Türkiye’de devrimci hareketin tanınmış isimlerinden olan sosyalist yazar Garbis Altınoğlu yaşadığı Belçika’nın Brüksel şehrinde geçirdiği rahatsızlık sonucu yaşamını yitirdi.
Bugün genç kuşaklar arasında tanınmasa bile Altınoğlu bir döneme damgasını vurmuş isimler arasında.
Onun bu kadar tanınmasına siyasi mücadelesi kadar Türkiye tarihinin en kanlı sayfalarından, 1978 yılındaki Kahramanmaraş olayları neden oldu.
Altınoğlu, 12 Eylül 1980’den sonra yıllarca Maraş olayları ile ilişkilendirilmeye çalışılmış ve bu nedenle aylarca süren bir işkenceye maruz kalmıştı.
Robert Koleji’nden köylü mücadelesini esas alan örgütsel mücadeleye
Garbis Altınoğlu’nun yaşamında Maraş olayları büyük bir dönüm noktası olmuştu. Onu Maraş’a sürükleyen olaylar silsilesi 1960’lı yıllarda güçlenen sosyalist hareketlerle tanışmasıyla başladı.
1946 yılında Amasya’da iki çocuklu bir Ermeni ailesinin çocuğu olarak doğan Altınoğlu, ilk ve ortaokulu burada bitirdikten sonra İstanbul’a gelerek Ermeni lisesinde okudu.
Robert Koleji’ni tam burslu kazanan Altınoğlu, sosyalist düşünceyle de ilk defa 1963-1964 yıllarında tanışacaktı.
1968 yılında artan siyasal hareketlere Altınoğlu da uzak kalamamıştı.
Önce içinde Doğu Perinçek’in de olduğu Proleter Devrimci Aydınlık grubunda bulunmuş sonrasında İbrahim Kaypakkaya’nın kurucu lideri olduğu ve köylü mücadelesini esas alan TKP-ML örgütünün kuruluşunda yer almıştı.
Aftan çıktı ama örgütsel faaliyetlere devam etti
Bu arada adı 1972 yılında Adil Ovalıoğlu’nun örgüt içi infaza kurban gittiği ve kamuoyunda “Bavul Cinayeti” olarak da bilinen bir olaya karıştı.
Tutuklananlar arasında olan Altınoğlu, 1974 affıyla serbest kaldıktan sonra örgütsel faaliyetlerine devam etti.
1976 yılında TKP/ML örgütü içinde yaşanan ayrımda TKP/ML Hareketi içinde faaliyetlerine devam etti. Örgütün örgütlenme çalışmalarını yoğunlaştırdığı yerlerin başında da Kahramanmaraş geliyordu.
1978 yılına gelindiğinde Kahramanmaraş adeta patlamaya hazır bomba gibiydi. Türkiye sokaklarını saran şiddet ve siyasal gerilim farklı mezhep ve etnik grupların bulunduğu Kahramanmaraş’ın hassas dengelerini daha da bozmuştu.
Aralık ayı içerisinde Kahramanmaraş’ta başlayan gerilim 19 Aralık’a gelindiğinde kent merkezinde Alevi ve solculara yönelik bir katliam girişimine dönüşmüştü.
Yörükselim Mahallesi’ndeki direnişte Altınoğlu’nun rolü var mıydı?
Altınoğlu ise o günlerde örgüt üyesi olan diğer arkadaşlarıyla birlikte Maraş Elbistan - Pazarcık ilçesinde örgütleme çalışmaları yapıyordu.
Olayların patlamasıyla birlikte il genelindeki sol gruplar da kent merkezinde bulunan katliam tehditi altındaki Alevi mahallesi Yörükselim'e destek için geliyordu.
Sayıları 3-4 bini bulan aşırı sağcı grupların mahalleye girme çabaları bu grupların başını çektiği mahallelinin direnişiyle durdurulmuştu.
Devamında da güvenlik güçlerinin de araya girmesiyle 111 kişinin öldüğü binlerce kişinin yaralandığı katliamın daha da korkunç boyutlara ulaşması engellenmişti.
Kimi iddialara göre Garbis Altınoğlu, Yörükselim Mahallesi’ne aşırı sağcı grupların girmesini engelleyen direnişin başını çeken kişiydi.
Elindeki otomatik silahla çatışmış ve saldırganların mahalleye girmelerini engellemişti. Bundan dolayı solcuların nezdinde o bir kahramandı...
Maraş merkezde olmadığına solcuları da inandıramadı
Oysa Altınoğlu yazılarında o sırada Maraş merkezden uzakta olduğunu defalarca söylemiş “Keşke orada olsaydım ve direnenlerin yanında olsaydım” diye hayıflanmıştı.
