Soylarını kesin, köklerini kırın, bağlantılarını koparın ve kökenlerini yok edin.
'İki yüzlü insanların' köklerini tamamen kazıyın, onları ortaya çıkarın ve bu iki yüzlü insanlarla sonuna kadar mücadele etmeye yemin edin.
(Maisumujiang Maimuer,
Çin Din İşleri Başkanı,
10 Ağustos 2017)
Çin'in kuzeybatısında yer alan Sincan bölgesinde, Uygur Müslüman azınlığa yönelik acımasız bir baskı kampanyası dünya genelinde senelerdir kınamayla karşılanıyor.
İnsan hakları örgütlerinden, uluslararası medyadan ve eski tutuklulardan gelen güvenilir raporlar, birçok kişinin soykırım ve insanlığa karşı suç olarak tanımladığı bir karanlık tablo ortaya koyuyor.
Çin hükümetinin ise bir kılıfına uydurup terörle mücadele adı altında yürüttüğü politikalar, Uygur halkına karşı uyguladığı insan hakları ihlalleri, kitlesel tutuklamalar, zorla çalıştırma ve kültürel yok etme gayretlerinin silsilesi olarak karşımızda durmaktadır.
Bu yazımızda Çin'in Uygur soykırımını türlü cepheleriyle ortaya koyacağız.
Kitlesel tutuklamalar ve sözde eğitim kampları
2017'den bu yana, Çin hükümeti Sincan'da "mesleki eğitim merkezleri" olarak adlandırdığı, ancak uluslararası toplumun toplama veya "yeniden eğitim" kampı olarak kabul ettiği tesisleri işletiyor.
Tahminlere göre bir milyondan fazla Uygur ve diğer Türk azınlık, bu kamplarda yargılanmadan gözaltına alındı.
Bu kamplardan kurtulanlar, psikolojik işkence, zorla beyin yıkama, fiziksel şiddet, dini ve kültürel kimliklerini silme girişimleriyle karşı karşıya kaldıklarını anlatıyorlar.
Çin hükümeti bu kampların aşırılık ve terörizmle mücadele için gerekli olduğunu iddia ediyor, ancak tutuklamaların oranından ötürü tüm bir etnik ve dini grubun hedef alınması dünya genelinde öfkeye neden oldu.
Uygurların bu kamplarda İslam'ı reddetmeye, Komünist Parti'yi övmeye ve Çin adetlerini benimsemeye zorlandıkları bildiriliyor.
Eski tutuklular, cinsel şiddet, işkence ve zorla kısırlaştırma gibi korkunç uygulamalarla karşılaştıklarını belirtiyorlar.
Uygurlara karşı kültürel asimilasyon ve hapsetme devam ediyor
Kitlesel tutuklamaların ötesinde, Uygur toplumu, dini ve kültürel uygulamalarına ciddi kısıtlamalar getirilen geniş bir gözetim altında travmatik sancılarla yaşıyor.
Çin hükümeti, Uygur halkına ait camileri, mezarlıkları ve diğer kültürel simgeleri yıkıyor.
İslam ağır kısıtlamalarla karşı karşıya ve dini ibadetlerin en küçük ifadeleri bile yasaklanmış durumda.
Ramazan ayında oruç tutmak veya geleneksel kıyafetler giymek gibi basit dini uygulamalar dahi yasaklanıyor.
Sincan'da ileri teknoloji gözetim sistemleri yaygın olarak kullanılıyor. Mesela yüz tanıma teknolojisi, DNA toplama ve yapay zeka ile Çin hükümeti, Uygurların her hareketini izliyor.
Dini hizmetlere katılmak ya da yurtdışındaki akrabalarla iletişim kurmak gibi en temel faaliyetler bile tutuklanma veya gözaltına alınma ile sonuçlanabiliyor.
Zorla çalıştırma ve ekonomik sömürü
Çeşitli kanıtlar, Uygurların Çin'in ekonomik stratejisinin bir parçası olarak zorla çalıştırıldığını gösteriyor.
