2400 yıl önce Platon, demokratik sistemi neden desteklemediğini ve onu neden üç çeşit olarak tanımladığı sistemlerin en kötüsü olarak gördüğünü açıklayan muhteşem kitabı "Devlet"i yazdı.
Bu sistemlerin ilki, yöneticilerin bilgi ve ahlaka sahip olduğu ve yalnızca devletin çıkarlarını önemsediği aristokratik sistem.
İkincisi, yöneticilerin itibar, şan, statü ve askeri zafer peşinde koştuğu demokratik sistem.
Üçüncüsü, devleti para sahiplerinin yönettiği oligarşik sistem.
Sonuncusunun sahipleri sadece her türlü ahlaksızlığın kaynağı olan parayı biriktirmekle ilgilendiklerinden, insanlar onlara isyan ederler, bu nedenle devrimden korkarlar ve çoğunluğun onları kimin yöneteceğine karar vermesi için demokrasiyi kabul etmek zorunda kalırlar.
Platon, sıradan insanların aristokrasinin bilgeliğine ya da demokrasi deneyimine sahip olmadığını, büyük olasılıkla bilgisiz, bencil, kıskanç, ırkçı ve birbirleriyle rekabetçi olduklarını ve bu nedenle, kendilerini aldatanlara, zenginlik ve rahatlık vaat edenlere inandıklarını düşünür.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
ABD seçimlerini takip eden herkes Platon'un öngörülerinden bir şey bulacaktır.
Zira bu seçimlerde para insanların kanaatlerini değiştirmede önemli bir rol oynuyor.
Bilgi kayıptır, fanatizm hakimdir ve toplumun kesimleri arasında rekabet yoğundur.
Platon'un sözlerinin tamamı doğru değil ama demokrasinin dengesinin bozulması, kurumlarının sarsılması, imajının bozulmasına ilişkin bazı tahminlerini ABD'de kendi gözlerimizle görüyoruz.
Her ne kadar ABD, askeri ve ekonomik gücü, özgürlüğü, kültürel üstünlüğü, ırk ve din çeşitliliği ile insanlık tarihinde kendi türünde benzersiz olsa da seçimlerini takip edenler, uyanılması ve geç olmadan tedavi edilmesi gereken hastalık belirtilerinin ortaya çıktığını göreceklerdir.
Bu belirtilerin en önemlisi, belirleyici eyaletler sistemidir.
Bu eyaletler, ABD'nin toplam nüfusuna oranla nüfusu az olan, ancak Seçiciler Kurulu (Electoral Collage) adı verilen sistemde avantaj sahibi olan eyaletler.
Bahsi geçen sisteme göre belirleyici eyaletlerde yaşayanlar çoğunluğa dayanan oylama ile başkan adayını seçiyor.
Yani bir oyla da olsa çoğunluğu elde eden başkan adayı, sayıları Kongre ve Temsilciler Meclisi'ndeki eyalet temsilcilerinin sayısına göre belirlenen Seçiciler Kurulu'ndaki tüm temsilcilerin oylarını almış sayılır.
Seçiciler Kurulu sistemi, İç Savaş'ın (1787) sona ermesinden kısa bir süre sonra Güney ve Kuzey eyaletleri arasında yapılan bir anlaşmanın sonucu olarak ortaya çıktı.
Çünkü plantasyonlarında çalıştırmak için kölelere bel bağlayan güney eyaletlerinin sakinleri, temsilci sayısının eyaletlerin nüfus büyüklüğüne göre dağıtılmasını reddetmişlerdi.
Nedeni de kendi eyaletlerinde siyahların yüzdesinin çok yüksek olması ve siyahların oy kullanma hakkının olmaması, bunun da güney eyaletlerindeki beyazların diğer eyaletlere göre daha az sayıda temsilciye sahip olması anlamına gelmesiydi.
Bu yüzden kendilerine diğer eyaletler ile eşit miktarda temsilci sayısı verilerek bu konudaki eksiklikleri telafi edildi.