Ancak onun açıklamaları bile bu direnişin lideri olduğu konusundaki inanışı değiştirmedi. Bu inanışta Altınoğlu'nun liderleri arasında olduğu örgüt ile irtibatlı altı kişinin de olaylar sırasında ölmüş olmasının da etkisi olmuştu.
CHP Eski Milletvekili Hüseyin Aygün’ün Altınoğlu’nun ölümünün ardından attığı tweette Altınoğlu’nun Maraş olaylarındaki direnişteki rolüne vurgu yapması bu inanışın halen bugün de sürdüğünün göstergesiydi.
Kimliği nedeniyle olayları Ermenilere bağlamaya çalıştılar
Altınoğlu’nun Ermeni kimliği saldırılara karışan ya da katliamı meşru göstermek isteyen aşırı sağcı çevrelerin de en büyük argümanı olmuştu.
Onlara göre olaylar aslında şehir dışından gelen Ermeni teröristlerin işiydi! İddialarına göre şehir dışından yüzlerce Ermeni militan gelmişti ve ölenlerin arasında ‘sünnetsizlerin’ de olması en büyük deliliydi!
Tabii ki katliamı kent dışından gelen Ermeni teröristlerin yaptığına dair bir maddi delil asla gösterilemedi.
Tersine mahkeme kayıtlarında mağdurlar kendilerine saldıran ve bir çoğunu da daha önce mahalleden çarşıdan ismen tanıdıkları saldırganları isim isim veriyordu ama bu bile Altınoğlu'nun etnik kimliği üzerinden yaratılan ve gerçekliği olmayan komplo teorilerinin önüne geçemedi.
İddianamede “Ermeni oğlu Ermeni” dendi
Altınoğlu mahkeme süreçlerinde de etnik kimliğinden dolayı sorun yaşamıştı. 12 Eylül 1980’den sonra açılan davanın iddianamesinde Altınoğlu'yla ilgili şu ifadeler yer almıştı:
Her nasılsa Türkiye’de doğmuş, Türk tabiiyetinde olan, kolejlerde cemaat adına okuyan, Boğaziçi üniversitesinde tahsil gören, hasılı devlet ve milletin bahşettiği en büyük nimetleri nefsinde yaşayan bu Ermeni oğlu Ermeni…
Beş ay boyunca sorgulandı
12 Eylül darbesinin ardından tutuklanan Altınoğlu, oldukça ağır işkencelere maruz kalmıştı. İşkencedeki kader arkadaşı Hamit Kapan’dı. O, Altınoğlu'nun tersine Maraş olayları sırasında Alevi Mahallesi Yörükselim’deki direnişte bizzat bulunmuştu ve o anların bugün bile birinci ağızdan tanığı.
Kapan ile Altınoğlu, 12 Eylül’den sonra Maraş olaylarının sorumlusu oldukları iddiasıyla en ağır ve uzun işkencelere maruz kalan isimler olarak tarihe geçtiler. Aynı dönemde Sıkıyönetim idaresi tarafından cezaevine çevrilen Maraş Eğitim Enstitüsü’nde kaldılar. Altınoğlu beş ay, Kapan ise yedi ay boyunca sorgulandı.
“Maraş’ı benle Garbis’in üzerine yıkmaya çalıştılar”
Altınoğlu’nun ölümünün ardından Independent Türkçe’nin sorularını cevaplandıran Kapan, Altınoğlu'yla ilgili Maraş olaylarına dair atılan iddiaların doğru olmadığını öne sürüyor.
Kapan, Altınoğlu’nun zaman zaman mahalleye gidip geldiğini, iyi dost olduklarını ancak olaylar sırasında kendisinin de bulunduğu Yörükselim Mahallesi’nde olmadığını şu sözlerle iddia ediyor.
"İşkence yapan polisler bile bize saygı duyardı"
12 Eylül yönetiminin amaçlarından biri de Maraş olaylarını devrimcilerin üzerine yıkmaktı. Maraş Sıkıyönetim Komutanlığı bunu tescillemek için ben ile Garbis’in üzerine özel olarak yoğunlaştı.
Bizi ağır işkencelere tabi tutarak kendilerince itiraflar yaptırmaya neredeyse katliamı bizim yaptığımızı söyletmeye çalışıyorlardı. Bu kabul edilecek bir şey değildi. Ölenlerin çoğu bizim insanlarımızdı. Onca işkenceye karşın direndik ve başarılı da olduk. Çünkü hakkımızda hiçbir maddi delil silah yoktu. Sadece işkencede alınan ifadelerdi.