Kamplarda tutuklu bulunan Uygurlar, genellikle Çin ve dünya pazarları için mal üreten fabrikalarda çalışmaya zorlanıyor.
Bu fabrikalar sıklıkla uluslararası markalarla bağlantılı olup, küresel tedarik zincirleri üzerinde boykot çağrıları ve soruşturma talepleri gündeme geliyor.
Raporlar ayrıca, Uygur asıllı işçilerin "yoksulluğu azaltma" adı altında Çin'in diğer bölgelerine zorla transfer edildiğini ortaya koyuyor.
Bu transferler genellikle zor çalışma koşullarını içeriyor ve Uygurlar ailelerinden ayrılıyor, sıkı bir kontrol altında çalışmaya zorlanırken dini ve kültürel uygulamalarından mahrum bırakılıyor.
Dr. Halim Gençoğlu yazdı: Filistin meselesini konuşurken Uygur soykırımını ıskalamak... Uygurlara karşı kültürel asimilasyon ve hapsetme devam ediyorhttps://t.co/LIRyewQIEh pic.twitter.com/avgRyzF3uE
— Independent Turkish (@TurkishIndy) October 6, 2024
Uluslararası kınamalar ve zulme karşı tepkisizlik
Uygur krizine uluslararası tepki devletlerin siyasi konjonktürlerine göre farklılıklar içeriyor.
Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkeler Çin'in eylemlerini soykırım olarak nitelendirirken eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve mevcut Başkan Joe Biden 2023'te tekrar bu görüşü dile getirdiler.
2021'de bazı ülkeler, Sincan'daki baskıdan sorumlu Çinli yetkililere yaptırım uyguladı ve Birleşmiş Milletler bağımsız soruşturmalar yapılması çağrısında bulunmuştu.
Ancak Çin'in ekonomik ve siyasi gücü, birçok ülkenin güçlü adımlar atmasını zorlaştırıyor.
Çin, tüm suçlamaları şiddetle reddederek, kampların mesleki eğitim merkezleri olduğunu iddia ediyor.
Dahası, ekonomik etkisinden dolayı, bazı Müslüman çoğunluklu ülkeler bile Uygur Müslümanlarının haklarını savunmaktan kaçınarak Çin'in uyduruk ülke güvenliği anlatısını desteklediler.
İnsan hakları örgütleri ve aktivistler, hesap verilebilirlik ve daha güçlü uluslararası eylemler için kamuoyuna çağrıda bulunmaya devam ediyorlar.
Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü ve Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü), bu ihlallerin boyutunu belgelendirerek, dünya hükümetlerine Çin'e baskı yapmaları için adımlar atma çağrısında bulunuyor.
Uygur sorununa Güney Afrika'dan tepki
Dalai Lama, çeşitli bölgelerdeki insan hakları ve çatışmalarla ilgili endişelerini dile getirirken Myanmar'daki Çinlilerle ilgili açıklamalar da yapmıştı.
Öte yandan, özellikle çatışma bölgelerinde yaşayan azınlıkların çektiği acılara dikkat çekmiş ve barışı savunmuştu.
Örneğin, Myanmar'daki Rohingya kriziyle ilgili olarak, Dalai Lama merhamet çağrısında bulunmuş ve Myanmar'daki Budistlerin Müslümanlara saldırmayı bırakıp Buddha'nın örneğini takip etmeleri gerektiğini vurgulamıştı.
Yine Rohingya Müslümanlarına yapılan zulmün Budizm ilkelerine aykırı olduğunu belirtmişti.
Öte yandan Güney Afrikalı ruhani lider Desmond Tutu özellikle Çin'in muhalefeti karşısında Dalai Lama'nın açık sözlü bir destekçisi oldu.
Tutu, Çin'in Tibet'e yönelik tutumunu ve Dalai Lama'nın serbestçe seyahat etmesine izin vermemesini defalarca eleştirmişti.
