Kriz kavramını tanımlamanın belki de en etkili yolu, bu ifadenin Hipokrat ile başlayan eski Yunan'da yaşamış olan hekimler için ne anlama geldiğini hatırlamak olabilir.
Yunanca "krinô" fiilinden türetilen "krisis" kelimesi "bir şeyi bir şeyden ayırma" ve "ayırt etme" anlamına geliyor.
Kriz, iki şeyin birbirinden ayrılarak çözüldüğü ve kaderin belirlendiği anı ifade ediyor.
Bir hastalığın ortaya çıkma sürecinde ise kriz, iyileşmeye ya da ölüme yol açan belirleyici aşamayı temsil eder.
Bu sonsuz olmadığı gibi, olumsuz sonuçlanması kaçınılmaz olan sancılı bir süreç de değildir, zira olumlu sonuçlanma olasılığı vardır.
En iyisi olacağın kesin olmamakla birlikte en kötüsü olacağı da kesin değildir.
Kriz acı vericidir ve "kritik" bir durum yaratır.
Fransızcada aynı kökten türemiş olan "critique" kelimesi kullanılır.
Ancak olumsuz olduğu kadar olumlu da sonuçlanabilir.
Bir geçiş ve intikal hali
O halde kriz patolojik bir durumdur ve her zaman bir geçiş ve intikal halidir.
"Geçici bir kriz", bir doğum sancısı ve sarsıntı anıdır, ancak düzelebilir ve yeni bir dengeye oturabilir.
Böylece sistem yeniden "sağlığına" kavuşur ve normal şekilde çalışmaya devam eder.
Fakat bu, sistemi tamamen bozmak, çalışmasını durdurmak ve ortadan kaldırmak için çalışan diğer olasılığın tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Dolayısıyla, her iki durumda da krizi sisteme dışarıdan dayatılan ve yukarıdan inen, temellerini sarsan ve dengesini bozan bir "kader" olarak gören "dirilişçi" kriz anlayışı kabul edilmez.
Bu yüzden kapitalist sistem kendisini bir felsefe, yaratıcılık, ekonomi ve politika olarak sadece krizler yoluyla büyüyen bir nesne, krizi ise kendisine dışarıdan dayatılan bir lanet olarak değil, bileşenlerinden biri, hareketinin ve sürecinin özü ve dayanaklarından biri olarak görür.
Kriz sadece konjonktürel bir olumsuz durum değildir. Sistemin entelektüel temellerini, siyasi kurumlarını ve ekonomik mekanizmalarını da şekillendirir.
Kriz burada sadece gerilimler yaratan ve yapıları sarsan bir doğum sancısı olarak görülse de canlanma ve yenilenmenin yanı sıra bozulma ve durgunlukla da sonuçlanabiliyor.
Ancak bu, krizin tüm sistemi etkilemesi gerektiği anlamına gelmez. Daha önce de söylediğimiz gibi, kriz bir hastalık gibidir, yani bir sistemi etkilerken diğerini etkilemeyebilir.
Kriz, toplumları etkilediğinde de bu durum geçerli. Sistemin tamamını etkilemesi gerekmeyen bölgesel bir kriz olarak kalabilir.
Her sosyal oluşumun farklı seviyelerde ve farklı zamanlara sahip olduğunu, dolayısıyla siyasi zamanın ekonomik zamanla ya da kültürel zamanla aynı olmak zorunda olmadığını kabul edersek, krizin yalnızca bölgesel olabileceğini ve bir noktada sıkıntı ve lanet, başka bir noktada ise nimet ve bereket olabileceğini de anlamış oluruz.
Örneğin tarihçi İbn Kesir'in anlattığı, birbirini takip eden siyasi ve ekonomik krizlere tanık olan hicri dördüncü yüzyıldaki İslam toplumunu ve bu yüzyıldaki entelektüel gelişmeyi hatırlayalım.
Antik Yunan ve modern Avrupa tarihinde, sözde kriz dönemlerinde gerçekleşen entelektüel gelişmenin pek çok örneğini de biliyoruz.
Bir yaratıcılık krizi mi?
Edebiyat eleştirmeni Roland Barthes, bir keresinde şöyle yazmıştı:
Kültürel çalışmalarıma başladığımdan beri 'yayıncılığın krizi, eleştirinin krizi, okumanın krizi, yaratıcılığın krizi, romanın krizi, şiirin krizi, sinemanın krizi' gibi krizler hakkında bir şeyler duyuyorum.
Bununla birlikte, tüm bu sanatların ve türlerin, kendi yaşamı boyunca gördükleri refahı hiçbir zaman görmediklerini de kabul eden Barthes, örneğin "romanın krizinden" söz ettiğimizde ne demek istediğimiz sorulduğunda "Bu sadece, artık 'romanın krizi' ifadesini, roman söz konusu olduğunda kullanmadığımız, ama olmadığında kullanabildiğimiz anlamına geliyor" yanıtını veriyor.