Garbis’in benim için özel anlamı var. İşkenceye karşı iradesi kırılmadı. Bize işkence yapan polisler bile bize saygı duyardı. Bizden sonra gözaltına alınanlara bile buradan Hamit Kapan, Garbis Altınoğlu geçti diyorlarmış.
“Garbis’in işkencede de ayrıcalığı vardı!”
Kapan, Garbis Altınoğlu’nun Ermeni kimliğinden dolayı daha fazla işkenceye maruz kaldığını iddia ediyor:
Garbis’in Ermeni olduğu için işkencede ayrıcalığı vardı. Ona ayrıcalık tanıdılar, üzerine çok gittiler. Bir benim sorgum bitiyordu, bir onun ki başlıyordu. Hiçbir arkadaşımızı ele vermedik ama her arkadaşımız aynı iradeyi gösteremedi maalesef.
Geçirdiği işkenceler haberlere konu oldu
Altınoğlu’nun işkenceleri sevkedildiği diğer hapishanelerde de sürmüştü. NTV’den Burak Cop’un 1 Eylül 2010’da yayımlanan söyleşinde Altınoğlu şöyle anlatıyordu yaşadıklarını:
Pek çok devrimcinin gördüğü işkenceleri, bir parça fazlasıyla ben de gördüm; Ermeni kökenli bir komünist olmam nedeniyle bu konuda da ayrıcalıklıydım.
Sinop Cezaevi'nde 1987 ve 1988 arasında, yedi ay boyunca yeraltındaki bir hücrede tek başına tutulduğunu anlatan Altınoğlu, sözlerinin devamında şunları diyordu:
Kendi ağzından gördüğü işkenceler
Ölmemeyi nasıl başardığımı ben de merak ediyorum. Yakalandığım sırada (31 Aralık 1981) meydana gelen boğuşmada polisin elinde patlayan tabancadan çıkan mermi beni öldürebilirdi. Bunu ‘sadece’ sağ gözümü yitirmek suretiyle atlattım.
2 Şubat 1984’de sevk edildiğimiz Antep E-Tipi Cezaevi girişinde tek tip elbise giymediğim için vahşice dövüldüm. Ardından ağır bir rahatsızlık geçirdim ve uzun süre bir şey yiyemedim. 2 Mart’ta helikopterle Çukurova Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kaldırılmasaydım, belki de ölebilirdim.
İşkencecisinin ağzından: En büyük acıyı veren işkence ilk ona uygulandı ama yine konuşmadı
Altınoğlu’na işkence yapan ekipte bulunan ve sonradan 1986 yılında Nokta dergisine itiraf niteliğinde bir röportaj veren polis memuru Sedat Caner, yaptıkları işkenceyi şöyle anlatmıştı:
Hem büyük acı veren hem de onur kırıcı olan kaplumbağa hücresi, ilk olarak Garbis Altınoğlu'na uygulanmıştı.
Çömelerek sokulur hücre içerisine. Kendisi tuvalet ihtiyacını gideremez yani, ancak altına yapacak. Kıpırdama imkanı da yok. Tüm eklemlerde kireçlenme olur.
Garbis bir hafta tutulmuştu böyle. Çıktığında kamburumsu yürüyordu. Onurunu kırıyor, yani acı da veriyor...
En azından gelen örgüt mensubu kendine güven içinde. "Ser vereceğim sır vermeyeceğim" diye gelir örgüt mensubu. Kendisine belirli bir güvenle gelir.
Garbis Altınoğlu’nun kendisine güvenini kırmak için burnuna zincir takıldı, tef çalındı ve ayı gibi oynatıldı. Bu bir hafta devam ettikten sonra Garbis Altınoğlu’nun omuzları çökmüştü. Kendisine olan güvenini yitirmişti. Ama yine de konuşmadı. Çok dayanıklıydı.
Avrupa’da silahlı mücadeleden vazgeçip yazarlığa uzanan sessiz yaşamı seçti
10 yıllık tutukluluk hayatının ardından 1991 yılında Eskişehir Cezaevi’nden tahliye olan Altınoğlu, Avrupa’ya gitti. Burada da örgütsel faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiş, 1994 yılında günümüzde de faal olan ve illegal faaliyet gösteren MLKP adlı örgütün kuruluşunda bulunmuştu.
Kurucularından olmasına karşın bu örgütle kısa süre içinde fikir ayrılığına düşerek yolunu ayıran Altınoğlu, silahlı mücadeleden uzaklaşarak fikirlerini yazılarıyla dile getirmeye başlamıştı.
Amasya’da başlayıp büyük bir kısmı firarlarda, işkencelerde,cezaevlerinde ve sürgünde geçiren Altınoğlu son zamanlarına kadar kendi ait blogda yazılarını devam ettiriyordu.