2019'da bir ABD federal mahkemesi, eyalet temsilcilerinin kendi eyaletlerinde seçimleri kazanan kişiye oy vermek zorunda olmadığına, bunun yerine, tüm Amerikan eyaletlerinde en fazla oyu alan kişiye oy verebileceklerine karar verdi.
Ancak Anayasa Mahkemesi kararı geçersiz saydı ve Cumhuriyetçi ve Demokrat partiler bu demokratik çarpıklığın değiştirilmesinde kendileri için bir yarar görmediler.
Bu "demokratik olmayan" sistem, başkan adaylarını seçim sırasında ve sonrasında kendilerini vaatlere boğarak ve ayartarak, belirleyici eyaletlerin desteğini kazanmaya daha fazla odaklanmaya itti.
Bu da demokrasiye aykırı bir sonuç verdi, çünkü birçok durumda aday, ABD'nin tamamında toplam oyların çoğunu almasa da Seçiciler Kurulu'nda oy çokluğu ile başkan seçilebiliyor.
Mesela 2016 seçimlerinde Hillary Clinton, doğrudan oylamada Donald Trump'tan yaklaşık 3 milyon daha fazla oy aldı ve seçimleri kaybetti.
Çünkü rakibi, Seçiciler Kurulu sistemine göre kuruldaki temsilcilerin 306'sının oyunu alıp kazanırken, kendisi 232 oy aldı.
Bu sistemin bir diğer hastalığı da dış politikada sayısal çoğunluğun çıkarları pahasına azınlıklara daha fazla ağırlık vermesidir.
Azınlıklar ise kökenleri gereği, kendi dış yönelimlerini destekleyenlere oy vermektedirler.
Örneğin, Florida eyaletindeki Venezuela kökenli Amerikalıların sayısı yaklaşık yarım milyon ve dolayısıyla eyaletin 30 temsilcisinin oylarını kimin kazanacağı üzerinde önemli bir etkiye sahipler.
Bu insanlar ise genellikle Trump'a oy veriyor, çünkü muhalefetin geri dönmesi ve felaketle sonuçlanan parlamento seçimlerinin yapılması için Devlet Başkanı Nicolas Maduro ile anlaşan Başkan Joe Biden'a kıyasla kendisinden nefret ettikleri Venezuela'nın sosyalist rejimine (Maduro) karşı Trump daha katı.
Azınlıkların artan etkisi aynı zamanda beyazların şikâyet etmesine, kendilerini baskı altında hissetmelerine, azınlıklara kendi ülkelerinde pozitif ayrımcılık gibi ayrıcalıklar tanıyan reformlardan geri adım atılmasını talep etmeye başlamalarına da yol açtı.
Böylece çoğunlukta olan beyazlar çalınan haklarını talep etmeye başladılar ve eğer talepleri kabul edilirse, bu durum belirleyici eyaletlerdeki azınlıkların oylarını zayıflatacaktır.
Bu çalkantılı bağlamda iş adamları, kendilerine mali birikimlerini güçlendirecek yasal ve ekonomik ayrıcalıklar tanımaları için kendi adaylarının propagandasını yaparak önemli bir rol oynuyorlar.
Zenginler, sınırsızca milyonlar harcıyor ve halkı adaylarına ikna etmek için sahip oldukları medya kurumlarını kullanıyorlar, çünkü adaylarının zaferi onlar için bir kazanç, halk için ise bir kayıp.
Sıradan insanlar bu şekilde bir ava dönüşüyorlar, kendilerine teşvikler ve vaatler veriliyor, onlara ötekinden korkmaları aşılanıyor ve bunun sonucunda, Platon'un dediği gibi bilgisizlik, bencillik, kıskançlık ve fanatizm kriterlerine göre oy veriyorlar.
Adayları kaybettiğinde sinirleniyorlar, demokrasiye lanet ediyorlar ve kurallarının değiştirilmesini haykırıyorlar.
Onların bu hali kendini bacağına sıkan birinin haline benziyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.