Bugün sinemanın krizinden, şiirin krizinden ya da görsel sanatların krizinden bahsettiğimizde de aynı durum söz konusu.
Belirli bir tür içinde kategorize edilemeyen "asi" metinler ortaya çıktığında bir yaratıcılık kriziyle ya da bir yazı kriziyle karşı karşıya kalırız.
Asi bir metin, normdan kopan bir metindir ve Barthes için metin, tam da budur. Krizsiz metin yoktur. Kriz her metnin doğasında vardır. Tüm metnin ve tüm yaratıcılığın özü krizdir.
Belirli bir tür içinde kategorize edilemeyen "asi" metinler ortaya çıktığında bir yaratıcılık kriziyle ya da bir yazı kriziyle karşı karşıya kalırız.
Bu anlamda, kriz mutlaka bir eksikliğin habercisi olmak zorunda değil. Edebi yaratıcılığın dışında bir örnek alır ve bunu bilim tarihinden çıkarırsak bu doğrulanabilir.
Örneğin, 19'uncu yüzyılda matematikte yaşanan krizleri ele alalım.
Bu yüzyılda matematiğin çeşitli dallarında, önce geometri alanında Öklid dışı geometrilerin ortaya çıkmasıyla başlayan, üsler krizi ve modern cebirin ortaya çıkmasıyla sona eren, birbirini izleyen kriz dönemlerinin yaşandığı biliniyor.
Dünyanın farklı yerlerinde Bernhard Riemann, János Bolyai ve Nikolay Lobaçevski gibi isimler ortaya çıktığında eksiklikten ziyade geometri bolluğu ve sistem çokluğu vardı.
Farklı bir geometri yaratmak için geometrinin babası olarak anılan Öklid'in terimlerinden birini değiştirmenin yeterli olduğu anlaşıldı.
Öklid geometrisinin temelini oluşturan epistemolojik kavramsal birikimin, matematiksel doğruluk ve aksiyomatizasyon kavramlarının ortaya çıkışıyla artık yeni geometrilerle birlikte "çalışamayacağı" görüldü. Immanuel Kant gibi bir filozof tarafından ortaya atılan "geometrinin Öklid'in elinden, mantığın ise Aristoteles'in elinden çıktığı" gibi tam olarak şekillenerek ortaya koyulduğu inancının kanıtlanamaz olduğu görüldü.
Kriz, Öklid'in yapmadığı bir şeyi geometrik bir olgu olarak adlandırmaya başlamamızdan kaynaklanıyor.
Burada da kriz, kavramsal birikimimizin yeni gelişmelere ayak uyduramamasında yatıyor.
Bu durumun, matematiksel hakikat kavramının, "matematiksel nesnenin" doğasının ve hatta matematiksel sistemin anlamının yeniden gözden geçirilmesini gerektireceği kesin.
Öklid'in sisteminin işlevsiz olmasının nedeni dışarıdan dayatılan bir lanet değil, Öklid'in önermelerinden birini kanıtlamak için tekrarlanan girişimlerden kaynaklanan "özündeki doğum sancısı" olmasıdır.
Burada bizi ilgilendiren Öklid'in sisteminin işlevsiz olmasının nedeni dışarıdan dayatılan bir lanet değil, Öklid'in önermelerinden birini kanıtlamak için tekrarlanan girişimlerden kaynaklanan "özündeki doğum sancısı" olmasıdır.
Bu kusurun sonucu bir olumsuzluk değil, tam tersine geometrik ve epistemolojik bir zenginlik ve geleneksel "rasyonaliteyi" en iyi işlediği yerden, Kant'ın ifadesiyle "kraliyet yolundan" vuran felsefi bir gelişmeydi.
Hatta bunun, alanı ne olursa olsun, düşünmenin kendisine ilişkin kavrayışımızı değiştirdiğini söyleyecek kadar ileri gidebiliriz.
Eğer bu geleneksel rasyonaliteden kurtulursak ve artık kendimizi düşünceyi tüm sağlıklı düşünmeler için bir başlangıç noktası olarak kullanılacak yöntemler arayışı olarak görmekle sınırlamaz ve düşünmeyi esasen gerileme, refleksiyon ve eleştiri olarak ele alırsak, düşünce bir eleştiriye ve krizlerin yaratılması sürecine dönüşür. Krizler ise düşüncenin hastalıkları olmaktan çıkıp düşüncenin doğum sancısı ve onu yeniden inşa etmeye devam eden sarsıntılar haline gelir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Bu makale Independent Türkçe Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.