Yine 2011 yılında, Tutu, Dalai Lama'nın 80. doğum günü kutlamasına katılması için Güney Afrika hükümetinin vize vermeyi reddetmesini kamuoyunda kınamış ve bunu Çin'in küresel siyasette artan çirkin etkisinin bir örneği olarak göstermişti.
Bilindiği üzere Dalai Lama 1959'dan beri Tibet'teki siyasi durum nedeniyle sürgündedir.
1950'de Çin Halk Cumhuriyeti Tibet'i işgal etti ve sonraki yıllarda Çin hükümeti ile Tibetliler arasındaki gerilimler arttı.
Hem Tibet'in ruhani hem de siyasi lideri olan Dalai Lama, Çin hükümetiyle müzakere etmeye çalışsa da 1959'da Tibet'in başkenti Lhasa'da Çin yönetimine karşı bir ayaklanma patlak verdi.
Hayatı ve halkının güvenliği için endişelenen Dalai Lama, Hindistan'a kaçarak sığınma talebinde bulunmuştu.
O zamandan beri Hindistan'ın Dharamshala kentinde yaşamakta ve Tibet'in sürgündeki hükümetine liderlik ederek, Tibet'in özerkliği ve insan hakları için mücadele ediyor.
Sürgünde 60 yılı aşkın bir süre geçirmiş olmasına rağmen, Dalai Lama barış, şefkat ve Tibet'in özgürlük mücadelesinin küresel bir sembolü olmaya devam ediyor.
Desmond Tutu da, dünya genelinde insan haklarının güçlü bir savunucusu olarak Uygurlar hakkında sık sık yorum yapmamış olsa da, azınlıklara yönelik muameleleri ve Tibet'teki politikaları nedeniyle kendisini de Hindistan'da yaşamaya mecbur eden Çin'i defaatle eleştirdi.
Tutu'nun, adalet ve eşitlik üzerine kurulu genel felsefesi, dünya çapında marjinalleştirilmiş diğer gruplar için olduğu gibi, Uygur davasını da savunmakla örtüşmüyor.
Uygur halkının yanında durmak
Çin'in kuzeybatısında yer alan Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Çin'de çoğunluğu Müslüman olan tek bölgedir.
Bölgede yaşayan Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar ve diğer topluluklar etnik olarak Türktür. Çoğunluğu oluşturan Çinliler (Hanlar) ağırlıklı olarak Çince konuşurken, Türk nüfusun büyük çoğunluğu Müslümandır ve kendi dilleri olan Türkçe konuşurlar.
2010 nüfus sayımına göre, Uygurlar Sincan nüfusunun yüzde 46'sını, Kazaklar ise yüzde 7'sini oluşturuyordu.
Stanford Hukuk Fakültesi İnsan Hakları ve Çatışma Çözümü Kliniği ile Human Rights Watch'un yaptığı araştırmalar ve insan hakları örgütleri, medya, aktivist gruplar ve diğer kaynakların raporları ve Çin Komünist Partisi'nin (ÇKP) iç belgeleri, Çin hükümetinin Türk Müslüman nüfusa ve insanlığa karşı suçlar işlediğini gösteriyor.
Bu rapor, bu sonuca varmak için olgusal temeli ortaya koymakta ve Sincan'daki Çin hükümeti eylemleri hakkında mevcut bilgileri uluslararası hukuki çerçeve içerisinde değerlendiriyor.
Çin hükümetinin Türk Müslümanlarına yönelik baskısı yeni bir olgu değildir, ancak son yıllarda benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı.
300 ila 400 tesiste keyfi olarak bir milyona yakın kişi gözaltına alınmış, bu tesisler arasında "siyasi eğitim" kampları, duruşma öncesi gözaltı merkezleri ve hapishaneler bulunuyor.
Mahkemeler, Türk Müslümanlarına adil yargılama olmaksızın sert hapis cezaları veriyor, sadece bir aile üyesine İslami bir dini kayıt göndermek veya Uygurca e-kitaplar indirmek suçundan onları yıllarca hapse mahkûm ediyor.
Gözaltına alınanlar ve mahkûmlar, işkence ve diğer kötü muamelelere, kültürel ve siyasi beyin yıkamaya ve zorla çalıştırmaya maruz kalıyorlar.
Baskı, gözaltı tesisleri dışında da devam ediyor. Mesela Çin makamları, Türk Müslümanlarına yaygın bir kitle gözetim sistemi, hareket kısıtlamaları, keyfi tutuklama, kültürel ve dini yok etme ve aile ayrılığı dayatıyor.
Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı ve Kanada ile Hollanda parlamentoları, Çin'in eylemlerinin uluslararası hukuka göre soykırım teşkil ettiğine karar verdi.
İnsan Hakları Gözlemcileri şu anda gerekli soykırım niyetinin varlığını belgelememiştir.
Fakat bu raporda yer alan hiçbir şey bu bulguyu dışlaıyor ve böyle bir kanıt ortaya çıkarsa, Sincan'da Müslümanlara karşı işlenen eylemler 1948 Soykırım Sözleşmesince soykırım bulgusunu da destekler.
2017'de resmi istatistiklere göre, Sincan'daki tutuklamalar, Çin genelindeki tüm tutuklamaların neredeyse yüzde 21'ini oluşturuyordu, oysa Sincan'daki nüfus toplam nüfusun sadece yüzde 1,5'ini oluşturuyor.
2017'den bu yana, Çinli yetkililer Sincan'daki camilerin 3'te 2'sini tahrip etmek veya zarar vermek için çeşitli bahaneler kullansı, bunların yaklaşık yarısı tamamen yıkıldı.
Bölgedeki önemli İslami kutsal alanlar yıkıldı. Bölgesel yetkililerin müdahaleci beyin yıkama kampanyasının bir parçası olarak, yetkililer Müslümanların evlerinde gece kalmalarını dayatmakta ve bu uygulamanın "etnik birlikteliği teşvik ettiğini" söylüyorlar.
Özellikle ürkütücü bir başka uygulama ise, keyfi olarak gözaltına alınan bazı Müslüman Türklerin çocuklarının yetimhaneler ve yatılı okullar gibi devlet kurumlarına, hatta yatılı anaokullarına yerleştirilmesidir.
Bu ihlallere yönelik küresel tepkiler giderek daha eleştirel hale gelmiştir. Kanada, Avrupa Birliği, Birleşik Krallık ve ABD gibi bazı hükümetler, insan hakları ihlalleriyle bağlantılı Çin hükümeti yetkililerine, kurumlarına ve şirketlerine yönelik yaptırımlar uyguladı.
Giderek daha fazla hükümetler, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve BM Genel Kurulu'nun insan hakları organı olan Üçüncü Komite'de Çin hükümetinin politikalarını kınayan açıklamalara katılıyor.
Bununla birlikte, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (OIC) bazı üyeleri de dâhil olmak üzere birçok hükümet, menfaat ilişkileri nedeniyle hâlâ Çin'in Sincan politikasını övüyor.
Temmuz 2019'da yirmi dört farklı hükümet, BM İnsan Hakları Konseyi başkanına "anlamlı erişim" sağlanması ve Müslüman nüfusa yönelik iddia edilen ihlallerin izlenmesi ve raporlanması çağrısında bulunan bir mektup gönderdi.
Sonuç
Dünya kamuoyu, Filistin meselesi gibi önemli bir insan hakları konusunu tartışırken, Çin'in Uygurlar üzerindeki insan hakları ihlallerinin göz ardı edilmesi kabul edilemez.
Filistin sorunu, dünya genelinde geniş bir destek bulurken, Uygur Türklerine yönelik yapılan insan hakları ihlalleri genellikle daha nadir gündem olmakta ve daha az dikkat çekiyor.
Bu durum, uluslararası kamuoyunun bazı konulara daha fazla duyarlılık gösterdiği, diğerlerini ise göz ardı ettiği algısını ortaya koyuyor.
Elbette Filistin'deki İsrail zulmünün küçümsenecek bir tarafı yoktur fakat sosyal medya kullanımının yasak olduğu Uygur bölgesinden yeterince haber alamayışımız Uygur Müslümanlarının soykırıma uğramadığı anlamına gelmez.
Uygur Türklerine karşı gerçekleştirilen zalimane uygulamalar, birçok insan hakları örgütü tarafından soykırım olarak tanımlanıyor.
Bu bağlamda, bu tür ihlalleri göz ardı etmek, uluslararası insan hakları normlarına bir tür ihanet olarak da değerlendirilebilir.
Sonuç olarak, bir taraftan Filistin meselesi gibi önemli konuları tartışırken, benzer düzeyde dikkat ve endişeyi Uygur Türklerine yönelik insan hakları ihlalleri için de talep etme öncelikle insan olmanın gereğidir.
Bu bağlamda, iki farklı konunun birbirinden bağımsız olarak ele alınması gerektiğini belirtmek gerekir.
Sincan'da Uygurlara yönelik zulüm, devam eden bir trajedi olup halen küresel dikkat gerektiren bir krizdir.
Çin hükümeti bölgedeki kontrolünü sıkılaştırdıkça, milyonlarca insan, kimliklerini silmek, seslerini kesmek ve emeklerini sömürmek amacıyla kurulmuş bir sistemde sıkışıp kalmış durumdalar.
Çinli yetkililerin, Uygurlar ve diğer etnik azınlıkların doğum oranlarını azaltmayı amaçlayan zorla kısırlaştırma ve doğum kontrol önlemleri uyguladığına dair raporlar Uygur nüfusunu azaltma amacı taşıyan bir tür demografik plan olarak yorumlanmaktadır.
Şüphesiz çeşitli yönleriyle zaman zaman dünya basınına yansıyan Uygur halkının çektiği acılar inkar edilemez.
Birçokları için, Sincan'daki durum 21. yüzyılın en büyük insan hakları krizlerinden biri olarak görülüyor.
Kanıtlar her geçen gün birikmeye devam ederken, Dünya devletleri Çin'i sorumlu tutacak mı, yoksa ekonomik çıkarlar ve jeopolitik ittifaklar, Uygurlara karşı işlenen vahşetlerin göz ardı edilmesine mi neden olacak, bunu zaman gösterecektir.
Kaynaklar:
1. Human Rights Watch Report: "Eradicating Ideological Viruses: China's Campaign of Repression Against Xinjiang's Muslims", Human Rights Watch, September 2018. HRW Report on Uyghur Repression
2. Amnesty International: "China: Uyghurs' Arbitrary Detention, Torture, and Mass Surveillance in Xinjiang", Amnesty International, June 2021. Amnesty International Report
3. United Nations Report: "OHCHR Assessment of Human Rights Concerns in Xinjiang Uyghur Autonomous Region", Office of the High Commissioner for Human Rights (OHCHR), 2022. UN Report on Uyghur Rights
4. The Xinjiang Papers (New York Times): "‘Absolutely No Mercy': Leaked Files Expose How China Organized Mass Detentions of Muslims" New York Times, November 16, 2019. Y Times Leaked Xinjiang Documents
5. Human Rights Watch: "All of My Body Was Pain: Sexual Violence Against Rohingya Women and Girls in Burma", Human Rights Watch, November 2017.
6. Amnesty International: "Myanmar: 'We Will Destroy Everything': Military Responsibility for Crimes Against Humanity in Rakhine State, Myanmar", Amnesty International, June 2018. Amnesty Report on Rohingya Crisis
7. United Nations Human Rights Council Report: "Report of the Independent International Fact-Finding Mission on Myanmar", UNHRC, September 2018. UNHRC Report on Myanmar
8. International Criminal Court (ICC) Investigation: "ICC Opens Investigation into Alleged Rohingya Genocide in Myanmar", Al Jazeera, November 2019. ICC Investigation
© The Independentturkish