mart seçimlerinde yönetime gelen Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi tarafından işten atıldığı öne sürülen Melike Şahin, 'sivri dilli' olduğu gerekçesi ile işine son verildiğini söylüyor.

DİSK Genel-İş Sendikası’na üye olduğunu söyleyen Melike Şahin yaşadığı süreci şu sözlerle anlatıyor;

Daha önce işyerinde sendika yoktu. Mücadele ettik. Genel- İş’te örgütlendik. İş Yeri Temsilcisi seçildim. TİS imzaladık.

2020 yılında imzalanacak Toplu İş Sözleşmesine kadar aidat kesilmemesini sendika yönetimine bildirdik. Kabul edilmedi.

Bazı taleplerimizi belediye yönetimine bildirmeye çalıştık, engellendik.

Hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atıldım.

Sivri dilliyim ya, yetmez mi işten atılmaya!


Benzer bir uygulamayı da CHP‘li Belediye Başkanı Ali Kılıç, Maltepe’de uygulamaya koydu.

Beş yıldır Maltepe Belediyesi’nde çalışan Alkan Okutucu, 29 Ocak 2019’dan itibaren Genel-İş Sendikası Anadolu 2 No.’lu Şube Yöneticisi olduğunu belirterek, sendikal faaliyetlerinden dolayı işten atıldığına vurgu yapıyor.

Okutucu, sendika yöneticilerinin maaşları, kamuda çalışan işçinin maaşı kadar olması gerektiğini söylüyor. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU